Perşembe, Ekim 14, 2010

ÜLKÜCÜNÜN FARKI...

Köşkünü fiskeyle yıkmayacağım
Bağban değilse de bağları benim,
Etrafa öfkeyle bakmayacağım
Fermansız gönlümün dağları benim! (M.A.)

Bu kere firâr etmeden, kendi iznimle kendimde tatile çıkacağım! Gönül dünyâmın hayâlî bir tepesinden İkinci Ergenekon'u Anadolu'yu izleyeceğim! Diyâr-ı Rûm'ken Anadolu'laşan, kefere tarafından Turkiya diye Türk Vatanlığı ilan edilen; her karışında mührümüz, her yerinde ayak izimiz, her adımında şühedâ yatan; "Altı da bir üstü de birdir yerin" târifli Anayurdu, yeniden fethedeceğim yeni bir buyrukla!
İnsan hayatında iki kere yürümekte zorlanır; bir bebekliğinde emeklerken bir de bastonla bacaklarına destek vermeğe uğraşırken! Bebekliğinde emeklediği mekân; ana-babasının kurduğu ve dokunulamaz bir dünyadır! Dört duvarla sınırlı bu dünyayı saatlerce, günlerce, haftalarca emeklemesine rağmen bir baştan bir başa asla gidemez! Öyle büyüktür evin içi!
Bebeklikten çocukluğa geçince; günlerce, haftalarca, aylarca bir baştan bir başa hiç gidemediği dünyaya sığamaz olur! Balkona çıkar, bahçeye akar, sokağa taşar... Zamanla sokak ta dar gelir; mahalleyle, ilçeyle ve ille tanışır insan. İlden ile, aklına estikçe veya alış-veriş yapmak için dolaşmaya başlar sınırlı olduğunu bilmediği bir dünyada.
Bir gün, bir yerde bir görevli; "Burdan ötesi yasak. Bura sınır." der ve insan, sınırlarla ve ucu-bucağı belirlenmiş vatanla tanışır! Vatanda yaşayan insanların babalarının-dedelerinin ortak kaderini öğrenir! Vatan'da yaşayanların babalarının-dedelerinin ya sınırlar içindeki ufacık bir bölgeden taşarak sınırı bugünkü yerine taşıdığını, ya da çok uzaklardan geri çekilerek bugünkü sınırlara hapsedildiklerini öğrenir! Sınırlar içindeki bir belde sınırından taşarken de sınır ötesindeki uzak yerlerden geri çekilirken de çarpışarak, savaşarak destanlaştıklarını öğrenir!
Bu destanları dinleyerek büyümüşse, destanlara yabancı değilse kahramanları da bilir. Sınırdan taşarken veya sınıra geri çekilirken ki destanları duymadan büyümüşse ilk duyduğunda hayretlere düşer! Bu aşmaların veya çekilmelerin yenilenmesi ihtimâlinden korkar, ürker!
Bu korku ve ürküntü ile babaları-dedeleri gibi ölüp öldürmemek, geçmiş savaşları bir daha yaşamamak için yabancı fikirlere müracaat eder; demokratlaşır veya diplomatlaşır! Vatansız milletin, evsiz bir bebek olacağını; devletsiz milletin, babasız bir çocuk olacağını piç olacağını öğrendiğinde artık fikren de piç düşüncelerin güdümündedir!
Bu piç fikirlere teslîm olmuş, yüzlerce yıl atalarının Haçlı ile dîni savunmak için de savaştığını unutarak veya inkâr ederek korktukları Haçlı ile diyalogu denerler! Diyaloga girdiklerini zannettiklerinin emirleri ile hareket eden bu zavallıların işi artık çok zordur! Bu zorluğu da; "Aslını inkâr eden haramzâdedir." diyen Hz. Ali (r.a.)'ye rağmen milletlikten ümmetliğe kaçarak; farz olan cihâd'tansa sünnet olan hicret'i tercih ederek, kendileri seçmiştir!
Bunlara, bunların teslîm olduklarının bile farkında olmadıkları güçlere rağmen Allah(c.c.)'a sığınarak "Allahüekber!" tekbîrleriyle atalarının çizdiği sınırdan sınıra koşan; koştuğu her yerde toprağa düşen, düştüğü her yerin tapusu olan Şehît oğlu Şehit Türkler de vardır!
"Rabbimiz! Bize dünyada da, ahirette de güzellik ver, cehennem azâbından koru."(Bakara-201) diye Allah'a sığınıp Allah'ın rızasıyla her iki dünya için uğraşan, îman ehli Türkler de vardır.
Cennet vatanın, iki dünyada da güzellik dileyerek çarpışan erleri Türk Milliyetçileridir. Türk Milliyetçileri'nin nüvesi de Ülkücülerdir vesselâm...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: