Cumartesi, Ekim 31, 2009

YARA, YİĞİDE YARAŞIR...

"Kalk Yiğidim!
Yine dağ başını duman aldı!
Parçalandı bir kıtanın toprakları
Aslan payını aslan olmayan aldı..."
Arif Nihat Asya'yı bir daha rahmet ve minnetle yâdettikten sonra; parçalanan, paylaşılan bir kıtanın vatanlaştırılmış toprakları üzerine tezgâhlanan "açılım" adındaki parçalama oyununa kafa tutan, itirâz eden bir kahramanın, bir Güneydoğu Gâzisinin facebook'tan haykırdığı Türkçe nârâsını duyurmak istiyorum. Aynen kopyalayacağım:
"Selamün aleyküm. Adım Ümit Kaplan.
Güneydoğu gâzisiyim. Yozgat'lıyım Kürdüm ve diyorum ki; NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE...
Biz 19 Eylül günü 7 gâzi, 1. Meclis'in önünde basın açıklamamızı yapıp 1984'te ilk şehidimizi verdiğimiz Siirt, Eruh'a doğru kefenlerimizi giyip gittik! 2. açıklamamızı da Kayseri'de yapıp Eruh'a doğru gittik. Ölmeye gittik ama ölmedik.
Eruh'a vardığımızda Eruhlular tarafından güzel karşılandık her ne kadar etrafımızda DTP'li ler toplansada hiç bir halt yiyemediler. Basın açıklamamızı, ilk şehidimiz olan Süleyman Aydın'ın anıtının önünde yaptık.
Kürt açılımına olan tepkimizi dile getirdik, acıklamamız bittiğinde Eruh'lu bir vatandaşta söz alıp konuştu ve Eruh'lu vatandaş ta Kürt olduğunu fakat Kürt açılımına karşı olduğunu haykırdı ve konuşmasının sonunda; "NE MUTLU TÜRK'ÜM" diye haykırdı. Onunla birlikte diğer Eruhlular da; "NE MUTLU TÜRK'ÜM" diye haykırdılar.
Orada DHA, İHA, ve TRT de vardı ve bütün olup biteni kameralara çektiler fakat hiç biri Eruh'ta ki o millî ruhu yayınlamadı!
Ama biz o görüntüleri -bir şekilde aldık- görüntüler elimizde. Şimdi size sormak istiyorum; PKK'nın her türlü eylemlerini, bize meydan okumalarını yayınlayan bu dış güdümlü basın, neden bizim görüntülerimizi yayınlamadı? Yukardan birileri mi engelledi? Bu konuyu sizinle paylaşmak istedim..."
Yiğitçe, kahramanca, gâzice, Türkçe nârâ, aynen bu!
Sevgili Ümit Kaplan Kardeşim!
Millî Madalyamız, Kahramanım, Yiğidim!
Yıllardır; "Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen toplumlar millet olamaz." diye söylenir dururum. Art niyetliler veya kolaycılığı akıllılık zanneden eyyamcı kurnazlar; "Olaylar mı kahramanı, yoksa kahramanlar mı olayları yapar?" diye bir kısır döngüyle entelleşirler gûya!...
Yiğidim! Arslanım!
Yaptığınız bu son davranış, gâziliğinizin tesâdüfi olmadığının, olayları kahramanların yaptığının ispâtı ve işâretidir. Allah râzı olsun.
İyi ki varsınız! Şükrederim ki varsınız!
Varlığınızı hissettiğimiz sürece ve sizlere millet olarak kendimizi hissettirebildiğimiz sürece korkuya mahal yoktur. "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak"; Şanlı Bayrağımız, -kör gözlere şiş misâli- şühedâmızın, gâzilerimizin vakarıyla dalgalanacaktır. İtler ürümeğe, kervân yürümeğe devam edecektir.
Kahramanlar ve cesurlar bilirler ki patlamayan silah bin kişiyi, patlatılan bir kişiyi korkutur!
Bakalım bu nârâyı, sağırlar duyup körler görecek mi?
Veya bakalım kör gözlere, sağır kulaklara bu Türkçe nârâyı sokmayı başarabilecek miyiz?
Hâlâ birileri; ıslak imzayı kurutmaya veya kuru imzayı ıslatmaya çalışırlarken gerçek sahipleri, vatanı korumak üzere, kırmızı alarmla nöbetteler!
Muhabbetle, saygıyla bağrıma basarak millî makyajımız olan mukaddes yaralarını; öperim, öperim, öperim ve tekrar tekrar öperek Allah'a emânet ederim.
Yara, yiğide kanarken yaraşır Yiğidim...
"TÜRK'ÜM. NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ekim 30, 2009

ŞEHİTLERİMLE BAYRAMLAŞMA...

Ahmed'im, Mehmed'im, Mehmetçiğim;
Şehidim, Peygamber Âguşundaki yiğidim,
Toprak vatanlaşsın diye şehitlikle ölümsüzleşen meyyîdim,
86 yıl evvel, emânet edilen Cumhuriyet'e layıkîyle sahip çıkan ehîl emanetçim; Sana geldim!...
Önünde eğilmeğe, kabrin adındaki tarih sıfatlı değişmeyen adresin önünde diz çökmeğe, değdiği her zerrede seni kucaklayan dudaklarımla, topraklaşan bedenini öpmeğe; Seninle, senin şahsında Şühedam'la bayramlaşmağa geldim...
Sen ki; bayrağa renk verebilecek kadar kanlı,
Sen ki; toprağı vatanlaştıracak kadar canlı,
Sen ki; ölümü öldürebilecek kadar îmanlı,
Sen ki; "Bedr'in arslanları ancak bu kadar şanlı idi" methîyesi kadar şanlı,
Sen ki; bütün dünya savaşçılarına örnek olacak, ders olarak okutulabilecek kadar destanlı,
Sen ki; "Bir ölüp bin diriliriz." dedirtmek için Mehmetçik doğurarak Türkleşen,
Türklüğün devamına Allah(c.c.)'ın görevlendirdiği annelerle analısın...
Sadece Sen'inle bayramlaşacağım Mehmed'im!...
Bu günü bayramlaştıran Sen'sin çünkü... Eğer bu gün bayramsa, bu günü bize bayram îlan eden Muhteşem Türk Atatürk; size, emânet edecek kadar inanmışsa, bu günü sana borçluyum...
Hasmın çok biliyorum! Düşmanlığını belli etmekten korkan, müttefik tarifli ve yüzlerce yıl balyoz gibi tokatlarını yemiş düşmanın çok biliyorum! Vatanlaştırdığın toprakta, kucağında oturarak sakalını yolan "Yerli İşbirlikçiler" de var!...
Ama dostun daha çok...
Sen Allah(c.c)'a, Allah(c.c.) sana dost biliyorum. "Maide Sûresi 54. Ayet"te tarif edilenin, Peygamber duasıyla cennetle müjdelenenin Sen olduğunu biliyorum...
Peygamber(s.a.v)'in âguşunu açarak Sen'i beklediğini ve 'O Bekleyen'i bekletmemek için koşarak gidip ölümsüzleşenin Sen olduğunu biliyorum.
Bu Bayram Sen'in Mehmed'im...
Bu Bayram; senden önce, seninle ve senden sonra "Âguş"a koşanların, koşmak için nöbettekilerin...
Bu bayram; ağlayıp düşmanı sevindirmeyen anaların-babaların...
Bu Bayram; sizi emrine, emânetine verdiğimiz Genel Kurmay Başkanı'nın, komutanlarının. Analarımızı ağlatanların analarını ağlatacağına söz verebilen yüreklerin...
Sana yas tutamıyorum Mehmed'im!...
Sana yas tutarsam, kahpece kurşun sıkan düşmanınını sevindiririm!
Selâm vermeden uçan kuşun yuvasını bozduğun Bayrağımı, sana yakın olsun diye biraz daha yükselttim. Hayatta 20-25 yıl gölgesini gördüğün ve senin mânevî sâyene ihtiyâcı olan Bayrağım, sana selâm versin diye!...
Bilirim ki; bayrak sen, sen bayraksın.
Bilirim ki; vatan sen, sen vatansın Mehmed'im.
Bilirim ki; ölen sen, ölümü öldüren Sen'sin!...
Nice 86, nice yüz seksen altı, nice bin yıllara Mehmed'im. Bayramın kutlu olsun...
Biliriz ki bu günler bayram kalsın diye; toprak, vatan kalsın diye; binlerce yıldır var olan devletin sonsuza kadar var olsun diye, bedel olarak akıttığın kanının her damlası; senden devr'aldığı sancağı dalgalandıran silah arkadaşlarına, komutanlarına, analara, babalara, Türk milletine bayram harçlığındır Mehmed'im.
Senden başka kimse bu bayramlığı ikrâm edemez ve Türk'ten başka hiç bir millet, böyle bayramlaşamaz...
Fatiha'larımla, dualarımla, saygılarımla ve bütün ruhumla Bayramlaşmak üzere huzurundayım Mehmed'im...
Peygamber Âguşu'ndaki Yiğidim; Ahmed'im, Mehmed'im, Mehmetçiğim, Arslanım, bayramın kutlu olsun... Bayramın Kutlu olsun Mehmed'im...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ekim 28, 2009

"YAŞ MI DA, KURU MU ...?"

"Yaş mı da kuru mu ebenin .... ?"
"Sulu, kuru fark etmez!..."
"Şarap bulamazsam duman içerim/ Yemin ettim güzelim severim seniii..."
gribiyle birlikte, domuzluk salgını da var! Daha ne tekerlemeler, ne türküler söyleyecek, ne domuzluklar edip-izleyeceğiz bu açılım fiyaskosunun üstüne bir tesettür bulununcaya kadar!...
Devlet: Siyâsî olarak teşkilatlanmış millet veya toplum... diye târif ediliyorsa, kurumlar arası insicam ve protokol yasalarla belirleniyorsa; kurumlar arası uyumun bozulduğu, hatta kurumlar arası rekâbetin savaşa döndüğü yerde, devlet var mıdır?
Devlet kurumları arasında Güvenlik Güçleri vardır. İç güvenliği, âsâyişi temîne çalışanın ayrı; dış güvenliği sağlayan, sınırları korumakla, devleti korumak ve kollamakla görevli olanın görevleri ayrıdır. Bu görevler de yasalarla belirlenir. Bu iki güvenlik uyum ile çalışırlarsa içerde âsâyiş sağlanır, dışarda diplomatik kıvırmalara gerek kalmaz!
Bunlar arasında rekâbet, çekişme, sürtüşme olursa; o zaman da sınır ötesinde terörist peşine düşen Silahlı Kuvvetler, dağları-taşları bombalarken sınır içinde teröristler misilleme yaparlar!
Bu hırsızın içerdenliği; bir yıl, iki yıl, beş yıl sürerse, yedinci yılda öküz, bacadan çıkarılır!
Bacadan mal çıkaran; dâhili, siyâsallaşmış demokrat maskeliler sâyesinde, "Kâğıt parçası"nın ıslağı, "Y.A.Ş."ın bacasından çıkarıldı! Bu ıslaklığı, kaç kişi, kaç yerde, nasıl ıslattılar Allah bilir!
Başbakan; "Türkiye Cumhuriyeti, bunu kaldıramaz." diyor! Diyor da; Hangi cumhuriyet?
Türk Silahlı Kuvvetleri'ne; Atatürk ilke ve inkîlaplarını, cumhûriyeti korumak-kollamak görevini, Anayasa'ya koyarak veren 1.Cumhûriyet mi?
"Her 10 Kasım'da sap gibi durmak...", "Sen ne mutlu Türk'üm diyene dersen, birileri de...", "Dağa taşa bu sözleri yazmak ilkelliktir.", "Köşk'e imam hatiplinin çıkması yakındır.", "Bu işleri hazmettire hazmettire yapacağız." diyerek onlarca yıldır sessizce gelen; "Laikliğe karşı odak olmak" tan suçlu bulunup cezalandırılmış, bir önceki Genel Kurmay başkanı ile mezâra götürülecek sırları olan, sırdaş Paşa'ya trilyonluk makam aracı vererek emekli eden, yeni Genel Kurmay Başkanı ile yandaş medya ve basın sâyesinde istediği gibi oynayarak demokrasiyi araç kullanabilmede zirve yapan 2.Cumhûriyet ve 2.Cumhûriyetçiler mi?
Teknolojiyi adım adım izleyebilen, sayısız insan; http://www.signaturemachine.com/products/products.html adresinde, pazarlaması yapılan bir aletle, istenen imzanın ıslak kopyasının yapılabileceğini iddia ediliyor!
Prof. Dr. Kerem Doksat Hoca, sitesinde;
"Aynı mekânın http://www.signaturemachine.com/products/products.html kısmındaki Ghostwriter (hayâlet yazıcı/yazar) markalı makinelerden istediğinizi satın alıverin (ben en çok Ghostwriter MAX T Series modelini beğendim, pek estetik). Sonra da azıcık kafayı kullanıp onun bunun şunun, meselâ Devletlû’nun imzasının bir örneğini bulun. Sonra da "ben her hücreme kadar Atatürkçüyüm ve Ergenekon safsatasına da artık destek vermiyorum; Deniz Feneri’nden de elimi çektim" diye yazıp, altına ıslak imzayı basın! Gönderin Adlî Tıb’ba veya istediğiniz makama. "İmza ıslaktır" diye babalar gibi belgeyi de alın. Sonra da…" diyor!
Kerem Doksat Hoca'nın sözlerinin altına isteyene sulu, isteyene kuru gidecek imzamı, ben de çakarım!...
Sarı Paşam, Gâzi Paşam; Cumhûriyet, sana ve arkadaşlarına çok yakışmışmış ama bize bol! Bu cumhûr kiiim, cumhûriyet kim? Tebaalık, kulluk, yalakalık varken; cumhurluk, özgür bireylik, vatandaşlık bizim neyimize?
Bir de Cumhuriyeti koruyup kollamakla görevli, Atatürk'ümün halefi Paşam'ın hâline bakın Allah aşkına?
Cumhuriyet Bayramın Kutlu olsun Paşam!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ekim 27, 2009

KONGREYE DOĞRU...

Herkesi adaylığa çağıran ama ülkücülerin adaylığına asla izin vermeyen ve sokağa yasakladığı taraftar gençliğini Ülkü Devlerine saldırttıran Bahçeli, birkaç gün kala bütün milleti kongreye ve sonrasında da hayâli mitinglere dâvet ediyor!
Ülküdaşlıkla, taraftarlık arasındaki uçurum ölçekli fark, maalesef yok edilmiş! Aylardır iltifat ve teşekkürler yanında tazyîklere hatta tehdîtlere muhatabım. Gönüldaşlarımı üzmemek adına becerebildiğimce ilgisiz davrandım! Ama yetti artık!
Doğru insanın yapması gereken ve normal işlerin erdem diye tarif edildiği, erdemsiz günlerdeyiz!
Birini tenkîd ederseniz sizi hemen bir yerlerin adamı ederler! Bunu yapamasalar hain der kenara çıkarlar! Bu ithâmı kolayca yapanlar; "Aynaya bakan kendini görür." den de habersizler!...
Bu memlekette, 1980'li yıllarda; "Senin katilin, benim katilim." yarıştırıldı! Her iki hasım grup ta, kendi arkadaşlarına kahraman dedi. Garip ve doğrudur ki 12 Eylül 1980 öncesinin can alanları da, can verenleri de gerçekten kahramanlardı.
1990'lı yıllarda; "Senin hırsızın, benim hırsızım..." yarıştırıldı!
2000'li yıllarda ise maalesef; "Senin hâinin, benim hâinim" yarışı başlatılmış! Ne yana dönseniz hâin doldurulmuş!
*Bu memlekette birileri; karşıtlarını hâin ilan etmeden önce, ilk ABD'de telâffuz edilen, sonra Türkiye'deki müstemleke valisinin seslendirdiği sonra da Bahçeli'nin, tek başına aldığı erken seçim kararının, AKP'nin oluşması senaryosunun gereği olup olmadığını, izaha mecbûr değil mi?
*Bu memlekette birileri; birilerini hain ilan etmeden önce son seçimlerden 1,5 yıl önce, ABD büyük elçisinin, herkesten önce ziyareti ve parlemanto dışındaki MHP Genel Başkanına; "Sayın genel başkan, sizinle çok uzun süreli birlikteliğimiz olacak." şeklindeki buyruk temennî(!)sinin, ne anlama geldiğini, açıklamak zorunda değil mi?
*Bu memlekette birileri; birilerini hain ilan etmeden önce, daha millet vekilleri mazbatalarını almamışken meclise girileceğini açıklayarak A. Gül'ün Köşk'e çıkmasına engeli ortadan kaldırış sebebini açıklamaya mecbûr değil mi?
Duyarlı, yiğit Türkler; sizlerden çok önemsediğim bir ricam var. Seçim sath-ı mailinde yetmişe yakın ilimizde miting yapamayanların, parti kongresine günler kala yaptığı miting davetlerine, inanıp inanmadığınızı Allah rızası için ulaştırın Balgat'a! Seslenin ki belki delegeler de duyarlar!
Ülkü Ocaklarına sokağı yasaklayan ama genel başkan adaylarına saldırtan, anti demokrat Çiçek Bahçesi seracısının yanlışlarını söylemenin adı her neyse, bu fiili işlemeye devam edeceğim!....
Hayatımızın hiç bir yerinde olmayan ve kuşağım ülkücüler üzerinde zerre kadar hakkı olmayan Bahçeli'nin hatalarını söylediğimiz için taraftarlara göre neysek, buna yüksünmeden devam edeceğim! Çünkü bu karşı duruşla, Başbuğum'a, ülküdaşlarıma ve şühedâma sâdık kaldığım inancındayım.
Bahçeli ve yol Arkadaşlarına muhalif olarak, birbirimize can borçlu olduğumuz ülküdaşlarımla birlikte duruşumu, isteyen istediği gibi yorumlamakta serbesttir! Milletine, devletine, teşkilatlarına sadâkati, Başbuğ'dan tescilli bir mücadele adamına; sadece genel başkanlığa aday olduğu için hâin diye ve tekbîrlerle saldıran karakterleri de milletin ve ülkücülerin vicdanlarına havale ederim.
Dostlar; ya ilgilenmeyeceksiniz, ya da doğruları geciktirmeden söyleyeceksiniz. Hür akıl ve vicdân böyle emreder. Sen, ben susarsak ülkücülüğümüz mü kalır? Alinin, velinin genel başkanlığından bize ne? Kime ne?
Bizim gibi duramayan, tavrı bize benzemeyen, bizimle tokalaştığında elini yıkayıp üç kolonyalı mendille silen ama PKK'nın siyasal uzantılarıyla tokalaşıp 10,5 saat rahatsız olmayanın, biz sanal tehditler alırken PeKaKa'lılar ve işbirlikçi Karen Fogg çocuklarınca alkışlanan birinin diplomatik-demokratik uzlaşmalarından bize ne?
Ülkücüyüm diyen MHP delegeleri, bu sözüm özellikle size; Önce ülkücülerin adaylığının yasaklandığı bir kongre, sonra miting vaatleri!... Niye önce mitingler, arada da kongre değil? Biz ve millet de inanalım değil mi?
İsteyen istediği gibi yorumlamakta serbesttir. Teröristten, bölücüden, hâinden millet-devlet düşmanlarından esirgemediğimiz bu canı, elbette ülkücülerden, hiç esirgemeyiz! Biz ölümü, binlerce ülküdaşımızla binlerce kere öldürüp gömdük!...
"Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle." dedikten sonra da susarsak namertiz!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ekim 24, 2009

D.B.P. KONGRESİNE DOĞRU...

Hainler Türklüğe saldırıyorken/ Ülküdaşlarımdan gümânım benim,
Sol yanım ağrıya tiryâki zâten/ Her yanım ağrıyor, her yanım benim! (M.Aslan)
12 kötü adamı ifşa eden Bahçeli'nin, kendi kötülerinden haberi var mı? Her kongre öncesi, adaylığını açıklayan Ülkü Devleri'ne saldıran bu kötülerden habersiz mi? Rahşan'a Meclis kürsüsünden cevap veren Ülkü Devi Ali Güngör'ü cezalandıran Devlet Bahçeli; bu ağaç kurtçuklarını neden hiç bilmez?
Gayr-ı millî 12 kötü adamın karşısına, defalarca 12 iyi adam koymak ülkücü camia için çok kolay!
Çiçek bahçesinde, serada kimyasal gübrelerle gelişip obezleşmiş, büyük-küçük bilmez, edepten-âdaptan yoksun; devlet-millet düşmanlarına karşı demokrat, PeKaKa'lılara, DTP'lilere, Bahçeli'ye hakaret eden AKP'lilere karşı engin hoş görülü ama Ülkü Devleri'ne karşı tarifsiz kindâr ve saldırgan bu hormonlu sera dikenlerine karşı neden ilaçlama yapmaz?
Ülkücülerin, felekten gayrı güçlerinin yetmeyeceği kimse yok!
Türk Milliyetçilerinin, kendinden saydıklarına gücü yetmiyor! Sapının kendilerinden olduğunu bildikleri baltanın demirine hiç kızmamışlar!
Taraftarlıkla ülküdaşlık arasındaki farkın farkında olamayan bu gençleri, atalarının üzerine gönderen; koltuğunu, her şeyden fazla önemsediğini, Ecevitler'e gösterdiği saygıyla ispatlayan Bahçeli'nin, yasal mitinglerde bile sokağa çıkma yasağı koyduğu, ülkücü çocuklarını kendisine rakip gördüğü, her Ülkü Devi'nin üzerine saldırtmasını anlayamıyorlar!
PeKaKa'nın siyasallaşmışlarıyla Gâzi meclis'in rengini tamamlayacak kadar diplomat, Gâzi Atatürk'ün makamına Türk kimliğinden rahatsız birini çıkaracak kadar demokrat, Ecevit ve Yılmazla birlikte uyum yasalarına, tahkim yasalarına imza koyabilecek kadar AB işbirlikçisi birinin; parti içi hizmet yarışındaki bu hırçınlığını, ülkücüye karşı bu öfkesini, anlayamıyorlar!
Sadece hırçınlık yaptırdı diye, Başbuğ'un Oğlundan partiyi alarak Bahçeli'ye devreden -Ülkücü İrade adındaki- MHP Üst Delegelerinin, bu kîni sorgulayıp sorgulamayacağını merak ediyorlar!
Geçen hafta, MHP Genel Başkan adayı Hakkı Şafak Ses'e de saldırdılar! Hem de tekbîrlerle! Cuma namazı kılmayışını tenkîd eden Emekli Müftüyü karga tulumba partiden kovduran biri için, ülkücülüğünü Başbuğ'a ispatlamış birine, tekbîrlerle saldırdılar!
Sokaklardan, PeKaKa'lılardan, Bahçeli'ye olmadık hakaretleri yapan AKP'lilerden, Meclis'teki DTP'lilerden sakınılan bu salon magandaları; "Hareketin lideri Devlet Bahçeli" diye bağırıp çağırdılar! Oysa ülkücüler; 45 yıldır Ülkücü Hareketin Lideri olarak sadece Başbuğ'u bilmişlerdi!
Ve aynı anda PeKaKa'lılar, resmî törenlerle ülkemize giriyorlardı! Bu alçakların ülkemize girişlerini sağlayan, bir kaç gün önce; "Güzel şeyler olacak!" müjdesini veren A. Gül'ü, Köşk'e çıkaran da Hareketin Lideri Bahçeli'ydi!...
Bölücüler, işbirlikçiler, hainler karşısında suspus olan bu çocuklar, tekbîrlerle Ülkücü hareketin harcı, îman savaşçıları büyüklerine saldırdılar! Sol yanım ağrıdı! Nâtıkam durdu!
Çiçek bahçesi tezi ile bahçeleştirilen D.B.P.( Devlet Bahçeli Partisi)'nin; Türk Milliyetçilerine, Türkeş vârislerine tamamen yabancılaştığını, net olarak gözlemledim!
Bir de; "Bu günlerde MHP'yi karıştırmak için paralar harcandığı..."ndan bahsedenler var! Mübârekler, Google'dan bir sorsalar!... Son üç yılda MHP'nin hâzineden aldığı paranın 64 Trilyon 155 milyar olduğunu görürler! Sırça köşkte oturarak, taraftarca bağırmak için, kimlerin Bahçeli'den kaç para maaş aldıklarını da sormayı akıl ederler ve DBP (Devlet Bahçeli Partisi) genel başkanlığının neden bu kadar önemsendiğini de anlarlar!
Kimin umurunda millî bütünlük? Kimin umurunda Atatürk ve Türkeş Başbuğların emekleri? Kimin umurunda millî mîraslar?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

OYUNU BOZAN, KÖTÜ BORAZAN!

"Bu son şans, yoksa sil baştan olur." muş!
PeKaKa'nın yetkilendirdiği DTP adlı 'Sanal Parti' ile İçişleri Bakanı vasıtasıyla, gizlice anlaşıp gruplaşarak devlet otoritesini, demokrasiyi, insan haklarını, güvenlik güçlerine güveni, yasayı, hâkim-savcıları rencîde eden AKP grubunun Başbakanı, millî infiâl üzerine; siyâseten sokuldukları riskten, sıyrılmak manevrâsında!
PeKaKa'nın mermi harfli kitâbında, sanal parti DTP'nin molotof-taş-ateş harfli defterinde yazmadığını, bebek katilinin en kadim avukatından öğrendiğimiz "Şark kurnazlığı"na, Başbakan mecbûr kaldı!
Çocukken grup oyunlarımız vardı. Ekip başlarının, çocukları paylaşarak kurdukları ekipler arasında çok iddiâlı oyunlar oynardık. Her oyunda başaranlar ve başaramayan, başaramayınca ezilen, ezilince de mızıkçılık yapanlar olurdu. Oyun bozan mızıkçılar; "Oyunu bozan, kötü borazan!" tekerlemesiyle cezalandırılır ve birkaç gün oyuna alınmazdı. Fark ettirmeden çocukları
gözeten komşu amcalar, teyzeler de korodan, yüksek sesli tekerlemeyi duyunca müdahele ederlerdi.
Mızıkçıyı ayıplayarak evine gönderdikten sonra, tekerlemeci çocukları da; "Yeter, ayıptır." diye sustururlardı.
Başbakan; devlet yönetimini, çocuk oyunu zannetti galiba!
Rüyada mı gördüğü, kulağına gaipten mi fısıldandığı, Sâid-i Kürdî'den mi, Ahmet Kaya'dan mı, iki cihanda lekeli serçeden mi ilhâm aldığı bilinemeyen âni bir kararla; kürt açılımı, demokratik açılım, millî birlik projesi diye saat başı adı değiştirilen bir kurguyla; kendi grubundan seçtiği ekip ve sanal parti DTP ekibiyle, kuralları olmayan tehlikeli bir oyuna soyundu!
Bu oyunun kuralları yoktu veya bilinmiyordu! Kuralları bilinmeyen oyun da elbette bozulacaktı ve bozulması için bir mızıkçı şarttı. Sanal parti DTP, İmralı yol haritasını kurallaştırarak oynadı. "Güç bendeee!" zanneden Başbakan, oyun arkadaşı DTP'nin, PeKaKa kurallarıyla oynadığını, teslîm alınmak üzere olduğunu görünce ve bu kuralsız oyunun seyirci çoğunluğunu teşkil eden AKP Grubundan da itirazlar olunca, mızıkçılığa başladı!
Eve Dönüş Yasası'na göre, İmralı canisinin verdiği emirle düze inen; "Pişman değiliz. Sayın önderimizin emriyle, bedel ödemeye hazır ve barış elçileri olarak geldik. TeCe'den ve AKP'den isteklerimiz de şunlardır." diye 9 maddelik notayı okuyunca; devlete, millete, hukuka, siyâsete, cumhuriyete ve yasa uygulayıcı hakim-savcılara kafa tutanların zorla kahramanlaşmaları üzerine, geri adım attı!...
Yıllardır sürdürülen hataların en büyüğü buydu! Hatanın tahribâtı büyüktü! Son olarak adı "Millî Birlik Projesi" koyulan kuralsız oyun, millî birliği hiç olmadığı kadar tehdît ediyordu!
Hukuk devletinin olmazsa olmazı adâlette adâletsizlik yapıldı! Terörist, sâbit ikâmet adresi Kandil Dağı olan, pişman olmadığını, İmralı'nın emriyle barış elçisi olarak geldiğini haykıranlar Hukuk çâresizliği ile serbest bırakılırken, apo resimli gazete sallayana, ceza verdirildi! PeKaKa'lılık, teröristlik, bölücülük, Mehmetçiğe kurşun sıkmak suç değil; resmî kamu araç ve imkânlarıyla teröristlere karşılama törenleri, çadırlar, araç konvoyları kurmak suç değil, gazete sallamak suç!
Hayatlarının en güzel dönemlerini, teröristlerle mücâdeleyle geçirmek suç! Üstün hizmet madalyalı, anlı-şanlı Paşalar, Kurmaylar tutuklu! Atatürk'e, vatan ve cumhuriyeti mîras bırakan şühedâya sadâkat; devlete, Bayrağa, Türk milletine bağlılık suç! Milliyetçi-ulusalcı, sâbit ikâmet adresli kişiler tutuklu! Teröristler, câniler, zorba galip edâlı barış elçileri serbest!
Şehît Ailaleri'nin, Gâzilerin demokratik haklarını kullanmaları suç, onlara biber gazı-cop; bu sâdık millet evlâtlarını şehîd eden, uzuvlarını alan kalleşlere resmî törenler, havaî fişekler, davullu zurnalı karşılamalar: Demokratlık, millî birlik!
Silah arkadaşları Paşalar cezaevindeyken demokratlaşan Genel Kurmay Başkanlığı'nın benimkiyle eş değer bir yaptırım gücü olan; "Asla kabul edilemez!" beyanatına rağmen hazmede-hazmettire hainler, bölücüler, teröristler, mehmetçik katilleri alçaklar; ayaklarına götürülen hakimler eliyle serbest!...
İnfiâl zirvede! "Ne mutlu Türk'üm diyene" diyen Türklerin gözleri dağlara yönelince, mızıkçılık yapan çocuk misâli; ".... yoksaaaa sil baştan olur." muş!
Hadi ordan! Oyunu bozan, kötü borazan!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ekim 23, 2009

CUMHÛRA ZULMEDEN CUMHÛRİYET!...

Uykudayım ve karabasan görüyorum!
Kasabanın, köyün, mahallenin itleri; yetmemiş gibi diğer mahallelerden, hatta daha uzaklardan bağını koparmış itler, başıboş-salahana itler bir araya getirilmişler ve hırlıyorlar!...
Köpekten korkmadığımı, rüyada olmama rağmen biliyorum ama bu kadar itin bir araya gelip salya-sümük hırlamasından, havlamasından, diş göstermesinden rahatsızım!...
Bir taş! Bir taş, bir taş alabilsem... Bir taş atabilsem... Veya taş alabilmek için elimi bir oynatabilsem; ne it kalacak ne de karabasan biliyorum!...
Kollarım bağlı sanki ama bağ göremiyorum!
Bileklerim bağlı sanki ama kelepçe göremiyorum!
Kolumda bağ, bileğimde kelepçe, ayağımda pıranga yokken niye kıpırdayamıyorum? Niye elimi oynatamıyor, kolumu kaldıramıyorum? Felç miyim yoksa?!
Hadi bedenim felç, tamam! Derdi veren devâ da verir tevekkülle beklerim tamam! Sesime ne oldu peki? Niye çıkmıyor sesim? Niye; "Hooşşşt! Kude!" diyemiyorum?
Sıkılıyorum! Daralıyorum! Öfkeleniyorum! Bağırabilmek, elimi oynatabilmek, kolumu kaldırabilmek için çırpınmağa çırpınıyorum! İçine düştüğüm kendimle, kendimce mücâdele ediyorum çâresiz! Kendi içimde, kendimle yaptığım bu ölümüne mücâdelede boğuluyorum nerdeyse!
Veeee;
"Allaaaaah!" diyerek uyanıyorum...
Gerçekte korkmadığım ama rüyamda karabasanım olmuş itlere; "Hooşşşt!" diyemeden uyanan bedenime, it gibi aciz bir yaratığın karabasan olmasına izin veren uykudaki beynime, beynime hükmedemeyen aklıma, akılımı kontrolüne alamamış îmanıma öfkeleniyorum!
Aslında hayvan sevmeme rağmen bütün itlerden nefret ederek, öfkeyle titriyorum bir süre!...
Sakinleşinceye kadar bir kaç derin solukla kelime-i şehâdet getiriyorum. Bir kaç derin soluk süresince bildiğim duaları sıralıyorum kalbimin en derinlerinden...
Sonra elimi, kolumu, dilimi, ayaklarımı, bedenimi zapt eden, aklımı beynime hapsederek en sevdiğim hayvanlardan karabasan icâd eden, hâin gücü merak ediyorum ölesiye!...
Çok bildik, çok âşina olunan; sağcı-solcu, milliyetçi-ümmetçi, ülkücü-devrimci her kesimin aşık olduğu bu haspanın, "Demokrasi" olduğunu fark edince tamamen uyanarak; elim-kolum bağlanıyor yeniden!...
-Kuduzlarda dahil- itimizin bağını açıp sokaklara başıboş salan: Demokrasi!
Havlayan, hırlayan, başıboş, kuduz itlere kimse atamasın diye taşları bağlayan: Demokrasi!
Emânete hiyânet edenlere, Allah ile aldatanları alçakça alkışlayanlara, beyt-ül malı talan edenlere, şehîdimize kurşun sıkanları törenle dağdan indirenlere, tepeden tırnağa kanlı katilleri "barış elçisi" diye kan davalılarına zorla dayatanlara, işbirlikçilere, teslîmiyetçilere; kendilerini cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, vekil eden sistemle nankörce mücâdeleye girişen, alt kimlik kompleksli karabudundan kişilere; teröristi topluma kazandırmak iddiası ile kahhar çoğunluğu isyâna özendirenlere; haklıyı zorbaya, mazlûmu zâlime ezdirenlere yardım eden demokrat maskelilere güç veren: Demokrasi!
Câhili ehîl, mü'mini lâin, hâini şahin, mecnûnu, kâhin; milletin % 95'inin küfrettiğine, vatandaşın % 47'sinin oyu ile iş başına getirdiklerinin kahramanlaştırarak sahiplenmesine izin veren güç: Demokrasi!...
"Muîni zâlimin dünyada erbâb-ı denâettir
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten" diyen Namık Kemal'e bir nazire de benden:
Ne Haçlı'dan, ne müşrîkten, ne de kâfirden çekmedik
Cumhûra haini seçtirerek çektiğimiz kadar Cumhûriyetten!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ekim 22, 2009

ALKIŞ, ALKIŞ, ALKIŞLAR!...

"Hakkı"n alınabileceğini, "Şafak"ları açan, yangın yürekleri ferahlatan bir "Ses"le, hayâl etmek bile çok güzelmiş! Ülkücü yürekler, heyecanı özlemiş!...
Söylerken dile kolay, anlatılırken dinleyene kolay; genel başkan seçilip kendine zorla lider dedirtenin isteği ile, "Ülkü Devleri"nden vaz geçmek, bilmeyene belki kolay!
Elbette kurttan kurt türeyecek. Yavru bozkurtları, ülkücülerin-bizim çocuklarımızı, genç ülkücüleri; genlerindeki Türk Milliyetçiliği duygularına seslenerek ve Alparslan Türkeş'in varlığını bütün dünyaya kabul ettirdiği Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı sıfatıyla, kongreden kongreye -özellikle-kullanılan "Lider-Teşkilat-Doktrin" formülüyle tahrîk ederek elde tutmak kolay!
El oğlunun 30 yıldır, -Emr-i Hakk'la Başbuğ'un alınmasından sonrası hâriç- aşamadıkları Türk Milliyetçiliği engelinin; her ortamda demokrasiyi araç kullandıklarını söyleyerek, demokrasiyi tramvay edip gereken durakta ineceklerini saklamadan, 'Köşk'te imam hatiplinin oturacağı günler yakındır.' diyerek, Türk kimliğinden ve Türk Milliyetçiliğinden rahatsızlıklarını hiç saklamadan gelenlerin; ümmetçilik ve demokras maskesiyle bölücülere insan hakları diye destek verenlerin önlerindeki engelleri demokrat(!)ça kaldırıp istedikleri yerlere gelmelerini seyrettikten sonra, girilen kongre sürecinde, ülkücüler arasında bağırıp çağırmak kolay!
Milliyetçi Haretket Partisi Genel Başkanlığı'na adaylığını açıklayan Hakkı Şafak Ses'i, yandaş tarifli bir televizyonda izledim. Çapraz sorulara doğaçlama verdiği akıl destekli, Ülkücü edepli, vakûr cevaplarıyla; "Hakkı" alabilecek, "Şafak" ları açan bir "Ses" olarak algıladım. Ülkücü irâde ile kurulacak yarınları hayâl ederek, heyecanlandım!...
Sevgili Yavuz Selim Demirağ'ın, MHP'den tasfiye edilen Ülkü Devleri listesini; her vilâyetten tasfiye edilenleri de ekleyerek istemediğimiz kadar uzatmak mümkün! Ne hikmetse ve nasıl anlaşılmaz, anlatılamaz bir hâl ise; tasfiye edilen Ülkü Devleri de, bu ülkü devlerini Bahçeli'ye rağmen sevdiğini söyleyen bütün ülkücüler de hain!...
MHP tarihine, taşınmaz bir yük olarak kalan hükümet ortaklığı günlerinde; ülkücü hareketin her milimetre karesinde var olan, Başbuğ'un cezaevinden ülkülerle irtibatını sağladığı ehîl bozkurtlardan olan ve Rahşan Ecevit'in ülkücülere saldırmasına, ülkücü yürekleri ferahlatan cevabı veren Ali Güngör'ü ihraç eden bu zihniyete göre; üç buçuk yıl ceket önü açılmadan, yanında sigara içilmeden ve ondan çok şey öğrenildiği ifâde edilerek korunan bir Koltuk uğruna, Ecevitler'e karşı Bahçelice susarak tahammül edemeyen Ali Güngör, hâin!
Tuğrul Türkeş'i; babasının partisi(!) elinden alındıktan sonra yalnız bırakmayarak Oğul Türkeş'le istifa eden, kurulan ATP (Alparslan Türkeş Partisi)'yi sonradan D. B.'nin yanına dönen Oğul Türkeş'e rağmen ayakta tutan, Başbuğun Teşkilatlardan sorumlu genel başkan yardımcısı Sn. Oktay Öztürk ve ülküdaşları, hain!...
Son İstanbul kongresinde, Devlet Bahçeli'ye rağmen kongreden görev talep eden Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı Suat Başaran'a neler denileceğinin işâreti, Bahçeli'nin ağzından salonda bizzat verildi!
Suat Başaran ve Atilla Kaya'yı hem yüreklerinden hem de protokolde değil, tirübünlerde Ülküdaşlarının arasında oturmalarından dolayı ayakta alkışlıyorum. Taraftarla ülküdaşın, yol arkadaşıyla ülküdaşın farkını ortaya koyan o kadar ülkücü tavırlar ki, özlemişiz!...
Galiba yolun sonu! Çıkabildiğimiz kadar çıkıp yukardan her yeri göz hapsine alarak kartallaşmak varken, inilebilecek en alçaklarda uçup akbabalardan, çalağanlardan korunan serçeliğe talipliğe karşı, Türkçe bir tavır duruşları... Çok hoşuma gitti! İki Genel başkan'a da yakıştı. Telefonla ulaşamadığım Atilla Kaya ve Suat Başaran Başkanlarımı bütün kalbimle alkışladığımı söylemesem olmazdı! Görüştükten sonra, kendilerinin de rızalarıyla yapılarına yakışan ifâdelerle, bu konuda yazmak istiyorum ki istemeseler de yazacağım!...
"Tendürek'te, Kop'ta, Palandöken'de/ Kurtların payı var gelip geçende/ Ki alırlar vermek istemesen de!"
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ekim 20, 2009

TESLÎM AÇILIMI...

Devlete çok açık dille verilen bir muhtıra, bir de nota var! Ve vallahi müzik notası değil!
Bebek katilinin, cezaevinden tâlimâtıyla teröristlikten tekaüt edilenler, barış elçileri olarak gönderildiler! Gâlip olduklarına, gerçekten elçi olduklarına o kadar eminler ki! Elçi olarak geldikleri yerin isteklerini de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı'na nota(!) olarak getirmişler! Elçilik ettikleri yerin, 9 maddelik isteklerini sıralıyorlar Güvenlik Güçlerinin muhteşem koruması altında, törenlerle karşılanırken!
TCK 221. maddeden istifâde etmek düşüncesiyle gelmediklerini, "... bu fedakarlığı göstererek ödenmesi gereken bedel ne ise ödemeye hazır" olduklarını belirterek ve zorbaca tavırlarla okuyorlar 9 maddelik notayı!
Hükümet ve siyasallaşmış teröristlerin ağzından, haftalardır dinlediğimiz "Demokratik Teslîm Olma Açılımı" maddelerini, İmralı mahkûmunun yol haritasının açıklanarak itirazsız uyulması taleplerini, hazmettiğimiz(!) için geçelim!...
Önemsenmezse suç sayılabilecek, demokratik iki maddeyi görelim "açılım" uğruna!
* Askeri ve siyasi alana dönük operasyonların durdurulmasını ve Kürt sorununun barışçıl ve demokratik siyasi çözümünün önünün açılmasını ... bağlı olarak Kürt halkının özgür iradesini esas alma temelinde diyalog ve müzakere yöntemiyle gerçekleştirilmesi...
* Kürdistan'ın köy, kasaba ve şehirlerinde özel harekatçı, korucu ve polisin baskı ve zulmünden uzak, yeterli imkanlara kavuşmuş ve güvenlik içinde yaşamanın temini ...
Notasını veriyorlar! Adamlar galipler ve elçiler ya!...
Hadi bunları hazmede-hazmettire önümüze getirdikleri için Nasrettin Hoca'nın çok bilinen fıkrasındaki; "Kıçımdan uzak!" mantığıyla; entelce, demokratça, diplomatça geçelim!
İlgili her kurumun ve kişinin bir konuya dikkatini çekmeye çalışalım biz de -eğer varsa- Türk'ün demokratik hakkını kullanarak!...
Bir de muhtıra var! Kimliği bende mahfûz, bir Eski Uzman Çavuş'un, yüreğimi parçalayan, onurumu kıran uzun iletisinden bölümler aktarayım. Askerî görevi suçu sayılan bu Uzmanımız der ki: " ... Gençliğini terörle mücadele ederek geçiren bu insanlar toplum dışına itiliyor! Bunlar toplum dışına itilirken pkk teröristlerine, iş imkanı sağlanıyor. Bu durum kanımıza dokunuyor! ... 12 yıl terörle mücadele ettim birçok arkadaşımı şehit verdim, birçoğunu gazi... Benden daha fazla mücadele veren arkadaşlarımı biliyorum. 7 yıl terörle mücadele ettikten sonra böbreklerinde sorun var diye ilişiği kesilmiş veya rahatsızlığından dolayı 3 aydan fazla hava değişimi aldığı için ilişiği kesilmiş bir çok arkadaşımız bunalım yaşayarak cinnet geçiriyorken pkk teröristlerine iş imkanı sağlanıyor! Bilindiği gibi eski hükümlüleri kurumlarda çalıştırma zorunluluğu var ve bu daha kapsamlı bir hale getirilerek daha 20-25 gün önce, teslim olmaktan başka çaresi kalmayarak Şırnak silopi karakoluna teslim olan teröristler, yasadan faydalandırılmak üzere aynı gün serbest bırakılıyorlar! ... Şimdi de bakıyoruz ki anlaşmalı olarak Kandil'den teröristler gönderiliyor, gelenler törenle karşılanıyor! ... Bizlerin ise; iş talebi için kurumlara gönderdiğimiz dilekçelere; "Durumunuza uygun kadro yok." ya da "Değerlendirilmeye alınmamıştır." cevapları veriliyor! Bir yanım; bu yalan ve olumsuz dilekçelere, içinden geldiği gibi küfret geç diyor fakat ailemin verdiği terbiyem müsade etmiyor! Öbür yanım ise; Mağdur olan uzman çavuş arkadaşlarını da topla ve meclis önünde; "BİZ TERÖRİSTİZ VE TESLİM OLMAYA GELDİK! Bizim de kanunen memuriyete atanma iznimiz var bizede iş ver!" diye bağır diyor! Bu durumda da düşmanı sevindirmek istemiyoruz! Ama kanımıza dokunuyor!..."
Benim de kanıma dokunan, sonuna kadar hak verdiğim Uzman Çavuşları temsîlen, kahramanlıkları başına belâ sayılan bir Yiğidimizin iletisini becerebildiğimce -kısaltarak- dikkatlere sunuyorum...
Aklı olan her kesin aklını uçurması gereken tehlîkenin, ayak seslerini duyan var mı?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ekim 19, 2009

ORTADA KUYU VAR, YANDAN GEÇ!

Kuyudakini çıkarmak için sarkıtılan ip kısaysa kuyu çok derin olur!
Veya kuyuya atılanı çıkarma rolüne soyunan, kuyuya kısa ip sarkıtırsa kuyudaki, ipi yakalamak için zıplayıp dururken yukarıdaki kısa ipi sallayarak oyun çıkarır!
Hele bir de kuyuya bir taş, bir deli tarafından atılmışsaaa! Seyreyle kırk kurnazın, kırk parça ipi, kırk elden, sinsice sallamasını!
Hayâli kuyulara, hayâli suçlarla kişiler atılmış; hayâlî kişiler, hayâli Karagöz-Hacivat atışmaları ve kısa iplerle, hayâli kuyu başında oyun çıkarıyorlar!
Galiba toplum olarak ta canımızı acıtan gerçeklerdense duymak istediğimiz yalanları tercih ederek hayâli kuyulara hayâli ipler sarkıtan yalancı hayâl tâcirlerine itibar ediyoruz!
Hâyâli çeteler, hayâli silahsız emekli darbeciler var! Aylardır niye tutuklandığını bilmeden yatanlar ve kuyudan çıkmak için ip bekleyenler var! Gerçek olan kuyu başında ise hayâli kısa ip atanları seyrediyoruz!
Hayâli davanın savcısı ile avukatı, mektuplaşıyorlar! Hayâli ve harîci postadan gelen bir paketin içini bilmedikleri için anlatamadan, adını "açılım" koyarak milletin başına belâ ettikten sonra, ipin ucunu kaçırdılar! Şimdi Temel'in minareden iple çekerek adam kurtarması mantığıyla, dağdaki bölücü, katil asileri demokrasi ipiyle yukardan çekerek kurtarmaya soyundular!
Adını medya koydukları basın-yayının başına gelenlerle ilgilenmedikleri gibi bir iktidar, basın-yayına yaptıklarını sahiplenmemek, diğeri iktidar-muhalefet demeden tarafsızca hür akıl ve vicdanla meselelere bakanların linç edilişine sessiz! Taraftarlar ise memnûniyetle seyirciliği tercih ediyor!
Mevcût hükümete muhalif yayın yapan dört özel televizyonun patronu veya kurucuları tutuklu! Bunlardan birinin Ankara Bürosunun reklâm ambargosuna muhatap olduğu için kapandığına şahitlik ettik içimiz kan ağlayarak!
İktidar öyle olsun istedi! Muhalefetten de hiç kimseden geçmiş olsun telefonu bile yok! Kuyuya atılan, gerçek habercilik yapmaya uğraşan bir yayın kuruluşu, yok edilişle, linçle başbaşa!
Bu konuda Prof.Dr.Özcan Yeniçeri'yi alkışlamak için umarım geç kalmamışımdır. Geç kalmışsam ikinci kere alkışlıyorum. Geçtiğimiz hafta, meseleleri bilenleriyle beyin zonklamaları/zonklatmaları yapan Cevizkabuğu'nda; Avrasya Televizyonu ve Türk basın-yayınının, medyasının meseleleri konuşuldu.
Program konukları, vasıflı münevverlerdi. Türklüğü, "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyebilmeyi hem anlayan hem de yıllardır anlatmaya çalışan kanaat önderleriydi. Stratejist Prof.Dr.Ümit Özdağ'ın söyledikleri hatta ülkemizi bekleyen tehlikeleri gününden önce haber vermesi,çok münevverce bir davranıştı.
Telefonla katılan Türk Münevver Özcan Yeniçeri, zannederim izleyen her kesin yüreklerine su serpti. Hele Sn. Yeniçeri'nin; "Neyinize güveniyorsunuz?" sorusuna verdiği;"Vicdânıma ve kendime..." cevabıyla coştum. Türk münevverlerin var olduğunu hissederek heyecanlandım, biraz daha cesâretlendim ve böyle bir münevverin varlığıyla iftihar ettim.
Siyâseten gösterdiği adrese itiraz hakkımı saklı tutarak, yine telefonla katılan Nihat Genç'le de uçtum tek kelimeyle! Bir; "Cephede iki türlü ölünür. Ya saldırırken göğüsten alınır kurşun, ya da kaçarken arkadan! Ben de akıllı çocuğum. Arkamdan vurulmamak için saldırıyorum." tavrı, bir de;"Kendi ceza sahasından aldığı topu, kişisel gayretleriyle rakip kale önüne kadar taşıyan ve verdiği pasın taca atılmasına ..." itirâzını ve bu yüzden ekip adamlığından vaz geçmasini de çok keyifle kabullendim.
Zannederim eş zamanlı olarak ben de; "Kuvâ-y-ı Seyyâre"liğimi ilan ederken; "Kuvâ-y-ı Seyyâre, tek yaşar, tek savaşır ve tek ölür. Mükâfatı ise cenâze merâsimindeki cemaati kadardır." diyordum.
Duyarlı her kese seslenmek durumundayım!
Sandık başında, demokratik despotlar genel başkanlara noterlik yaparak iş verdiğimiz demokrasiyi araç kullananlarca, bizden birileri kuyuya atıldı! Birileri de kuyu başında kısa iple hem kuyudakileri, hem de bizi oyalıyor!
Hadi hep berâber kuyu başına ve hep birlikte; "Türk Yusufları" kuyudan çıkarmak için ip uzatmaya, ip yoksa komando zinciriyle kuyudaki Yusuflarımızı çıkarmaya!...
Yoksa kısa sürede, hepimiz ayrı ayrı kuyularda ip bekleyeceğiz!
Kurnazlar da; "Ortada kuyu var, yandan geç." diye demokratlık oynayacaklar!
"Felek her türlü esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin/ Dönersem kahpeyim millet yolunda azîmetten."
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ekim 18, 2009

TARAFSIZ ÇOĞUNLUĞA...

Bî-tarafın ber-taraf edildiğini, yâni tarafsızın önemsenmeyerek bir kenara atıldığını biliriz ama bilmesine rağmen unutmuş ve demokratlıklarına, entellektüelliklerine toz kondurmayanlara, bir kere daha hatırlatmak, becerebilirsem tahrîk etmek niyetindeyim! Niye mi?
Anlatmağa çalışayım; yıllardır, sohbet ve münakaşalarımızla inandıklarımızı, çâre olarak gördüklerimizi söylüyoruz. Söyleyeceğiz, söyleyecekler...
Söyleyenlerden rahatsız olmadığımız gibi, söylediklerimizden rahatsız olanlardan da rahatsız değiliz. En azından ben değilim...
Milleti, toplumu, halkı hep mazur görenlerdenim ama bu gün hiç söylemeyip susmamacasına söylenenlere bulaşacağım!
Siyasetle, fikrî kişiliğimin oluşmaya başladığı 1967 yılından beri ilgiliyim. Yıllardır ilgimle ilgilenmeyenlerin çoğunluğu ve galibiyetlerine rağmen ilgilenmekten vaz geçmedim! Politikanın ne içindeyim, ne dışında! Her zaman siyâsetin merkezindeyim ama hiç adaylık düşünmem! Millet vekili sıfatıyla, bir genel başkanın vekili olarak Meclis'e gitmeyi düşünmedim, düşünmüyorum, düşünmeyeceğim ama millet vekili sıfatıyla Meclis'e girip genel başkana amigoluk edenleri uyarmağa, onları bu davranışa mecbûr eden seçim yasalarıyla uğraşmağa, dolayısıyla da siyaset yapmağa devam edeceğim...
Ataerkil bir aile çocuğu olarak büyüklerime, cemaat içinde de soru sorma şımarıklık hakkımı hep kullandım!
Sene 1970 veya 1971... Ülkemizde sağ-sol kutuplaşmaları, yeni yeni başlamış... Görüş farklılığından can almalar tek-tük...
İki arkadaşımla köyümüze gittik. Dedem; ilerlemiş yaşına rağmen hâlâ tırpan çekebilecek kadar dinç ve ailevî otoritesinden zerre taviz vermeyen bir aile büyüğü... Fikir çatışmalarını, sağ-sol kamplaşmalarını ve nedenini, Dedem'e sordum. " Oğlum, serçe yeniden yürüyüş öğrenmeğe heveslenmiş, kendi yürüyüşünü de kaybetmiş ve kalmış zıplaya-zıplaya! Daha çoook zıplarız!" demişti! Ben yaşından dolayı bunadığını sanarak üstelememiştim. Hatta gizlice bunayan Dedem'e gülmüştüm bile!
Dedem'in ne dediğini anladığımda ise binlerce yetişmiş vatan-millet evlâdı, birbirimizi öldürmüş, "Netekim Paşa"nın toplama kamplarında Amerikan vâri demokrasi dersi alıyorduk ve hâlâ zıplıyorduk! Çok gariptir hâlâ zıplamaya devam ediyoruz!
Dinciler, İslâmcılar nazarında Türklüğün yasak, yobaz laikler nazarında dindarlığın ayıp sayılması komedisini görmemize rağmen zıplıyoruz! Biz zıpladıkça AB adıyla, ABD adıyla Haçlı, kıçıyla gülüyor!...
Şimdi kendilerini "Partiler Üstü" gören ukalalara, parti beğenmedikleri için seçim sandığına gitmeyen ve artık çoğunluk olan tarafsızlara saldırmağa, bir şeyler söylemeğe niyetliyim. Belki de çok kıymetli dostları sıkacağımı bilerek -özürle- bu ukalalara bulaşmak becerebilirsem tahrîk zorundayım. Çünkü seçimin ayak seslerini duyuyorum artık!
Sandıkta hakkını kullanmayanların, vatandaşlık görevini yapmayanların, kimseyi tenkîd etme hakkı yoktur. Onlar, havanda su dövemeyecek kadar zavallı, kimseye güvenemeyecek kadar eminlikten uzak, ölüm gelince komşuya atacak kadar korkaklardır! Sanal ortamlarda korkaklıklarına kendilerince bir maske takarak, sahte adlarla bir şeyler yapar görünmek, bu acizlerin yapabilecekleri tek şeydir! Sanal dünyalarında, hayâli dünyalarını ters çevirirler ama kimse tarafından muhatap alınmazlar!...
Bizler, bir şeyler söylüyoruz söylemeğe hakkımız var. Sandığa da gidiyoruz, seçim süresince yasal propoganda hakkımızı da kullanıyoruz. Birilerine göre yanlış yapıyor olabiliriz ama o birileri de bize göre yanlış yapıyorlar.
Yedi yıl önce uzaktan kumandalı "İnadına Tayyip" sloganı, fırtınalaştığında bu sanal kahramanlar sandığa gitselerdi şu an meclis, farklı olmaz mıydı?
Şu anki demokratik despotizm, elbette bu kendilerini "Partiler Üstü" zanneden korkakları korkutacaktır.
Bizler ise ihânet odaklarının, Karen Fogg çocuklarının, "...gaflet,dalâlet ve hatta hiyânet içinde..." olanların inadına, parti beğenmeyen ezici çoğunluğun inadına, sandıkta bu demokrat despotizme kafa tutacağız! Direniyoruz, direneceğiz...
Eğer birilerini rahatsız edeceksek, Vallahi de Billahi de bu vatandaşlık görevini yapamayacak kadar korkak, sahte-sanal-entelleri incitmeliyiz!...
Ülkücü kimliğimle, bu memlekette Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına ilk rahmet yazanlardanım! Bizler, mert hasımlarımıza saygılı olmaktan öte, onları seviyoruz! Onları özlüyoruz!...
O kimlikli, kişilikli rakiplerimizin kendilerini evlerine hapsetmeleri yüzündendir ki şimdi bu "Partiler Üstü" kimlikli acizler çoğunluk ve gûya karşı oldukları, demokrat maskeli birilerine milleti mahkûm ediyorlar!
Sağcı-Solcu, Ülkücü-Devrimci, Sosyal Demokrat-Demokratik Solcu, milliyetçi-halkçı, Atatürkçü-Ümmetçi demeden bütün duyarlı yüreklere yalvararak sesleniyorum;
Allah aşkına evlerinizden çıkın artık! Şu demokrasiyi tramvaylaştıranlara görünün artık! Görmüyor musunuz size nasıl ihtiyâç var!
TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ekim 17, 2009

BEĞ'LİKTEN AĞALIĞA, SÜVARİLİKTEN JOKEYLİĞE...

"Atla katır tepişir, arada eşeğin canı çıkar!" demişler de atla katır tepişirken ahır sahibi ne iş yaparmış? Atla katır tepişip eşeği ziyân ederken seyis neredeymiş? Atalar, bunu söylememişler, vazifemiz olmayan işe karışmayalım öğüdünü vermek istemişler gâliba!
Eyyâmcılığın, bana neciliğin, aymazlığın avâmcası olsa gerek!
Atla katır tepişirken; ahırın sahibi bizler yâni devlet kurmakla haklı olarak övünen, yıktığımız devletlerden utancımızı haklı olarak saklayan bizler; seyisliğimizi, ahır sahipliğimizi, ata-katıra-eşeğe sahiplik sorumluluğumuzu ne yapacağız?
Zâten batıdan almaya çalıştığımız günden beri elimizi ayağımızı dolaştıran, çarşafımızı ayağımıza dolaştıran demokrasi yüzünden; anlayamadığımız, yeterince algılayamadığımız insan hakları yüzünden ahırımızdaki atımızın, eşeğimizin, katırımızın yularını başkalarına kiralayarak "Beğ"likten "ağa"lığa inerek tembelleştik!
Süvarilikten jokeyliğe inerek terfî ettiğimizi zannettik! İyi biniciler olduğumuz için başkasının atıyla paralı yarışlara girip at sahibini zenginleştirirken yarışlardan sonra hep yaya kaldık!
Az kazandığımız kendi işimizin patronuyken bol maaşla birilerinin müdürü, genel müdürü, bilmem nesi olurken kapı kulu olduğumuzu, hiç aklımızda yokken kapı önüne koyulabileceğimizi hiç düşünmedik!
El atına binenin çabuk inceğini, on binlerce yıllık süvari bir millet olmamıza rağmen bir türlü öğrenemedik!
Millet olamadan devlet olmanın mümkün olmadığını en iyi bilen millet olmamıza rağmen; milletlikten halklığa inip halklıktan ümmetliğe doğru zorlamalarla sürüklenirken alçaldığımızı mı, yükseldiğimizi mi anlayamadık ta anlayamadık!
Ümmetin oluşmasına, gerçek manada ümmetçiliğin yaşamasına Arap Şövenizmi veya aşiret taasubu ile izin vermeyen Emevî dayatmasının, dîn olmadığını anlayamadığımız gibi anlayıp anlatanların derilerini soyduk şeriat adına!
Ümmetçiliğe izin vermeyen din maskeli Arap taassubuyla, en güçlü ve en zayıf zamanlarımızda Haçlı'ya karşı hep tek bırakıldık! Bu teamülleşmiş hatalar ve hatalarımızdan dolayı da dindaşlarımızdan koptuk!
İnsanlarımızı tebaalıktan vatandaşlığa terfi ettiren Cumhuriye sâyesinde, demokrasiyi araç kullanan ümmetçiler; yıllarca dînî söylemlerle oy alıp iktidar olduktan sonra; "Haçlı Seferi" olduğunu saklamadan, demokrasi getirmek vaadiyle dört yüz yıllık tebaamızı, dindaşımız, sınır komşumuz Irak'ı işgâl eden, bu süreçte işgalciliğin, zûlmün her çeşidini pervâsızca yapan, müslüman kadınlara kızlara tecâvüz eden ABD askelerine dualar ettiler, görmedik görmezden, duymazdan geldik!
Ümmetçiliğin, panislamizmin mümkün olamayacağını, buna en büyük engelin de din diye dayatılan Emevî Şövenizmi olduğunu fark ederek yüzlerce yıl sonra yeniden milletliğe, milliyetçiliğe dönerek koca bir İslam İmparatorluğu molozlarından, Haçlı'nın bütün hesaplarını alt üst ederek bir "Ulus Devlet" çıkardık.
Bu molozlardan bir millî devlet çıkarmayı ve çıkardığı devleti cumhura-millete emânet eden; şahlığa, sultanlığa, hükümdarlığa, padişahlığa, halifeliğe, kişisel hükümranlığa son veren Muhteşem Türk Atatürk'le başlayan milletleşme, millîleşme sürecini, bir daha kesintiye uğrattık dîn taasubuyla!
Elbette; "Diş ağrıdığında ağız ah çeker.", elbette vücûdun neresi ağrırsa ağrısın, ağız iniler!
Devlet olarak, devletli millet olarak, bedenimizin nersi ağrırsa ağrısın sadece of çekmekle mi mükellefiz? Ne oldu bize?
Bir yandan sosyalistlik, sosyal demokratlık, demoktratik solculuk v.s. ile diğer yandan ümmetçilikle içten içten kemirilerek, benzer söylemlerle; "halklar, halkların eşitliği, halkların kardeşliği, halklara özgürlük" sloganlarıyla veya "dinde üstünlük takvâ iledir. Milliyetçilik, kavmiyetçilik harâmdır." dînî dayatmalarla, kırk yıldır ayrıştırılmaya çalışılan millet; artık açıkça ötekilerin sayısının otuz altıya çıkarılmak istendiği bir dağıtılma ile karşı karşıya!
Bu ayrıştırmacılığın, bu tebaayı vatandaş eden milî bütünlüğün hasımlarının kullandıkları slogan da demokratik açılım!
Biz; bu, beğlikten ağalığa, patronluktan müdürlüğe, süvarilikten jokeyliğe indirgenerek terfî ettiğimizi zannetme kapı kulluğu zihniyetinden kurtulmadıkça; ahırımıza sahiplenerek, mal sahipliğimizi hatırlayarak atı tavlasına, katırı ve merkebi yerlerine bağlamadıkça atla katırımız daha çoook tepişir ve arada eşeğimizin canı çoook çıkar!
Ya milletliğimizin farkına vararak kenetlenip bir ve iri olacağız; irileşip diri olacağız ya da ümmetleştik derken Haçlı bize de demokrasi getirmek için bir kıyak yapacak!
Hadi Allah aşkına, atlarımıza binmek ve sefer için süvarileşmek üzere ahırlarımıza...
Seferde at lazımdır. Katır ve eşeğin belki cephede işleri vardır ama cepheyi açmadık daha!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ekim 16, 2009

KORKUMUN KORKUSU...

Kırıldıklarıma hakkımı helâl ederek ve nefsimin tahrîkiyle kırdıklarımdan helâllik dileyerek başlamak istiyorum!...
Saat, gecenin yarısını iki saatten fazla geçmiş. Yaratan'ımla,vicdânımla, kendimle başbaşayım. Kimseye bir şey anlatabilecek ve kimseden bir şey dinleyebilecek halde değilim! Beynimde fırtınalar var! Canım sıkkın. Ruhum izlediği dünyevî işlerin basitliği karşısında isyankar!...
Düşünce mensûbu her kes bir yerlerle kavgalı! Kavga edenler de, saldırılan kavga edilen yerlerde görev yapanlar da insan! İnsan içindeki insan, insanla kavgalı! Sürek avında insan, hayvanla kavgalı! Orman yakarken insan, nebatla kavgalı! Dere yatağına yerleşirken insan, ekolojik dengeye kafa tutarak tabiatla kavgalı! Ateistse, inkârcıysa insan veya tarikatçıysa, cemaatçiyse, bir yere ve şeyhe bağlıysa şirke düşen insan, Yaratan'la kavgalı!
Bu kavga, yeni değil!
Kur'an-ı Kerim'den; "Hatırla ki, Rabbin meleklere; Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbîh ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara; Sizin bilemeyeceğinizi her halde ben bilirim, dedi."-Bakara 30-
" Biz: Ey Adem! Sen ve eşin beraberce cennete yerleşin, orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yiyin, sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik" -Bakara 35-
" Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine; bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yer yüzünde barınak ve belli zamana dek yaşamak vardır dedik." -Bakara 36- Derken Adem, Rabbinden bir kısım kelimeler öğrendi. Rabbi de bu yüzden Adem'in tevbesini kabul buyurdu. Şüphesiz ki O , tevbeleri çok kabul eden ve rahmeti bol olandır." O kelimeler: "Rabbimiz biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen muhakkak hüsrana uğrayanlardan olacağız." -Araf 23- Kelimeleridir.
Âyetlerden okuduklarımıza göre Hz. Adem ve Hz.Havva ile insanlığın yeryüzüne indirilmesiyle başlayan; çok zâlimce, çok nankörce, çok zayıfça, çok insanca bir çekişme var...
Bizler de o insanların devamı olarak aynı çekişmeleri devamla meşgulüz! Yani bizler de; nefislerimize zulmedenlerdeniz. Eğer bizi de bağışlamaz ve esirgemezse muhakkak ki hüsrana uğrayanlardan olacağız !...
Korkuyu hepimiz biliriz ama neden, nereden, kimden korkacağımızı bilmeyiz! Kimimiz ölümden, kimimiz hastalıktan, kimimiz yoksulluktan, kimimiz yasalardan, kimimiz kuvvetliden korkarız!
Asıl korkulması gerekeni, korkuyu da Yaratan'ı, korkuyu Yaratan'dan korkmayı unuturuz!...
Allah Korkusu'nun mükemmel bir tarifi olduğu için bir kıssayı, bir daha hatırlatacağım...
Yavuz Sultan Selim Han devri... Sadâret, sadrâzamlık makamı yani günümüz başbakanlık makamı, boştur. Yavuz; fısıltıyla ilk divanda sadrazam atayacağını, duyurur. Paşaların, tamamı Enderun'lu yani tahsilli, diplomalı kimselerdir. Sadece Pîrî Mehmet Paşa, alaylıdır. Serhadden serhadde, savaştan savaşa koşarak yetişmiş bir gâzi, iman ve bileğinin gücüyle paşadır...
Divan günü; paşalar, saatinden çok önceden koşarak Padişah'a yakın bir yer kapar otururlar. Hepsinin hayâlinde sadrazamlık vardır. Pîrî Mehmet Paşa ise divana bir kaç dakika kala salona gelir çıkışa yakın, Pâdişâha uzak bir sandalye bularak oturur...
Yavuz, salona gelir. Selam sabahtan sonra Dîvan'ı açar.
- Paşalar! Bir karara vardım. Ne dersüz?... Diyerek kararını açıklar. Açıkladığı karar, yüzde yüz devletin aleyhinedir! Sonra, meşveret gereği;
- Falan paşa! ne dersün? diye sırayla paşalara sorar. Aldığı cevaplar;
- Muvafıktır Hünkarım! Çok doğrudur Hünkarım! Siz yeryüzünde Allah'ın sâyesisiniz, yanlış yapmazsınız Hünkarım! Ve benzeri şekildedir.
Sıra, en sona kalan Pîrî Mehmet Paşa'ya gelir;
- Bre Pîrî! Sen ne dersün?
- Külliyen yanlıştır Hünkarım!
Şeklindeki cevapla, dîvana bomba düşer! Her kes Koca Yavuz'un gazabını düşünerek titremeye başlar.
Yavuz;
- Bre Paşa! Bizden korkmaz mısın? Bilmez misin biz kelle alırız? Diye kükrer! Cevap ta saygılı, aynı erkek tonlamadadır;
- Haşa Hünkarım! Yüreğimizi Allah korkusu öylesine kaplamıştır ki başka korkuya asla yer yoktur! Ve Pîrî Mehmet Paşa, sadrazamdır...
Sıra hissede; korkularımızı, Allah Korkusu ile yok etmediğimiz, asıl korkmamız gerekeni unutup beşerî korkularla vakit geçirdiğimiz sürece, eğer bizi bağışlamaz ve esirgemezse -korkarım- hüsrâna uğrayanlardanız!
Allah, hiç birimizi hüsrâna uğrayanlardan etmesin inşallah...
"VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ekim 14, 2009

KUVÂ-Y-I SEYYÂRELER İŞ BAŞINA...

MHP Kongresine günler kaldı. Koray Aydın'ın, Tüzükte istenenden fazlasını topladığı imzaları geçersiz sayarak yasa ve tüzük tanımazlığını bir daha gösteren Devlet Bahçeli'ye kızarak, ülkücülükten, "9 Işık"çılıktan uzaklaştırdığı, sıradanlaştırdığı MHP'me yanarak Koray Aydın'ın sürdürdüğü hukûki süreci bekleyecek, kongreyle ilgilenmeyecektim.
Ama Başbuğ Alparslan Türkeş'in, 1980 öncesinde var olanlar içinden "Eğitimci" olarak seçtiği otuz ehîl ülkücüden biri olan Hakkı Şafak Ses'in adaylığını açıklaması üzerine, ilgisiz kalamadım.
Sadece kongrelerde ve Gençlere -12 yılda- Başbuğ unutturularak telaffuz edilen; "Lider, Teşkilât, Doktrin" formülü, Bahçeli yandaşı sitelerde yine gündemde! Bu formülden hareketle, Bahçeli'ye muhalif ve genel başkanlığa aday olanlar, gûya formüle uymadığı için ânında hâin!...
Yapmayın Türk Milletinin istikbâli, Başbuğ'un vârisleri Bozkurtlar!
Üçlü formül vardır ve ülkücüyüm diyen hiç kimse de itiraz etmez ama bu hareketin lideri tektir o da Başbuğ Alparslan Türkeş'tir. Lidere sadâkat, Başbuğa sadâkattir. Partinin kuruluş yıldönümünde hatıra pullarına, Başbuğ'un değil kendinin resmini koyan kişi mi Lidere sâdık? Her genel başkan da lider olmaz. Eğer öyleyse A.Kerim Doğru ve Ali Koç neden lider değil? Tuğrul Türkeş te hem de Başbuğ'un oğlu olarak genel başkanlık yaptı. Ona niye lider denmez? Yapmayın!
Teşkilatlar Başbuğumuzun ülkücülere miraslarıdır. Şu anda söz konusu olan teşkilatları yeniden diriltmek mücâdelesi yâni olağan nöbet devir teslîmi talebidir.
Doktrine gelince; MHP'nin ve Ülkücü Hareketin doktrini "9 Işık"tır. On iki yılda Devlet Bahçeli'den kaç kere "9 Işık" duydunuz? Doktrini, 9 Işık'ı hiç telaffuz etmeyip yerine; Farklılıkların farkındalıkla ülke yönetimi, Toplumsal dayanışmanın siyasal iz düşümü, siyasallaşmış PeKaKa'lılarla Gâzi Meclis'in rengini tamamlayarak demokratlık, Diyarbakır'da ülküdaşımızın canları, ikbâlleri, istikbâlleri pahasına kurulan partiyi kapatmak, millet tarifinde "Ne mozaiği ulan?" itirâzına "Çiçek Bahçesi" ile muhalefet etmek, muhalif il-ilçe yönetimlerini feshederek ele geçirdiği Genel Başkanlık sultasında ısrarcılık mı doktrine sadâkat?
Etmeyin Bozkurtlar!
Bahçeli'nin sırayla teşkilatlardan ihraç ettiği ve uzaklaştırdığı Ülkü Devleri, meşrû zeminlerde haklarını, emânetlerini sormasınlar mı?
Açılımla, saçılımla milletliğimiz, devletliğimiz târ u mâr ediliyor! Daldan dala, konudan konuya hür aklın-vicdânın cesâretiyle gezerken; Allah'ın hikmetlerinden sözün kudretiyle, söz; taraftarlığa, yol arkadaşlığına, yoldaşlığa, ülküdaşlığa, MHP Kongresi'ne gelince susalım mı?
Gezen-dolaşan, hiç bir yere ve kişiye bağlı olmayan, hür-seyyâr kuvvet anlamında ve coşkulu-öfkeli bir ânımda söyleyerek üzerime aldığım, Başbuğ'dan sonra hep öyle kaldığım "Kuvâ-y-ı Seyyâre"liği yapmayalım mı? Yeri gelmişken Kuvâ-y-ı Seyyârelikten biraz bahsedelim.
Kuvâ-y-ı Seyyâre, durağan değildir. Hürdür, hür akıllıdır. Kula kulluğu esâret, Allah'a kulluğu hürriyetin imparatorluğu kabûl eder. Kuvâ-y-ı Seyyâre; lâzım olduğu yerde çağrılmadan ve gerektiği şekilde olur. Savaşsa savaşa, mücâdeleyse mücâdeleye katılır, işi bittikten sonra da sessizce dünyâsına döner. Allah'tan gayrı hiç bir desteğe ihtiyâcı yoktur. Kuvâ-y-ı Seyyâre tek yaşar, Allah'a teslîmiyetle hür aklının yardımıyla; doğru zamanda, doğru zemînde, doğru gördüğü safta yer tutar. Tuttuğu safta, can verip düşmedikçe gedik vermez! Hayâtının ve tekliğinin tek ödülü Allah rızası ve semeresi Kuvâ-y-ı Seyyâreliğidir!...
Hür akıl ve vicdânımızın yaptığı bu târife sâdık kalabilmek için nelere tahammül ettik? Hele ülküdaşlıkla taraftarlık arasındaki farkın farkında olamayan amigo akıllı, kirâlık vicdânlı, torpil ve referansla kulvarımıza girmiş "Yol Arkadaşları"nca isnât edilen "hâin" târifinde nasıl isyânlar ettik?!...
Oysa defalarca; "Ahmedin, Mehmedin genel başkanlık yarışından bize ne?"demiştik. Defâlarca; "Türk Milleti'nin terk edildiği sahipsizliğe, MHP'nin, emânet edilen ellerce hüviyetinden uzaklaştırıldığına itirâzımız var!" demiştik. Küsmeğe tenezzül etmediğimiz için taraftarlar dışında kimseyi de küstürmedik! Tek taraflı küsmeleri de önemsemedik!
Yeni bir yasal Genel Başkanlık yarışı ve yeni bir meşrû saflaşma dönemi... Kim, ne kadar sıkı saflar oluşturursa o kadar başarılı olacak ve o kadar meselelere sahip çıkma yetkisi alacaktır. Allah(c.c.), MHP'li delegelere emâneti ehline vermek ferâsetini, idrâkini nasip etsin.
Biz de Kuvâ-y-ı Seyyâre olarak lâzım olduğumuz yerde, gereken şekilde olur, işimiz bittiğinde de yine hür adresimize döneriz inşallah.
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ekim 11, 2009

ŞAFAĞA AKIN VAR!...

Tendürek'te, Kop'ta, Palandöken'de
Kurtların payı var gelip geçende
Ki alırlar vermek istemesende... (Arif Nihat ASYA)
Hollywood aktörlerine iftira ederek açılım reklamı yaptıranları, Başbakanlığa ve Köşk'e taşıyan; demokrasiyi araç kullandıklarını hiç saklamamış olanları yıllarca seyrederek meşrûlaştıran siyâset özürlülerinden birinden, bizimkinden yâni; "Ne mozaiği ulan?" diye mozaiğe, Türkiyeli'liğe itiraz eden bir hareketin genel başkanı olarak "Çiçek Bahçesi" deyip seracılığa soyunandan, gerçek hak sahipleri paylarını almak üzere yola çıkmışlar!
Kurtlarla dansın ancak filimlerde olabileceğinin hele bozkurtlarla asla dans edilemeyeceğinin ispatı için Bozkurtlar Ordusu, sefere çıkmış!
Haberi duyduğum andan itibaren, bir saat içinde 17 telefon görüşmesi yaptım! Bunlardan sadece iki tanesini, haberi teyit için ben arayarak yaptım.
Haberi; Dâvânın Aysbergleri'nden, edebi gereği popülerleşip tanınmaktansa bilinmeyi tercih eden, gerçek Ülkü Devleri'nden birinden, ilklerin içindeki bir kanaat önderinden, Garipkafkaslı'dan duydum. "Mustafa'm! Hakkı Şafakses, pazartesi günü MHP Genel Başkanlığı'na adaylığını açıklıyor. Partimizi, teşkilatlarımızı, kırk beş yıldır Milletimize sebîl ettiğimiz canlarımızın, şühedâmızın, ikbâllerin-istikbâllerin hakkını almak için ve bütün ülkücüleri davet ederek seferdeyiz!" diyordu Garipkafkaslı...
Bu arada, Garipkafkaslı'nın birinci derceden kan bağım olan bir büyüğüm olduğunu da söyleyerek iki kere heyecanlı, iki kere hevesli olduğumu da belirtmek isterim.
Garipkafkaslı; fıtrâten Türk ve Türk Milliyetçisi olan ailemizi, siyâseten sırasıyla Türkeşçi, MHP'li ve Ülkücüleştiren fikir adamı... Garipkafkaslı;
"Bu vatanı/Toprak olan/ Öz canımla/Bu toprakta/Men gurmusam./Kaygısına/Men galmışam/Yarasıyla/Kavrulanda,/Acısıyla/Uyananda,/“Su!” diyerek,/ İnleyerek/O yananda/ Kanım ile/Suvarmışam/ Dik dur... Menim bayrağımsan/ Dökme kaşın!/ Eğme başın!/Olsa derdin/ Ağrın alım/ Kaygısına/ Goy men galım/Sen bayrağım;/ Hem bu günüm/ Hem sabahım.../ Sen menim/ Gözüme bak,/ Gözlerimden/ Özüme bak./ Gir içime/ Oku beni,/ Öz aklına/ Doku beni./ Ben giderim,/ Biz göçeriz,/ Bos yerimiz/ Doldurulur./ Eğme başın/ Dik dur Hânım!/Yoksa benim/ Sonum olur." diye haykıran yüreğin sahibi..
Hakkı Şafakses'i akranım ve bizden 10 yaş genç olan bütün ülkücüler tanırlar. Ülkücülerin, Şafakses'in soy adından hareketle ve tevâfûken şafağa en yakın zifiri karanlığı idrâk ettiklerine inanmak istiyorum.
Îmanlı açılımcıların, sıraya koydukları teslîmiyet hareketlerinin peşpeşe sıralandığı bu zor ve çetin günlerde, Türk Milleti'nin siyâseten adresi MHP'nin sessizliğini, yorumlamak sıkıntısındaydık! Ve bu sessizlik; zamansız ve ölçüsüz bağırmalarla kamufle ediliyordu!
"Ne mozaiği ulan?" itirazına; Çiçek Bahçesi, farklılıkların farkındalık, Gâzi meclis'in rengini siyâsallaşmış bölücülerle tamamlamak, işgâldeki Doğu Türkistan'da bölücülerle karşılıklı göbekler atarak ve Türk Milliyetçilerini inciterek girilen demokratlaşma yarışına, son günlerde kongre atmosferine heyecan katmak için Oktay Vural ağzından; "Biz de ne mozaiği ulan, mermeriz mermer!" diyerek ara verip yeniden sessizleşiliyordu!
Bütün ülkücüleri, kabına ve yuvasına çekilmeğe mecbûr eden bu renksizlik sessizliğinde Hakkı Şafakses'in çıkışı, ilaç gibi gelecek!
Dâvânın asıl sahipleri, Başbuğ'un gerçek Delikanlıları, Dâvânın Aysbergleri; gördükleri kıvılcımı anında körükleyerek çok kısa bir sürede ülkenin her yerinden Üç Hilalli Sancağın görülmesini sağlayacak şekilde ateşliyorlar...
Gerçekten akın var ve doğru zamanda, doğru zeminde, merkeze "Şafak"ta akın var ise, Şafağa açılan "ses"i duydunuzsa kolay gele Ülkücüler! Kolay gele!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BÖYLE Mİ OLMALIYDI?...

Ümraniye Bombaları davasının, tutuksuz sanıklarından, Gazeteci Hayrullah Mahmut Özgür'ün,
8 Mayıs 2009'da; "Bana R. T. Erdoğan’ın Amerikan Konsolosluğu’nda C. Zapsu ile yaptığı bir görüşmenin kaydı geldi. ... Başbakan Erdoğan, Amerikalıların karşısında iktidara gelmesi halinde yapacaklarını tek tek sayıyor. O cd’yi 50 milyon dolara vereceklerini söylediler. Ben üstlerime ... ...'a ilettim. ... almadı, 20 milyon dolara indirdiler. Parasız verirlerse yayımlayacağını söyledi. ... O kayıtlar, AKP’yi yıkabilirdi. Baykal, Bahçeli, Ağar, iktidara talip olmadıkları için kabul etmediler. ... Neo Sevr dediğimiz ABD ile gizli anlaşma. Anayasa değişiklikleri, Kürdistanın kurulması, büyük Ermeni devleti. ... TSK’nin etkisizleştirilmesinin konuşulduğu şeylerdi." şeklinde ifâdesi dolaşıyor haber sitelerinde!
Adı sonradan "Ergenekon"laştırılan bu mahkeme sürecinde, seyrettiklerimizi hatırlayalım:
Kürt Açılımı,Tarihle yüzleşme-özür-Ermeni Açılımı, Patrikhanenin ekümeniklik Açılımı, Kürtçe ve başka dillerde radyo-tevizyon Açılımı, Alevi Açılımı, Köylerin-yaylaların adlarının değiştirilmesi Açılımı, Asimetrik harekâtla T. S. K.'ni yıpratma Açılımı, Demokrasiyi Ordu'nun vesâyetinden çıkarıp Avrupa ve cemaatler vesâyetine sokma Açılımı, cezaevlerindeki örgüt üyelerinin demokrasi sayesinde Gâzi Meclis'te dokunulmazlık kazanma Açılımı, Siyasallaşan bölücülerin Kürdistan sınırı belirleme Açılımı, İstanbul'un Kürt ili ilan edilmesi Açılımı, Askerimizin, madalyalı kahramanların görevlerinden dolayı yargılanmaları Açılımı, Polisimizin şehirlerde PeKaKa'lılar karşısında demokrasi kelepçesiyle çâresizleştirilmesi Açılımı, Kaymakamın terörist cenâzesi törenini seyre mecbûr bırakılması Açılımı, minârelerimizden Türk-Atatürk ve Ordumuza methiye mahyâlarının indirilmesi Açılımı, "Ne mutlu Türk'üm diyene" katalizör düşüncenin tahrîk sebebi sayılması Açılımı veee en sonunda, bütün bu açılımları cem eden "Millî Birlik Projesi" açılımı!
Allah, müstehâkınızı versin!
Allah ile aldatanlarla biz baş edemedik, edemeyeceğiz gâliba, Allah ıslâh etsin!
Araçlaştırılan demokrasi sâyesinde Cumhuriyet Banisini Osmanlı Hanedanıyla mukayese de bu açılımların sağladığı entelliklerden! Bu açılımlar açılımı ve bir cenâze vesîlesiyle hayattaki Osmanoğulları'nı izledik ekranlarda. Yandaş ekrânların birinde Şehzâde Yavuz Selim Osmanoğlu'nun; "Bir yerden maaş alıyorlar mı?" sorusuna irticâlen verdiği; "Biz, Osmanlıyız. Sadece veririz." cevâbıyla çarpılmıştım! Dedem'in; "Beylik, vermekledir." sözünü hatırlamış ve gayrı ihtiyâri sadece veren gencecik Şehzâde ile sadece almakla övünen, kurnaz-demokrat-seçilmiş yöneticileri mukayese etmiştim!
Biri aptalca sadece vermekle, diğeri kurnazca-hârisçe sadece almakla kaim!...
Lisede ayakkabısının delik olduğunu, bir kaç yıl önce partisine maaşlı İl Başkanlığı yaptığını bildiğimiz, şimdi ise dünyanın en zengin sekiz liderinden biri olmasıyla övündüğümüz, suçlu demokrasinin Başbakanzâdeleriyle, bakanzâdeleriyle Şehzâdeyi mukayese ettim sessizce!...
Sadece vermekle mükellef olduğuna inananları tahttan indirerek getirdiği demokrasiyi araç olarak kullananların, tramvay sayıp gereken durakta ineceklerini söyleyenlerin, Muhteşem Türk Atatürk'ün sistemi sayesinde kazandıkları dolayısıyla hiç te şükrân duymadıklarını anladım!
Dahası sadece almakla yetinmeyip Atatürk ve sistemi sâyesinde elde ettikleri "Demokratik Saltanat" gücüyle, millete aptal muamelesi yaptıklarını gördüm!
Sisteme savaş açmış AKP kurmaylarından, Kubilay'ı dîn ve hilâfet adına kesenin torunu olduğu söylenen Bülent Arınç'ın; Orduyu töhmet altında bırakmak için Güneydoğuda askerlik yapanların tamamının Anadolu çocukları olduğunu ve torpillilerin rahat yerlerde askerlik yaptıklarını söylerken mesâne rahatsızlığından çürüğe çıkıp askere hiç gitmeyen ve bir kaç ay sonra dünyayı yerinden oynatan bir düğünle evlenebilen Başbakanzâde 'Torpilsiz Çocuğu' unutmaya ve unutturmaya çalıştığını düşündüm!
Cumhuriyetle, böyle mi olmalıydı? Allah müstehakınızı versin ne deyim?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ekim 09, 2009

DEMEDİLER DEMEYİN!...

"Lâ havle velâ kuvvete illâ billah il aliyyül azîm."
Dağdakinin inip bağdakini kovması, "Yersiz geldi yerli kaç." mantıksız uyarısı, bu olsa gerek!
Demokrasiyi araç kullanan, illegal örgüt üyeleri bölücülüğü siyasallaştırıp Gâzi Meclis'e taşıyorlar! Demokrasi gereği seçimlerden sonra, Kürdistan sınırları belirliyorlar! İstanbul'u en büyük Kürt ili olarak ilan ediyorlar! "Diyarbekirspor modern Kürt sporunun bir temsilcisidir." diyerek şehir takımına başka bir ülkenin takımıymış edâsı yüklüyorlar! Güneydoğu Anadolu'da başka bir millet, başka bir devletmişler gibi davranıyorlar! Bütçemizden devasa paralar alıp vergi vermiyorlar, elektrik-su parası ödemiyorlar! Askere gitmemeyi mahâret saymakla yetinmeyip Mehmetçiğimize kurşun sıkıyorlar!
Sermâyesi kaleşnikof, uyuşturucu ve kadından başka malları olmayan, illegal bir anonim şirket görünümündeki PeKaKa'yı, demokratik haklarla legalleştirmeğe çalışıyorlar! Bu başkaldırıya yenik düşerek veya AB'nin, ABD'nin, yâni Haçlı'nın tazyîkiyle ortaya atılan "açılım" bilmecesiyle Diyarbakır'a giden İçişleri Bakanı'nı kapalı kepenklerle karşılamakla yetinmeyip "İmralı sahnesi ağızdan dolma dekor tüfeğin" Suriye'den kovulduğu günün senesi diye polisi taşlıyorlar! Onların asayişini temin için orada ikâmet eden bir polis memuru ve iki ağabeyisini piknikten dönerken hunharca, kalleşçe, kahpece, puştça katlediyorlar! Ve bütün bunları ve daha fazlasını Türk Milleti'ne demokratik haklar veya Milli Birlik Projesi diye dayatıyorlar!
Bizler ise, Devletin aslî unsurları Türkler ise, devletçilik teamülümüzle ve devletlik kucaklayıcılığımızla; "Ne mutlu Türk olana." demeyip; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyoruz diye, bu kahpeleri tahrik ediyormuşuz!
Heeeey! Salaklığı karakter olan zavallı bölücüler!
Tahrîk olmazsanız, tahrîk olan yerinizi severiz sizin! Yeter artık!
Bir insanın bu kadar balık hafızalı olması için aptallığı yetmez! Osmanlı Devleti'nin son yüz yılı da dahil kaç kere isyan edildiğini ve kaç kere başlıların baş eğip, dizlilerin diz çöktüğünü hiç mi hatırlamıyorsunuz? Yoksa aptallıktan da öte deli misiniz siz? Yedi Düvel adıyla, en zor günlerimizde gelen Haçlı'ya ne vermişsek şimdi size de onu veririz! Akıllı olun!
Yüzlerce yıl Haçlı'ya karşı, daha dün Irak Baasçılarına, Saddam'a karşı bir Kürdümüzden vaz geçtiysek şimdi de sizin karşınızda Kürdümüzün saçının telinden vaz geçeriz!
"Ne mutlu Türk'üm diyene" diyenler olarak asla "Ya sev, ya terk et." diyenlerden olmayız! "Ya sev, ya da sev" deriz biz! Sevmeyene sevdirir, başlıysa baş eğdirir, dizliyse diz çöktürürüz! Bu özelliğimizledir ki binlerce yıldır devletliyiz biz!
Kucağımızda oturup sakalımızı yolduğunuz yeter! Sabrın da bir haddi vardır!
86 yıl önce şimdiki sizin destekçileriniz, bizim müttefikimiz görüntüsündeki Haçlıları kovarak yeniden; "Minâreleri süngü, kubbeleri miğfer"leştiren, Bayrağımıza semada, Ezanımıza gökkubbede hürriyetini iade eden Muhteşem Türk Atatürk ve silah arkadaşlarının emanetlerine hıyanet etmeyiz, niyetlenenlere de dünyayı dar ederiz.
Haçlı işgâlindeki Irak'ta, yüz binlerce tecavüz edilmiş müslüman kadının olduğu, peyda olmuş Haçlı piçlerini, analık duygusuyla kucağında taşıyan müslüman kadınların olduğu Irak'ta, minarelere hem de Arapça lafzıyla sayısız Ayet, mahya olarak asılsa ne yazar?
Allah'tan korkmuyorsanız, kuldan utanın! Eğer utanma ve korku duygularınız köreldiyse sonunuz yaklaşmıştır haberiniz ola!
Cami duvarına siğerek ecelinizi çağırıyorsunuz! Demediler demeyin!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SATIR ARALARI...

Saat başı değiştirilirken karmaşıklaştırılan, arap saçı sûni gündemi takipte, zorlanıyoruz. Yandaş medyayı izlemiyorum ama kocaman kocaman adamların, etkili enteller diye dayatılan aslında millet içinde en fazla küfre muhatap kişilerin, saatlerce yandaş ekranlarda, hararetle yaptıkları akıldânelikle uğraşmaya tenezzül etmeyeyim diyorum, bırakmıyorlar! Tahrîk olan bir tanıdık mutlaka arayarak; "Hocam! Ne diyooor?" diye ya okuduğum kitaptan, ya da çalıştığım konudan koparıyor beni!
Bu kadar aşureleştirilen, bilgi kirliliği ile sarılı aspragas sûni gündemler arasında, galiba asıl dikkat edilmesi gerekenler atlansın isteniyor! Hatırlayalım mı?
Mesela; Baykal, A. Gül'ün Meclis açılış konuşmasını tenkîd ederken Gül'ün Köşk'e çıkışını kolaylaştıranları yâni MHP'yi de adını vermeden tenkîd etti! Söylediği doğru ama siyâseten riskli! Çünkü; " -Tencere dibin kara! - Senin ki benden kara!" tekerlemesine dönmez mi bu iş! Bu sataşmaya cevâben Bahçeli; "Yasaklı Tayyip Erdoğan'ın yasaklarını kaldırttırarak Başbakan olmasını sağlayan CHP'de yaptıklarının nelere mal olduğunu bir gözden geçirsin!" derse ne derler?
Meselâ; Erdoğan parti kongresinde kendi düşüncesine ve Türk Kimliğinden rahatsız olan her kese göre "Türkiyeli"yi tarif ederken isimler saydı! Ama saydığı şahsîyetler ve isimler arasında; Türkiye'yi Haçlı işgâlinden kurtarıp camileri yeniden "minâresi süngü, kubbesi miğfer" eden, yalaka-îmansız din bezirgânlarını işgâlcilere duadan men eden, kellesini koltuğuna alıp sîne-i millete dönerek minârelere Ezan-ı Muhammedi'yi, gönderlere ay-yıldızlı Al Bayrağımızı iade eden bize göre Muhteşem Türk Atatürk, onlara göre Osmanlı Paşası Mustafa Kemâl niye yoktu?
Meselâ; Yıllarca yırtınarak, Türk Milliyetçiliğinin siyâseten temsilcisi MHP'nin, demokrat Genel başkanı tarafından icat edilen "Çiçek Bahçesi" tarifine itiraz ettik. "Mevsimlik nebâttan, gıdası gübre olan bitkiden Millet tarifi çıkmaz! Mozaiği kabul etmeyen biz, ancak renkli mermerin renkleriyiz." diye kendimizi parçaladık ama dikkate alınmadık! T. Erdoğan'ın mozaiği tarif ederkenki isimler de hatırlatılarak sorulduğunda Oktay Vural'ın; "Biz de Ne mozaiği ulaaan? Mermeriz mermer diyoruz!" cevabıyla gelinen noktayı niye atladık? MHP yanlışından mı döndü, yoksa MHP tavanında da tabandaki ayrışma mı gerçekleşti? MHP'nin son günlerdeki, aktif kişiliği Oktay Vural'la Genel Başkan arasında bir fikir farklılığı mı var? Yoksa ayrı bir kongre taktiği mi?
Meselâ: İstanbul'un kurtuluşunu kutlamak için cami minarelerine asılan, millî onurumuzu okşayan mahyalar kaldırıldı! Bu mahyalar; 86 yıl önce, Haçlı İstanbul'u işgâl ettiğinde de sökülmüştü! Millî Görüşçülerin, demokrasiyi tramvay edip gereken durakta ineceklerini söyleyenlerin, Yeniden Osmanlıcıların, İkinci Cumhuriyetçilerin, Ordu düşmanlarının, Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına karşı açık savaş ilan edenlerin, siyâsallaşmış bölücülerin, çuval olup ağız ettikleri Bülent Arınç'ın; "Daha kapsayıcı olabilirdi. Eleştirilere katılıyoruz." yorumunu, bize Türkçe tercüme ve tefsîr edebilecek bir müfessir var mı?
Meselâ; hayatî derecede önemli bir satır arası: 1 Ekim 2009 tarihli, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg imzasıyla gönderilen raporun 73. maddesinde ki; "Özellikle Eylül 2008’de kurulan Hak ve Eşitlik Partisi adında ki yeni partinin ... manifestolarının ortaya konmasına karşı dikkatli olması ve bunları ortadan kaldıracak gerekli tedbirleri alması çağrısını yapıyoruz." talebinden, kim benim anladığımı anlamıyor?
Aşağıdan yukarıdan, yolun sonu mu göründü? Kabak çiçeği gibi açılıp saçılarak Haçlı'nın şehevî arzularını artıran demokratların inadına yeniden bağımsızlık sancağını açan kişinin anlı-şanlı-kahraman bir Paşa olması, Haçlı'yı korkuttu mu? Yoksa bu karmaşada duruşuyla Türk yürekleri ferahlatan Pamukoğlu, hedefe mi koyuldu! Her iki halde de Pamukoğlu'nun doğruyu yaptığı ortaya çıkmaz mı?
Demek ki "bıçakla çorba içilmiyor"muş değil mi?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ekim 07, 2009

BU TÜFEK, GERİ TEPER...

A. Çehov: "Tiyatroda ilk sahnede, duvara asılı bir tüfek varsa, ilerleyen sahnelerde mutlaka patlar." der. Senaryosunu sadece finansörünün ve senaristinin bildiği bir tiyatro seyrediyoruz!
Birinci sahne, birinci perdeden beri duvarda ağızdan dolma bir av tüfeği asılı. Tüfeği; kim, ne zaman, nerede, nasıl dolduracak, kime kullanacak, tüfek patladığında hedefe bir şey yapabilecek mi, geri tepecek mi, yoksa kuru-sıkı mı, ...mi, ...mu, ...mü?...
Açılım oyununun ilk sahnesinin ilk perdesinde, üç kere adı değiştirilen bir zorlamayla muhatabız! Kürt Açılımı, Demokratik Açılım ve Millî Birlik Projesi diye daha ilk sahnede akılları karıştırmayı başaran senarist; İmralı sahnesinde duvara asarak gözümüze soktuğu, ağızdan dolma tüfeğin ne sahibi hakkında, ne de kime karşı kullanılacağı hakkında en ufak bir işâret vermiyor!
Bütün seyirciler oyunun ilk sahnesinin ilk perdesinde gözümüze sokulan ağızdan dolma av tüfeğine takılıp kaldık! Zannederim istenen tam da bu!
Perde açıldı. Sahne ışıkları yandı. Seyirciler sahne dekorunu en ince teferruatına kadar gözden geçirerek hafızaya aldı ve seyrederken alternatif sahneler hayal etmeğe başladı. Tahminine yakın sahnelerde aklıyla övünenler, ters düşünce hayrete düşenler oldu! Oyun devam ediyor...
Ali Kırca adındaki "Dolma Kalem"in; oyunun ilk perdesinin ilk sahnesinde duvarda asılı olarak gözümüze sokulan ağızdan dolma tüfeğin saçmaları görünümündeki çocukları konuşturduğundan beri, med-cezirlerdeyim!...
İmralıda duvara asılmış ağızdan dolma dekor malzemesini düşünüyorum. Kullanacak avcı olmazsa öylece, duvarda paslanıp çürüyecek. Kuvvetli bir silah olmadığı da biliniyor. Yabancı ellerde çok hoyratça kullanıldığını, kendisi söylemişti. Yâni olsa da olur, olmasa da...
1979 yılında "Ürün Dergisi"nde başlatılan; "Sosyalizm içeren bir Kürtçülük mü, yoksa Kürtçülük içeren bir sosyalizm mi?" tartışmalarını; aklıyla hafızasını birlikte kullanabilen münevverlerimiz hatırlıyor ve hatırlatıyorlar. Bu tartışmalar neticesinde PKK'lı olarak ilk dağa çıkanlar arasındaki Türk çocuklarını hatırlatıyorlar!
Dağda; senaristin, oyun içinde sahne değiştirerek "Kürtçülüğü besleyen sosyalizm"de karar kılması üzerine, Türk teröristlerin yerini Ermeniler ve gayr-ı müslîmler almaya başlıyor! İlk itlâf edilen teröristler içindeki sünnetsizleri, hatırlayalım...
Yine âkîl münevverlerimiz; 12 Eylül Kıyameti'nde hücre paylaştıkları Devrimci Önderlerden dinledikleriyle, çok meraklı ve çok soru sormasıyla dikkat çeken ve araştırılınca "Polisin adamı" olduğunun tesbît edildiği söylenen bir Abdullah Öcalan hatırlatıyorlar!
Senarist ve finansör; 15. Şubat.1998 de paket edilerek bize teslîm edilen, asılmadan muhafazası şart koşulan bu ağızdan dolma av tüfeğini, on iki yıldır oyunun ilk sahnesinin ilk perdesinden beri seyircinin gözüne gözüne sokuyorlar!
Uçakta gözleri ilk açıldığında; sünepeleşen, annesinin Türk olduğunu, Atatürk'e hayran ve bağlı olduğunu, yıllardır yabancı servisler tarafından kullanıldığını ve artık Türkiye'nin emrinde olduğunu söyleyen bu ağızdan dolma av tüfeğinin halini, çocuklarımıza unutturuyorlar!
İdam sehpasına gözlerini bağlatmadan çıkan, tabureyi kendileri tekmeleyerek erkekçe, Tekbîrle-nârayla can veren ve kahramanlaşan Ülkücüler ve Devrimcileri hatırlatıp bu sünepeden bir şey olur mu diye çocuklarımızın düşünmelerine mâni oluyorlar!
Şuuraltlarına bir savaşçı olarak yerleştirilmiş İmralı mahkûmu bebek katilinin, nasıl bir korkak olduğunu bilmeyen çocukların, çocukça konuşmalarıyla da fırtınalar koparmak istiyorlar!
Oyununa finansörlük eden AKP, düşündüğümüz gibi değilse, gerçekten "Millî Birlik Projesi" düşünüyorsa yandaş medya ve TRT vasıtasıyla neden İmralı mahkûmunun aczini ve karakterini çocuklarımıza hatırlatmıyor?
İmralı'dan seyircinin gözüne gözüne sokulan, bu av tüfeği bir kere patlatılırsa senaryonun gizemine mi zarar gelir?
N'olur hep beraber, bu tüfeği bir kere patlattıralım! Dekor değişirse sahne değişmez mi?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ekim 05, 2009

SARHOŞUN DEFTERİ OKUNMAZ...

Îslâh-ı nefs edip, Tekel madalya vermedi diye aslan sütü ile alâkamı -çok sevmeme rağmen- kesinceye kadar, akşamdan akşama içkinin hakkını verdiğimi söyleyebilirim.
Uzun yıllar, toplumun her kesiminden masa arkadaşlarımız oldu. Protokol masalarında da olduk, en raconlu "Delikanlı masaları"nda da...
Ve değişmez bir kuralını öğrenmiştik bu masaların: Sarhoşun defteri okunmaz! Çünkü bu meretin şişedeki gibi durmadığını, her kes bilir.
Müjde Ar'dan, kargalığa ve rehberliğe soyunan Serçemiz'in; "Üç kadeh içince yoldan geçene telefonunu verir, dördüncü kadehten sonra da Başbakan'ı arar!" şeklindeki tarifini duyunca, bir sarhoş defteri okuyarak günlerce tansiyonumu yükseltmiş olmama hayıflandım!
Başlamışken bir iki söz daha edeyim Dostlar:
Yine yıllarca "Delikanlı Masaları"ndan öğrendiğim; sarhoştan deli de korkak köpek te! Ve bunlar, yeminle söylerim tecrübeyle sabittir! Memleketin en saldırgan delisinin sarhoşken benden korktuğunu ve yine memleketin en saldırgan köpeğinin sarhoşken bana kuyruk salladığını gördüm!
Onlarca yıldır "Hazmettire hazmettire" gelişlerini izlediğimiz; halkçı solcularımızla devletçi milliyetçilerimizin "hazmede hazmede" önlerini açtıkları, birinin yasağını kaldırarak Başbakanlığa, diğerinin önünü açarak Köşk'e çıkışını sağlayan siyaset özürlülerimiz yüzünden, sarhoşun defteri okunmamalıyken -ki bunu delikanlılar yapar- 75 milyonluk bir ülkenin Başbakanı, sarhoştan "açılım" konusunda medet umuyormuş!
Allah aşkına Bekri Mustafa'nın imamlığından farkı ne?
Bekri Mustafa mâlum. Bir gün yolu imamsız bir köye düşer. Tesâdüf bu ya köyde bir cenâze vardır ve imamsızlıktan cenâze namazı kılamıyorlar. Bekri Mustafa'yı görenler sakalından ve kavuğundan cesaret alarak yalvar yakar namazı kıldırmaya ikna ederler. Bekri Mustafa namazı kıldırır sonra eğilerek mevtânın kulağına bir şeyler fısıldar ve cenâzeyi kaldırmalarını söyler. Cenâze defnedildikten sonra yakınlarından biri, merakla yanaşır; "Hoca Efendi! Allah aşkına rahmetlinin kulağına ne dediniz?" diye sorar. Bekri Mustafa bu samîmiyete kıyamaz; "Sana dünyayı sorarlarsa, Bekri imam olmuş de onlar anlarlar, dedim!" der...
Yine sarhoşluğun, adamın asıl kişiliğini yansıttığını öğrendik uzun yıllar meyhâneden. Aşağılık kompleksi olanların tamamına yakını sarhoş olduğunda, ayıkken gıpta ettiği her kesi, kendisi gibi zanneder! Yâni lekeliler, sarhoş olduklarında herkesi lekeli zanneder şekil A'da görüldüğü üzre!...
Tamam sarhoştan vaz geçtik! Sarhoşun defteri okunmaz da sarhoşun rehberliğine ihtiyaç duyan, gençliğinden beri içki içenleri imansızlıkla suçladığı söylenen Dindar Başbakan'ın bu sinekten yağ çıkarma operasyonunu ne yapalım?
Kılavuzlarından sanatçı, sarhoş; akademisyen olan ise bir elektronik ileti ile aldığını söylediği sanal tehdîtle ödü kopacak kadar korkak!
Ve; "Durmak yok, yola devam!" öyle mi? Ve bu kervân, yola devam edecek öyle mi?
Neresinden bakılırsa bakılsın; "Anayasa değişikliğine bu Meclis hazır değil!" diye satır arasında sakladıkları, önce "Kürt açılımı" sonra sırasıyla "Demokratik açılım" ve "MİLLİ BİRLİK projesi" diye adlandırarak karanlığa çaktıkları sinyallerle, seçim işâreti veriyorlar!
Millî Görüşçüyken millet adıyla ifâde ettikleri ümmeti, "Millî Birlik" maskesiyle kamufle ediyorlar ve biz de yedik!.. Gün ola harman ola! Yüksekten düşmenin riski biliniyordur umarım. Demokraside, -araç olarak kullanmak ta dahil- çâreler tükenmezmiş. Yine demokraside yıllar çok kısa, bir günse çok uzun zamanlarmış!
Raconlu masalardan öğrendiğimizle de rehberi sarhoş olanın yolunu kaybetmesi mukadderdir vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN SÜTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ekim 04, 2009

"BİZ BİLİRİZ BİZİM İŞLERİMİZİ"

Çanakkale'de kimler yokmuş, Sarıkamış'ta kimler yokmuş, Balkanlarda, Kafkaslar'da, Galiçya'da, Yemen Çöllerinde özetle savaşılması gereken yerlerde kimler yokmuş bilemem! Umrumda da değil! Er meydanında olanları bilirim! Ölümü öldürerek ölümsüzleşen Şühedâmı ve Kahramanı olmayan, kahramanı ölmeyen toplulukların millet olamayacağını bilirim!
İnsanlığın en eski tarihinden kötü Kabil'in, iyi Habil'i öldürmesiyle başlayan kardeşe ihânetin ve iyiyi öldüren kötüden yani Kabil'den töreyen kötü fıtratlı insanlarla muhataplığa mecbûr olduğumuzu bilirim!
İyiyi kötüden, güzeli çirkinden, merdi nâmertten, sâdıkı hâinden öğrenmek gereğini bilirim!
Er meydanında kimlerin olmadığı, umurumda değil! Meydanlarda gerektikleri gibi olan, milletine şân olabilmek için ölerek ölümsüzleşen Kahraman ceddimizi bilirim!
Yüzlerce yıl ana kucağından, baba ocağından uzak; Macaristan'dan Yemen Çölleri'ne, Kafkaslar'dan Basra kıyılarına kadar geniş bir coğrafyada; devletin bekası, milletin sefâsı ve Allah rızası için savaşan, ölerek ölümsüzleşen millet evlâtlarını bilirim.
Birinci Dünya Savaşı'nda masada yenik sayıldığımızı, ordumuzun lağvedildiğini, bütün tersânelerimizin işgâl edildiğini, başkent İstanbul'da camilerimize atların çekilip dansözlerin oynatıldığını ve bu hayâsız işgalci Haçlılara dualar eden o günün işbirlikçi-îmansız-teslimiyetçi şeyh-ül islâmlarını, dinden geçinen Allah ile kandırıcıları bilirim!
Bu işbirlikçi, korkak, hâin, teslîmiyetçi îmansızlara karşı îman üslûbuyla baş kaldıran; "Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne adam öldürmekten daha kötüdür. - Bakara 191-" Âyetiyle milleti millî Mücâdeleye sevk eden îman ehli, gerçek din adamlarını bilirim.
Sohbetleriyle, camilerde vaazlarıyla, şiirleriyle ve dergileriyle işgalcilere, işbirlikçilere, teslîmiyetçi Halife ve Şeyh'ül İslama baş kaldıran, millet evlâdı Mehmet Akif'i bilirim.
Şimdi rengini siyasallaşmış PeKaKa'lıların tamamladığı Gazi Meclis'e İstanbul'dan yaya kaçarak onbeş günde geldiği için ayak tırnakları düşen, toplantıya bu yüzden katılamayan ve izinli sayılması için meclis Kararı alınan Bursa Mebusu Mustafa Fehmi Beğ'i bilirim.
Sakarya Meydan Muharebesi sırasında, Yedi Düvel adıyla saldıran Haçlı ordularının Ankara'ya yaklaşmaları üzerine Meclis'i Kayseri'ye taşımayı teklif edenlere, o güne kadar sadece oylamalara katılıp hiç konuşmayan ve her kesin hayret yüklü bakışları arasında kürsüye çıkarak; "Lafım kısadır. Biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa savaşarak ölmeğe mi?" diye kükreyen Dersim Mebusu Diyap Ağa'yı bilirim.
O zamanki ve bu günkü müttefiklerimiz tarafından "hasta adam" diye ilan edilen, sağken parçalanmaya çalışılan, yüzlerce yılın birikmiş Haçlı öfkesi ve kiniyle intikam için saldıran yedi Düvel'e karşı; yalın ayak-baş açık, yiyecek ve giyeceksiz, ordusuz baş kaldıran, ölümüne savaşıyla her biri ayrı ayrı destanlaşan Kahraman Türk Milletini bilirim.
Bir televizyonumuzda jenerik olarak kullanılan, hafızama kazınan bir Türkmenin; "Biz; Demirci Efelerin, Çakıcıların, Yörük Alilerin torunlarıyız. Gerekirse yeniden yalınayak dağlara çıkar ve hainlere bir santimlik yaşayacak yer bırakmayız." sözlerini ve en öfkeli anında bile sadece dağdaki hainleri hedef alacak kadar Türkçe soğuk kanlılığı, aklından Kürt Kardeşlerine kızmayı bile geçirmeyen asil sağ duyulu davranışı bilirim...
Açılımdan, saçılımdan anlamam! Er Meydanlarından kaçanlarla asla ilgilenmem! Canları pahasına kahramanlaşarak özlümsüzleşen Dedelerimizin, Atatürk ve Arkadaşlarının bizlere bıraktığı emânete gerektiğinde aynı bedelle sahip çıkacağımızı; bu mukaddes vatanın ovalarının, dağlarının, şehirlerinin, kırsalının da bizim olduğunu ve ancak aldığımız bedelle vereceğimizi ve bunun da imkânsız olduğunu bilirim.
Eceli gelen köpeğin cami duvarına siğdiğini bilirim! Hem insanların, hem de etobur bütün hayvanların yemesine rağmen, yılda sadece bir yavru yapan ama hep sürü halinde olan koyunlara bakarak her seferinde 7-8 tane enikleyen ve sokaklarda hayvanseverler tarafından korunmaya alınmış köpeklerden, hiç sürü oluşamadığını da bilirim!
Kurdun kurtça, itin itçe-sinsice davranmasının yaratılış gereği olduğunu ve her kesin kendisine ve fıtratına uygun olarak davranacağını da bilirim.
Türk Milleti olarak neleri bildiğimizi bilmeyenlere tekrar öğretmek için de Türk sabrıyla beklemede olduğumuzu ve balık hafızalı zavallılara hatırlatmayı da görevim bilirim! "Biz biliriz bizim işlerimizi."
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ekim 02, 2009

HÂİN, SEVGİDEN ANLAMAZ...

Hâini korkaklığından tanır, duruşundan anlarız! Sapının bizden olduğunu bildiğimiz balta, ne kadar canımızı acıtsa da sapının hatırına demire kızmaya tenezzül etmeyiz!
Kızgın bir ânımda, bizimkilerden birine; "Korkakların en büyük rakîbi karanlıkta tek başına yürürken, kendi ayak sesleridir." demiştim.
Bu gün Osmanoğulları, şehzâdeler, beyzâdelerle ilgili yazacaktım. Ama duruşuyla korkaklığını bağıran bir "dolma kalem"in paniği, bu yazıma neden oldu!
Beyzâde Orhan Osmanoğlu'nun, bir tv programında söyledikleri ile çok duygulandım. "Biz aile olarak Cumhuriyetin aleyhinde bir hareket yapmayı düşünsek, Avrupa'da her hangi bir ülkeden yapardık. Zâten onlar da hemen kucak açarlardı. Aileden her hangi biri böyle bir şeye tevessül etse ilk önce ben sorgularım. Bizim Türkiye'den sadece bir ricâmız var; Bizi sevin! Çünkü biz, Türkiye'yi çok seviyoruz. Siyâsiler de lütfen bizim üzerimizden siyâset yapmasınlar." diyordu!
Türkçe tonlamayla, çok samîmi ve vakûr bir eda ile rica ediyordu!
Yazık ki Osmanoğlu bilmiyordu ki bizim siyâsilerimiz, bizim "Osmanlıcılar"ımız, bizim 2. Cumhuriyetçilerimiz, bizim demokrasiyi gereken durakta inilecek tramvay olarak gören demokrat maskelilerimiz başka şeyleri, başkalarını severler!
Bilmiyordu ki bizimkiler; devlete kafa tutan, karakollarımızı basan, Mehmetçiğimize kurşun sıkan, şehirlerde bombalarla suçsuz günahsız sivillere katleden, demokratik açılım hakkı iddiasıyla sokaklarımızı cehenneme çeviren, yasalara-mahkemelere dokunulmazlık zırhıyla baş kaldıran, ülkeyi bölmeğe niyetli devlet-millet hâinlerine, biraz daha hak vermek için "açılım"la meşgûller!
Bilmiyordu ki; demokrat maskeli değişen milli görüşçülere açılım konusunda destek ve akıl veren aydın(!)ların, kendi ayak seslerinden korkanların, aldıklarını söyledikleri uyduruk bir tehdit mektubu ile korkudan patlayan ödlerine çâre bulmakla meşgûl olanların sevgi, akıllarına gelmez!
Ermenistan'a karşı, "Özürcü"; Haçlı AB'ye karşı, liberal; ABD'ye karşı, işbirlikçi olan bu hâin fıtratlılar, elbette bütün hainler kadar korkak olacaklar! Hain, korkusundan dolayı teslîmiyetçi/ işbirlikçi, korkusundan dolayı hâindir! Ve bütün hâinler, inlerinde titreyerek ölürler!
Düşman, düşmandır! Onunla karşı karşıya, ölünür veya öldürülür! Bu mertçe savaşlarda ölen de, öldüren de kazanır çünkü şanlanır her ikisi de! İki tarafın da mensûb oldukları millet nazârında adı, kahramandır.
Ama hâin! Ama hâin! Kime, nerede, niye ihânet etmiş olursa olsun hâindir! Her yerde sinsidir! Her zaman korkaktır!
Son günlerde elektronik posta ile kimliksiz tehdîtler epey moda! Bana gelenlere, adres verirse istediği yere gideceğimi cevâben yazdım ama benim iletim gitmiyor! Bu vesîle ile bana gelen, refiklerimin tamamına da sayısız kere yazılmış bu tehdît iletilerinin etkisi, duruşumuzdan bellidir diye cevap vermiş olayım!
Korkuları özellikleri olan bu aydın(!)larımızı, korkularıyla başbaşa bırakırken son günlerde internette dolaşan bir ses kaydından da bahsetmek isterim. Gûya bir Kürt'ün ağzından Türkleri tehdît eden ve ayrı devlet kurmak istediklerini söyleyen, küfür yüklü bir kayıt!
Korkudan ödü kopan aydınımız(!)a gönderildiği söylenen tehdît mektubu ile bahsettiğim ses kaydını servis eden yerin, aynı olduğundan zerre şüphem yok!
Bilvesîle Türklüklüğü gereği korkuyu bilmeyen gençliğimizden özellikle bir ricam olsun. Bölücü hâinlerin, teröristlerin peşinde ve onları itlâfla görevli Kahraman Ordumuz ve Güvenlik Güçlerimiz görevlerinin başındadır. Bize düşen sadece Türkçe sevgimizle, komşuluk ahlâkımızla, Türk töremizle, en yakınımızdaki Kürdümüze sahip çıkmaktır.
Hainlerin zâten kendi ayak seslerinden ürkerek ödleri patlar ve korkarak can verirler! Korkak, hâin sevgiden ne anlar?!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN