Cuma, Eylül 28, 2012

FERMÂN ZÂLİMİNSE GÖNÜL DAĞI BİZİMDİR!...

Balyozun sapı bizden olmasa bizi vurulabilir miydi?
Balyoz Davası, süreci ve sonucunu; Nemrût Mustafa Dîvanı ile veya Yassıada Mahkemeleri ya da Birinci 12 Eylül'ün dikte kararlı mahkemeleri ile kıyaslayanlar, haksız mı? Özel Yetkili Mahkeme adlı bu uygulamanın emperyal güçlerin istediği şekilde başlatılıp sonuçlandırıldığını, söyleyenler; ne böyle mahkeme olur, ne de bu mahkemelerin âdil hükmü olur, gücün teslîm edildiği işbirlikçi korkakların, intikamıdır diyenler, haksız mı?!
Az önce BOP Eş Başkanı Erdoğan; "İmralı ile görüşülebilir. Çünkü İmralı'nın öldüğü, öldürüldüğü şeklinde söylentiler var!" falan diye bir şeyler söyledi! Ve lâhavle velâ kuvvete...!
Silivri'ye sağ girip cenâzeleri ailelerine teslim edilenleri hatırlayınca, başta insanlığımdan, sonra Müslümanlığımdan ve Türklüğümden utandım! Kuddusi Okkır Rahmetli, Kozinoğlu Rahmetliler, İmralı hükümlüsü, bebek katili pislik kadar önemli değil miydi yoksa?! Bölücü âdilerin merak ettiği söylenen bebek katili, insanlığın yüz karası pis yaratık kadar değeri yok muydu bu millet evlâdı rahmetlilerin?
Biz Türk Milleti olarak evlâtlarımıza, kahramanlarımıza sâhip çıkmazsak; sarı öküzü canımızı kurtarmak için, eyyâmcılık yaparak fedâ edersek, sıra yarın bize gelmeyecek mi?
"Fermân padişahın, dağlar bizimdir." diyen karakterin devâmı değil miyiz biz? Suçun bizde olduğunu, ne zaman anlayacağız? Susarak sırasını bekleyenden, korkaktan, ürkekten, kaçarak sağ kalandan kahraman mı olur? "Ölü kahramandansa sağ korkak"lığı mı tercîh eder olduk?
"Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen topluluklar millet olamaz; kahramanın kahramanlığı ölümüyle başlar."diye yıllarca boşuna mı söylendik? "İdeâli olan milletler, koyunlardan kahraman çıkarır; ideâli kalmayan milletler, kahramanlarını koyunlaştırır." diyen Atsız Rahmetli, bizi mi tarif etmiş yoksa? "Gelene ağam, gidene paşam..." diyen eyyâmcı, korkak, pısırık, kimin atına binerse onun düdüğünü çalan bu toplum, biz miyiz?
Ankara-Silivri arasını su yolu eden; hür kalemliğin, hür akıl ve vicdânın temsilciliğini gönüllü ve tek başına yapan, gazeteciliğin ve muharrirliğin yüz akı Yavuz Selim Demirağ'ın bir yandaş televizyonda, yandaş yalakalarca; "Balyoz'culuk"la ithâm edildiğini de görmedik mi? Görmeyecek misiniz? Sıra ölüme gelince komşuya atan kurnazların, şahsî çıkarlarına milleti fedâ ettiklerinin ne zaman farkına varacağız!
Tekrarlayacağım ve korkakların, korktuklarının olmayacağını ispatlayana kadar da tekrarlamak durumundayım ki: Devletin derini olmaz! Devlet, ya olur, ya olmaz! Olursa milletin derini olur ve o da biziz! Devlet Yanlısı Çete'denim! Çete Başkanlarım, Muhteşem Türk Atatürk'tü, Müthîş Türk Türkeş'ti ve öldüler! Başsız, başkansızım ama Devlet Yanlısı Çete mensûbiyetinin bütün özelliklerine hâizim! Milletime, Devletim'e, milletimin mukaddeslerine, Töreye, Türeye sâdığım. Uğrunda ölmezsem milletin yaşamayacağını biliyorum! Allah'ı Allahçılardan, Dîn-i Mübîni dincilerden, Atatürk'ü Kemalist Atatürkçü(!)lerden, Devleti işbirlikçilerden, cemaatleri Haçlı Müslümanlar'dan kurtarmak için bu uğurda can vermek te dâhil her şeye hazır olduğumu i'lân ediyorum! Peşimden kim gelecek, bana kim sâhip çıkacak şeklindeki ürkekliğe aslâ tenezzül etmem! Abd-i Hû rütbeme şükr'ederek; Allah korkusuyla dolu yüreğimde başka beşerî bir korkuya asla yer vermeden; bütün işbirlikçilere, dolma kalemlere, eyyâmcı-takîyyeci kurnazlara, Haçlı Müslümanlara savaş i'lân ediyorum!
"Ölen varsa işte meydân" diyerek; "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle"yi ikrâr ederek; "Ben ölmezsem, sen ölmezsen, o ölmezse, ölmezsek/ Ne milletim yaşar, ne Devlet kalır!" inancımla işbirlikçilere baş kaldırdığımı i'lan ediyorum!
Tek olmadığımı biliyorum ama savaş i'lan etmemiş hiç bir Son Akıncı'yı ifşâ ve ihbâr etmeden; "Fermân Padişâh'ın, dağlar bizimdir." diyerek Gönül Dağı'nı gösteriyorum! Artık herkes Gönül Dağı'na baksın!
Mutlaka her Türk, kendine yakın Gönül Dağı'nda bir Hürriyet Meş'âlesi'nin yandığını ve bir kahraman Türk Evlâdının kendini Hürriyet Mücâdelesine çağırdığını, görecektir!
Son uğurlanan Gönül Eri:
"Gönül Dağı yağmur, dumân olunca
Akar gözlerimden sel gizli gizli"
diye ünleyerek giderken türküleri ve Gönül Dağı'nı, kime emânet etti?
Hadi Türk Milleti! Tanrı aşkına, Çalab aşkına, Allah aşkına hadi Türk Milleti! Aç artık gönül gözünü ve bak artık Gönül Dağı'na!
Otobüs terminallerindeki ayakçıların müşteri kapmak açgözlülüğüne benzeyen bir cazgırlıkla Cem Evi pazarlamacılarıyla Câmi Pazarlamacılarının Neşet Usta'nın Cenâzesini paylaşamama saygısızlığını da göremediysek gönül gözlerimiz kör, kulaklarımız sağırdır ki böylesi kör ve sağırlara kurnaz eyyâmcılar, ne yapsalar yeridir vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Şunu unuttum:
İmralı canavarı, Kandilli katiller, Erbilli postal yalayıcısı, Oslo çocukları, Vaşington beyzbolcusu,... bunların yol arkadaşları olmuş!

Başbakan Erdoğan, düne kadar inkar ettiği Öcalan’la pazarlığı Strazburg’da ifşa etti. Erdoğan, “Hükümet devlet kanallarıyla bu görüşmeleri gerçekleştirir. Devlet, istediğiyle görüşür. Devletin başı da iktidardır” dedi
Ülkücülerin "ölüsünü" - Mustafa Pehlivanoğlu örneğinde olduğu gibi - seven malum şahıs, sizin de deyiminizle "Recebandum" öncesi İmralı’daki bebek katili ile yapılan görüşmeleri, daha doğrusu müzakereleri, pazarlıkları, uzun süre saklanmış, külliyen yalan diye inkâr etmişti. Üstelik Recep Bey, ispatlayamayanlara ağır "şerefsizdir, namussuzdur" diyerek hakaretler de yağdırmıştı. Sonra inkar ettiği Öcalan’la pazarlığı Strazburg’da ifşa etmiş; “Hükümet devlet kanallarıyla bu görüşmeleri gerçekleştirir. Devlet, istediğiyle görüşür. Devletin başı da iktidardır” demişti. Ardından, Recebandumu kazanmıştı da.
Sonra, benzer durumu 2011 seçimleri öncesi elini güvenlik boyutunda kuvvetlendirmek ve Türk Milletinin tepkisini bastırmak amacıyla, terör örgütünden aldığı eylemsizlik sözü için yürüttüğü Oslo müzakerelerinin önce inkâr edilip; internette ifşa edilmesinden sonra ise ikrâr ve ardından da perdelenmesinde yaşadık. Özel görevlisi ve şimdiki MİT müsteşarı Hakan Fidan, Afet Ateş’in ve Oslo tiyatrolarına katılan diğer MİT’çilerin haklarında soruşturma açılması ve ardından şüpheli sıfatıyla ifade vermeleri için çağrılmaları üzerine de, malum “yasa operasyonu” TBMM’den hızla geçirilip; aynı hızda köşk onayı alınarak; kendini de yasal takipten kurtarmıştı. (Ancak 12 Eylül 1980 darbecileri de anayasaya bir madde yerleştirerek; kendilerine yargı dokunulmazlığı getirmişlerdi!)
Ancak, her iki olay ve onlarca, yüzlerce tarihe, devlete ihanete, iç ve dış siyasi skandal, zafiyetlere ve beceriksizliklere, ekonomik yetersizliklerine, şifreli, şaibeli sınav sıkıntılarına ve yaşattıkları şehit cenazelerine rağmen, hala bir tepki almıyorlarsa, bunu nasıl açıklayacağız!

Vallahi, ben halktan birçok kişi ile konuştuğumda, bu konuların hiçbiri onları “ırgalamıyor”. Tam bir akıl tutulması var!

Adsız dedi ki...

Dün Ulusalkanal'da Prof. Dr. Metin Feyzioğlu meâlen şunları söyledi:
Atatürk, 16 Mayıs 1919 İstanbul'dan Samsun'a çıkınca İngilizler bildikleri halde önemsemediler. Çünkü Anadolu'da bağımsızlık meş'alesini yakacağına ihtimal vermemişlerdi. 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak basıp, Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongrelerini düzenleyince, Anadolu'da "çoban ateşleri" yanıyordu - yerel ve birbirinden bağımsız dernek ve kurtuluş hareketlerini kastederek. Bunun üzerine, İngilizler örgütlenecek kurtuluş hareketinde ve devlet örgütlenmesinde, paşalara, aydın fikir adamlarına yazarlara, bürokratlara, Üniversite hocalarına ihtiyaç duyacaklarını bildiklerinden İstanbul'da ne kadar vatansever varsa; hiçbir suçları olmadığı halde tutuklamış, önce Bekirağa kışlasına ardından da Malta'ya sürgüne göndermişti. Bugün yaşadığımız aynı şey. Aradaki fark; o zaman Osmanlı işgâl edilmiş, tutuklamalar ve esir almaları yapan işgâl kuvvetleri. Bugün ise onların yerli müstevlileri...