Cumartesi, Ekim 17, 2009

BEĞ'LİKTEN AĞALIĞA, SÜVARİLİKTEN JOKEYLİĞE...

"Atla katır tepişir, arada eşeğin canı çıkar!" demişler de atla katır tepişirken ahır sahibi ne iş yaparmış? Atla katır tepişip eşeği ziyân ederken seyis neredeymiş? Atalar, bunu söylememişler, vazifemiz olmayan işe karışmayalım öğüdünü vermek istemişler gâliba!
Eyyâmcılığın, bana neciliğin, aymazlığın avâmcası olsa gerek!
Atla katır tepişirken; ahırın sahibi bizler yâni devlet kurmakla haklı olarak övünen, yıktığımız devletlerden utancımızı haklı olarak saklayan bizler; seyisliğimizi, ahır sahipliğimizi, ata-katıra-eşeğe sahiplik sorumluluğumuzu ne yapacağız?
Zâten batıdan almaya çalıştığımız günden beri elimizi ayağımızı dolaştıran, çarşafımızı ayağımıza dolaştıran demokrasi yüzünden; anlayamadığımız, yeterince algılayamadığımız insan hakları yüzünden ahırımızdaki atımızın, eşeğimizin, katırımızın yularını başkalarına kiralayarak "Beğ"likten "ağa"lığa inerek tembelleştik!
Süvarilikten jokeyliğe inerek terfî ettiğimizi zannettik! İyi biniciler olduğumuz için başkasının atıyla paralı yarışlara girip at sahibini zenginleştirirken yarışlardan sonra hep yaya kaldık!
Az kazandığımız kendi işimizin patronuyken bol maaşla birilerinin müdürü, genel müdürü, bilmem nesi olurken kapı kulu olduğumuzu, hiç aklımızda yokken kapı önüne koyulabileceğimizi hiç düşünmedik!
El atına binenin çabuk inceğini, on binlerce yıllık süvari bir millet olmamıza rağmen bir türlü öğrenemedik!
Millet olamadan devlet olmanın mümkün olmadığını en iyi bilen millet olmamıza rağmen; milletlikten halklığa inip halklıktan ümmetliğe doğru zorlamalarla sürüklenirken alçaldığımızı mı, yükseldiğimizi mi anlayamadık ta anlayamadık!
Ümmetin oluşmasına, gerçek manada ümmetçiliğin yaşamasına Arap Şövenizmi veya aşiret taasubu ile izin vermeyen Emevî dayatmasının, dîn olmadığını anlayamadığımız gibi anlayıp anlatanların derilerini soyduk şeriat adına!
Ümmetçiliğe izin vermeyen din maskeli Arap taassubuyla, en güçlü ve en zayıf zamanlarımızda Haçlı'ya karşı hep tek bırakıldık! Bu teamülleşmiş hatalar ve hatalarımızdan dolayı da dindaşlarımızdan koptuk!
İnsanlarımızı tebaalıktan vatandaşlığa terfi ettiren Cumhuriye sâyesinde, demokrasiyi araç kullanan ümmetçiler; yıllarca dînî söylemlerle oy alıp iktidar olduktan sonra; "Haçlı Seferi" olduğunu saklamadan, demokrasi getirmek vaadiyle dört yüz yıllık tebaamızı, dindaşımız, sınır komşumuz Irak'ı işgâl eden, bu süreçte işgalciliğin, zûlmün her çeşidini pervâsızca yapan, müslüman kadınlara kızlara tecâvüz eden ABD askelerine dualar ettiler, görmedik görmezden, duymazdan geldik!
Ümmetçiliğin, panislamizmin mümkün olamayacağını, buna en büyük engelin de din diye dayatılan Emevî Şövenizmi olduğunu fark ederek yüzlerce yıl sonra yeniden milletliğe, milliyetçiliğe dönerek koca bir İslam İmparatorluğu molozlarından, Haçlı'nın bütün hesaplarını alt üst ederek bir "Ulus Devlet" çıkardık.
Bu molozlardan bir millî devlet çıkarmayı ve çıkardığı devleti cumhura-millete emânet eden; şahlığa, sultanlığa, hükümdarlığa, padişahlığa, halifeliğe, kişisel hükümranlığa son veren Muhteşem Türk Atatürk'le başlayan milletleşme, millîleşme sürecini, bir daha kesintiye uğrattık dîn taasubuyla!
Elbette; "Diş ağrıdığında ağız ah çeker.", elbette vücûdun neresi ağrırsa ağrısın, ağız iniler!
Devlet olarak, devletli millet olarak, bedenimizin nersi ağrırsa ağrısın sadece of çekmekle mi mükellefiz? Ne oldu bize?
Bir yandan sosyalistlik, sosyal demokratlık, demoktratik solculuk v.s. ile diğer yandan ümmetçilikle içten içten kemirilerek, benzer söylemlerle; "halklar, halkların eşitliği, halkların kardeşliği, halklara özgürlük" sloganlarıyla veya "dinde üstünlük takvâ iledir. Milliyetçilik, kavmiyetçilik harâmdır." dînî dayatmalarla, kırk yıldır ayrıştırılmaya çalışılan millet; artık açıkça ötekilerin sayısının otuz altıya çıkarılmak istendiği bir dağıtılma ile karşı karşıya!
Bu ayrıştırmacılığın, bu tebaayı vatandaş eden milî bütünlüğün hasımlarının kullandıkları slogan da demokratik açılım!
Biz; bu, beğlikten ağalığa, patronluktan müdürlüğe, süvarilikten jokeyliğe indirgenerek terfî ettiğimizi zannetme kapı kulluğu zihniyetinden kurtulmadıkça; ahırımıza sahiplenerek, mal sahipliğimizi hatırlayarak atı tavlasına, katırı ve merkebi yerlerine bağlamadıkça atla katırımız daha çoook tepişir ve arada eşeğimizin canı çoook çıkar!
Ya milletliğimizin farkına vararak kenetlenip bir ve iri olacağız; irileşip diri olacağız ya da ümmetleştik derken Haçlı bize de demokrasi getirmek için bir kıyak yapacak!
Hadi Allah aşkına, atlarımıza binmek ve sefer için süvarileşmek üzere ahırlarımıza...
Seferde at lazımdır. Katır ve eşeğin belki cephede işleri vardır ama cepheyi açmadık daha!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: