Perşembe, Ocak 12, 2012

SEVDÂM İNCİNMİŞ!

Sevdâmı incitmişim! Karargâhı üzmüşüm!
Karargâh, nezâket gösterip Gazetemizi aramış, Gazetem de bütün nezâhetiyle beni haberdâr etti! Demek ki sevdâmız, duymuş bizi!
"Sana benim gözümle bakmayan göz kör olsun!" deyip gönlüne akmak durumundayım!
Türk sanat musikîsinde makamdan makama geçişlerde ustalar, bir taksim yaparlar. Halk müziğinde de usta sazcılar, makam değişirken yol gösterirler. Taksim ve yol göstermeler kayıt altına alınmamışsa tekrarını dinlemek zordur...
İrticâlen yaşayan, yazan bir Türk milliyetçisi olarak, taksim geçenlerin, yolgösterenlerin sıkıntısındayım! Sevdâmı incitmiş, sevdiğimi kızdırmışım bilmeden!
Türk Milletine, kurduğu Devleti'ne, dolayısıyla Türk Devleti'nin olmazsa olmazı ve kurucu erki Türk Ordusu'na sevgim, kara sevdâm, sağırlarca da duyulduğu halde demek ki asıl duyması gereken yerce yeterince duyulmamış!
Ya da taksimimizi gönlümüzce, doyasıya yapmamıza engel olan, saat başı değiştirilen gündem kargaşasında dinlenilemediği için gürültüden sayılmış!
Biliriz ki ölenler-öldürenler erlerdir ama savaşı kazanan veya kaybeden komutanlardır! Dünya savaş tarihine; "Ben size taarrûzu değil, ölmeyi emrediyorum!" diye geçerek bilinen savaş tarihi ezberlerini alt-üst eden emrin sahibi Komutan'ın Halefi'ne seslenmiştim; "Keşke onbaşı olabilseydin!" sitâyişimle!
Bilinir ki toplumlar; dîn ve silahlı kuvvetler gibi iki güçle kontrol edilebilir. Bu iki gücün uyumluluğundan "Îmanlı Ordu" denilen ve çağ açıp-çağ kapatan, medeniyetler oluşturan kalıcı kudret çıkar! Ordu ile dînin çekişmesinde ise huzûrun, istikrârın sağlanması mümkün değildir!
Hızla "Küresel Âfetler"e doğru yuvarlanan dünyada; bütün sosyal bilimcilerin, tarihçilerin, coğrafyacıların; "Dünyanın Dibi" diye adlandırdıkları; semâvî kitaplara göre, dünyayı değiştiren bütün olayların cereyan ettiği bir coğrafyayı Vatan edinmişiz! Kıymetli bir coğrafya dolayısıyla çok pahalı! Bedelini bin yıldır çok ağır ödemişiz, ödemeye devâm ediyoruz!
Oğul verme dönemindeki kovanımıza, çöp sokuyorlar ve oğul dönemindeki balarısı öfkemizle saldırıyoruz ve bazen kontrolsüz öfkenin zararıyla muhatâbız ma'lesef!
Otuz yıldır Türk anaları ağlatan kahpelerin, 10 yıl -nedense- ertelemeden sonra, yeniden analarını ağlatmaya başlayan Ordumuz ve Güvenlik Güçlerimiz, elbette içerde demokrat, dışarda diplomat korkakların saldırılarına muhatap olacaktı! Oluyor da...
Elbette Türk Milliyetçileri olarak biz de sînemizi, Ordumuza kalkan edeceğiz! Elbette Türk göğsümüzü millî dalgakıran ederek Ordumuzun üzerine tek dalga düşmemesi için ne lâzımsa yapacağız! Bu dalgakıranlıkta; "Türk milleti, söylemez söylenir." gerçeğini unutmadan, söylentileri söze çevirip dünyânın en kurmay kurmayları olduğuna îman ettiğimiz Karargâhın dikkatine sunacağız!
Dünyanın en kurmay kurmayları bilirler ki orduları silahsızlık, mühimmatsızlık, ölümler bozmaz; orduları panik bozar! Milliyetçi bir Türk olarak nâmusumla eşdeğer silâhımın resmî toplamı olan Türk Silahlı Kuvvetlerini yâni Ordum'u; "Seyit Onbaşı" hamâsetinde, yüzbinlerce şehît Mehmetçik cesâretinde, Gâzi Mustafa Kemal Atatürk Paşa ferâsetinde komutanların emrinde görmek istememden daha doğal ne olabilir?
Devlete sadâkatimle elbette sistem gereği Yönetimin emri neyse o! Yasama, Yürütme, Yargı gibi üç ayak üzerine oturtulmuş Devlet Sistemi'nin isteği ve gereği neyse elbette o!
Ama Türk Devleti'nin kurucu erki olan, Cumhuriyetin olmazsa olmaz bekçisi, millî nâmûsumuz sınırlarımızın tek sahibi Ordumuz Genelkurmay Başkanı'nın; demokrasisever conilerin yem olarak oltalarına taktığı veya kurt sürüsüne yem diye ileri sürdükleri, kulakları küpeli sokak köpeklerinin ürümelerini dikkate almalarından da yüksek müsaadeleriyle üzüleyim!
Yaptığım, millî üzüntüyü dillendirmekti!
Deli İbrâhim'i gerçeğimiz bilerek kabullenen benim; kim olursa olsun Genelkurmay Başkanımızı kabûllenip selamlamaktan başka kastım olabilir mi? Yeter ki selâmımı alsınlar!...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: