Katıra;
"Kimin oğlusun? diye sormuşlar; At benim dayım olur." demiş!
Malûm katırın anası at, babası eşek! Babasını söyleyemeyince dayının gölgesine sığınmış garîbim!
Son günlerde galiba bu darb-ı meseli de konjonktürel olarak güncellemek gerek!
Galiba: "Kurt köpeğine; Kimin oğlusun? diye sormuşlar; Kurt benim dayım olur, demiş!" diye güncellemek lâzım! Yine malûm kurt
köpeğinin anası kurt, babası it! İtin oğulluğunu kabullenemeyen kırma, dayının gölgesine sığınıyor! Olur mu olur! Kabul görür mü? Görebilir!
Güçlü bir dayı, iyidir veya olmalıdır ki
bürokraside yüksek yerlerde oturduğu için başı dönen ama düşmesine izin verilmeyenlere; "Dayısı güçlü!" denmez mi?
Yıllarca
atanmışların, seçilmişlere vesâyetinden şikâyetlenen R. T.
Erdoğan'ın hatipliğindeki AKP; Oslo görüşmelerinin; "İspatlayamayan
şerefsizdir!" iddiası sonrası, kendilerince itirâf edilmesi üzerine; sorgulanması,
yargılanması icâbeden MİT Müsteşarını; "Atadığım bürokratımı,
seçilmişlere ezdirmem!" diye özel yasalarla korunmadı mı?
Demek
ki neymiş? İnsanın dayı gibi bir dayısı olursa ve o dayı, dayı gibi
insanın arkasında durursa; seçilmiş te vız gelirmiş, atanmış ta! Hatta
yargı da vız gelir tırıs gidermiş!
Ah be Rahmetli Baba!
Ah be adına kurban olduğum, soy adıyla övündüğüm Atam! "Oğlum!
Aslında olan, tırnağında gösterir. At alırken de, it alırken de soyunu
araştır. Çünkü; boy ile soy emsâl olmazsa ortaya kırık, melez bir şey
çıkar, o na da güvenilmez!" diye öğüt vereceğine; niye bizi
güçlü bir dayı sahibi etmedin?
Ah be rahmetli Ana!
Ah be saçının akına, dilinin muhabbetine kurban olduğum! "Oğlum!
Ot kökü üzerinde biter! Ne ekersen, onu biçersin. Bataklığa karpuz,
çöle çeltik ekilmez!" diye bizi uyaracağına; Babam rahmetli'nin
yakışığına aldanıp neden amcalarımızın endâmına hiç bakmadın?
Ah be adına, soyuna, boyuna kurban olduğum Dedem! "Oğlum!
Balam! Serçe yeni bir yürüyüş öğrenmeğe niyetlenmiş; öz yürüyüşünü
de kaybedip zıplaya zıplaya ortada kalmış!" diye Oğullarını, bizi
öğütlerken; bozkurtça salınışın, kartalca yücelerde süzülüşün;
soyumuzdan, boyumuzdan ırsen intikâl ettiğini
anlamayı niye bize bıraktın?
Anladık anlamasına Dede, ama!
Öğrendik öğrenmesine Ana, ama!
Bildik bilmesine Baba, ama!...
Amalarımız, keşkelerimiz o kadar çoğaldı ki!
Adamlar; Allah dediler! Din dediler, diyânet dediler! Mezhep, tarikat, cemaat dediler! Şeyh dediler, meşâyih dediler! Dediler de dediler!...
Kendileri gibi söylemeyenlere; dinsiz dediler! Patates dinli, Avrupa
garsonu, Haçlı uşağı, siyonist yardakçısı dediler! Dediler de dediler
ama ne diyene baktık; ne de, ne dediklerine! Çünkü diyenlerin papağan
olduklarını söylüyorlardı! Bayram törenlerinde ezberlediği şiiri okuyan ilk mektep çocukları diyorlardı onlara!
Vallahi öyle değilmiş Anam, Babam, Dedem!
Adamlar, ne papağanmış, ne de ezberci hâfız!
Adamlar, bilerek konuşuyorlarmış! Adamlar; ringine göre boksör;
çayırına, minderine göre pehlivan; içkisine göre meze çıkarıyorlarmış isteyenin önüne!
"Biz,
her türlü etnik, bölgesel, dinsel milliyetçiliğe karşıyız!" diye
kavramların başını-gözünü kırarak meydanlarda nutuk atarken; "Benim öyle bir ecdâdım yoook!" diye, tv dizileriyle, roman, hikâye, masal, destan destan kahramanlarına vuracaklarmış! Adamlar
siyâset meydanında yerlerini alırken; politika panayırında görev
paylaşırlarken; biri cambazlığa, biri akrobatlığa, biri ilizyonistliğe,
biri cazgırlığa soyunurken; milleti, el birliği ile aynı panayıra
topluyorlarmış!
Dinliyi-dinsizi, soyluyu-soysuzu, hırlıyı-hırsızı, arlıyı-arsızı, zengini-fakiri, yaşlıyı-genci, kadını-erkeği, iffetliyi-iffetsizi, namusluyu-namussuzu, sarhoşu-ayıkı aynı meydana topluyorlarmış!
Kerhânelerden, meyhânelerden, kahvehânelerden oy isteyip; camilerde, cemaat evlerinde, dergâhlarda o oy istediklerine dinsizler-kâfirler derlerken hazırlanıyorlanmış!
Haçlı;
köy ihtiyar heyetlerinden kiraladığı arsalara sirki/panayırı kurup cazgıra,
cambaza, sihirbaza, akrobata görev veriyormuş! Ücretlerini
mahâretlerine göre artırıyor veya azaltıyormuş!
Bize de; bedava yandaşlık, ücretsiz amigoluk, veya çok ucuz taraftarlık kalmışmış!
Suda boğulmamak için çırpınarak; yüksekte düşmemek için çırpınarak;
ateşte yanınca; "Vay anaaam!" diye
ciyaklayıp çırpınarak; taş başımızı kırdığında çırpınarak
tanıştık gerçekle, insanız ya!
Suda çırpınıyoruz, balık değiliz!
Yüksekte çırpınıyoruz, kuş değiliz!
Ateşte çırpınıyoruz, alev değiliz!
Etoburluğa karşı çıkıyoruz hayvansever olarak, otoburluğa hevesleniyoruz; inek değiliz, geyik değiliz, koyun değiliz!
İnsanız ya! Eşref-i mahlûkatız ve aklımız var ya!
Neye yarıyorsa bu akıl; akılsız balık kadar yüzemiyor, akılsız kuş kadar uçamıyor, akılsız ceylan kadar, tavşan kadar koşamıyoruz! Akılsız karabatak kadar; havada uçamıyor, karada yürüyemiyor, suda yüzemiyor, deniz dibine dalamıyoruz!
Anam, Babam, Dedem! Soyum, sopum, ecdâdım!
Gerçekler, ezberimizi bozuyor; ne yapacağız? Kulağımızda aynı hâtibin; aynı yüksek tonlamayla bağırdığı; "Her türlü milliyetçiliğe karşıyız! Türk milliyetçiliğine
de!" sözleriyle; "Benim böyle bir ecdâdım yoook!" diye tv dizisiyle
dövüşürken söylediği; "Cambaza baaak!" anlamlı sözleri ve sesi çınlıyor
da çınlıyor!
Eşref-i mahlûkatız, insanız ya!...
"Nâdir olan insan değil, insanlıktır!" (Kutadgu Bilig'den)
"Allah'ı düşünmedikten, ondan korkmadıktan sonra istersen abdestsiz namaz kıl; kim ne bilecek?" (Sâdi-i Şirâzi-Bostan'dan)
Netice; güneş tutulursa gün kararır, akıl tutulursa ömür...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder