Pazar, Aralık 28, 2008

GÖRSEK, GÜZELLİKLER İÇİNDEYİZ!...

Bu gün ukalâlaşacağım! Kendinden çok emîn oldukları için, Türkçe düşünen, Türkçe konuşan ve "Dünyayı Türkçe Okuyan" Yeniçağlılar'a, dikileceğim! Tereciye tere satacağım vesselâm!...
Önce, Altemur Kılıç adlı "Paşa oğlu" gazeteci; Muhiddin Nalbantoğlu, Durmuş Hocaoğlu namlı "Düşünce Adamları"; Rauf Denktaş adlı "Millî Kahraman"; Sami Yavrucuk, Cazim Gürbüz namlı "Aksakal Ülkücüler"; Sebahattin Önkibar, Abdullah Özdoğan, Hulki Cevizoğlu gibi günümüz gazeteciliğinin yüz akları ve her biri kendi kulvarlarında Türkçe duruşun temsilcileri olan kişilerle bir arada olmaktan duyduğum müthîş gururumu açıklayacağım.
Hemen peşine; sizleri ve bendenizi bu mükemmel ekiple buluşturan Yeniçağ'a teşekkür edeceğim. Sonra da ukalâlaşacağım!...
Sevgili Yeniçağlılar;
Muhiddin Nalbantoğlu, Durmuş Hocaoğlu ve Altemur Kılıç namlı aksakal bilgeleri, Türk münevverlerini ne kadar dikkatle okuyoruz? Veya bu münevver aksakallarımızın ne kadar farkındayız? Mesela;
Durmuş Hocaoğlu'nun; "Bu makuleyi (takım, çeşit) bir araya getiren ne dar kontekstte (bağlam) Ermeni sevgisi, ne en kapsamlı kontesktte insan sevgisi ve ne de herhangi bir şeyin sevgisi, bu karanlık yüreklerde sevgi yok, barınamaz ki; bu adamları bir ara getiren sevgi değil, kin ve nefret; kendilerine insandan sayılmaları için her imkânı sunan, kariyer veren, unvan veren, isim veren, şöhret veren, adam sınıfına sokan Türkiye’ye ve Türklere karşı dinmek bilmez bir kin, ağdalı, kıvamlı, telveli, simsiyah, katran gibi, zift gibi bir nefret. Bu adamların kinleri, dinleri olmuş. Nerede Türkiye’nin ve Türklerin aleyhinde tırnak ucu kadar bir zıkkımın kökü görseler hemen ona yapışan bu grup bir kin ve nefret koalisyonu; başka hiçbir şey değil. Ey Türk! Bu adamlar senin apaçık düşmanın!" şeklinde yaptıkları özürcüleri tarifini; gene Hocaoğlu'nun; "Aydınlar bir “sınıf” mı? Hayır! Ancak, olsa-olsa “zümre”. Başka? Başkası şu: Aydınlar, ilim adamlarından daha mühimdir, ama onlardan daha az şâyânı îtimad (güvene layık)dır aynı zamanda ve çok kolaylıkla yakalanabildikleri iki de hastalıkları vardır: “İhânet “ ve “yabancılaşma”. " şeklinde yaptıkları 'aydın' tespitlerini, ne kadar dikkate aldık ve ne kadar kavradık?
Paşa oğlu Altemur Kılıç'ın, Cumhuriyet tarihimize bizzat tanıklıklarıyla anlatarak yaptığı uyarılardan ne kadar nasiplendik?
Muhiddin Nalbantoğlu'nun; " Bir kuş vurdular gördünüz mü?/Bir şarkı söylediler, duydunuz mu?/Neden susuyorsunuz böyle, neden?/Güzelliğiniz artıyor, öldünüz mü?" şeklindeki muhteşem, nâzik, nezîh uyarısının, ne kadar farkında olduk?
Beğler! Büyüğünü bilen büyüklenmez. Büyüklenmeyen, kibirlenmeyen hiç kimse de ufacık bir çelme ile tepe-taklak düşmez!...
Adlarını zikredemediğim için defalarca özür dileyeceğim Yeniçağ Ailesi'nin bendenizi anlayacaklarına emîn olarak; birlikte olmaktan, aynı gazetede refîklik gibi bendenizi çok ezen birliktelikten şeref duyduğum, büyüklerimiz; Altemur Kılıç'ın, Durmuş Hocaoğlu'nun, Muhiddin Nalbantoğlu'nun, Rauf Denktaş'ın, Sami Yavrucuk'un muhterem ellerinden defalarca öpüyorum. Bizleri bu münevverlerle buluşturan "Türkçe Ses Yeniçağ"a da bir daha teşekkürler ediyorum...
"Aklın süsü dildir, dilin süsü sözdür/Kişinin süsü yüzdür, yüzün süsü de gözdür."(Kutadgu Bilig)
Umarım ukalâlığımla, büyüklerimi üzmemişimdir. Güzel yerde, güzellikler içindeyiz vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: