Salı, Ağustos 25, 2009

O'NU BENDEN SORANLARA NE DEYİM?...

27 Mayıs 1960 sabahı Türkiye; "Büyük Türk Milleti!" diye seslenen dâvudî bir sesle uyandı. Bu dâvudî sesin sahibi Alparslan Türkeş'le, o tarihten itibaren hemhal oldu, onlarca yıl...
Sonra aynı vakûr ve Türkçe konuşan ses, Türkiye'ye ve Türk Dünyası'na; "Ben Türk Milleti'ni: Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, rüşvet, hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine, Ahlâktan mahrûm bir hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum. Türklük gurûr ve şuûruna, İslam ahlâk ve fazîletine, yoksullukla savaşa, adâlette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısaca hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum: Yeniden maneviyata dönüş..." şeklinde seslenerek Türk Gençliğini, siyâsete davet etti...
Bu ses, cezbeliydi. Bu sesin sahibi, kucaklayıcı ve hasımlara karşı da Türkçe bağışlayarak cezâlandırıcı, bir o kadar da inandırıcı idi. Bu yüzden; "Alnı açık büyük elli, Tanrı övmüş burdan belli." diye tarif edilmişti...
Bu özellikli ve davetkâr sese Türk Gençliği uydu. Bu dâvetle bir mücadele başladı. Kanlar sebîl edildi, canlar hediye edildi. Ölenler şehît, kalanlar gâzilikle şereflendi. Ne korkaklık oldu, ne de nedâmet!...
Sonra kara bir günde Tanrı, bu Erkek Sesli Türk'ü, katına aldı. O, bir can borçluydu. Emâneti asıl sahibine teslim ederek Uçmağa vardı. Lâkin Ülkücüler, başsız kaldı! Başsızlıktan kaynaklanan bir dağınıklık illeti tezâhür etti!...
Büyük bâdirelere şerbetli Ülkücüler, bu büyük kayba da alışmak üzereyken içten oymakla görevli iskeletsiz kurtçuklarla tanıştı! Rabb'im'in hikmetindendir aslanların açlıktan öldüğü dünyada bu kurtçuklar, hep meyvelerin özündedir, tam merkezindedir!...
Öze yerleşmiş bu kurtçuklar yüzünden meyveler; 45 yıllık emeklerin, canların, kanların, ikbâllerin semeresi, çürütülmeğe terk edildi!...
Sayısız canların şerefli kanları üzerine inşa edildi -şerefle- bu Hareket!...
Ne gâzilerinin, ne de ikbal kaybetmiş sessiz yiğitlerin sitemiyle karşılaşmadı bu Hareket!...
Ama birden bire, ne olduysa, nasıl olduysa ve ne zaman olduysa oldu ve bu hareketin alpleri, Ülkü Devleri, Gâzileri, Dâvâ'nın Aysbergleri, hareketin dışında kaldı!...
"Sizi bana soranlara ne deyim?" diye sormuştum!...
Bir sorum daha var: Canlarını verenleri, kanlarını sebîl edenleri, ikballerini hediye edenleri, aşlarını-işlerini sessizce bırakarak devleşenleri; bu gençleri davet ederek devleştireni, benden soranlara ne deyim?...
Açılım-saçılım diye ortaya atılan bir sözün, içeriği belli olmayan bir kapalı kutunun, belli kişilerle-belli aralıklarla yapılan görüşme oyunlarının, yıllar öncesinden cevâbını vereni; "Akıllı olun! Gerekirse kan dökeriz. Can alırız! Can veririz!" diye kükreyen sesi, benden soranlara ne deyim?
Tek başına 450 kişilik Meclis'ten lâyık olduğu saygıyı alan Türk'ü, devlet kurumları arasında balans olduğu yokluğunda belli olan Türk'ü; "Onlar ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürdüm. Ben ne kadar Türksem onlar da o kadar Türktür." diyen Türk'ü soranlara;
Varlığıyla; bölücülere, hâinlere, işbirlikçilere, mafyatik döküntülere, lümpenlere, korkulu rüyalar gördüren, korkudan ödlerini patlatan Türk'ün Başbuğu'nu soranlara ne deyim?
O'nun sağlığında, dünyada başını sokacak delik bulamayan ama şimdi cezaevinden Ordumuzu ve Ülkücüleri tehdît edene, 12 yıl önce cevâbını vermiş Başbuğ Türk'ü soranlara ne deyim?
O'nu benden soranlara ne deyiiiim?
TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: