Çarşamba, Nisan 13, 2011

NE SIRDAŞLAR VARMIŞ! YUH OLSUN!

Bu hallerde sözüm, hep ortaya olur! Öfkemin muhatabının adını vermem! Bunda, nefsime yenik düşerek haksızlık yapmak korkum, birinci etkendir. Bazen de saldırdığımın reklamı olmasın diye adını anmam! Çünkü bilirim ki insanın tarifi, hasmının gücüyle düz orantılı yapılır! Adını zikrederek tenkît ettiğim şahısla, -ister istemez- aynı düzeye ineceğimi bilirim! Bağışlayın! Kastım beni anlatmak değil!
Kırk dört yıldır Ülkücü olmaya gayret eden bir Türkeşçi'yim! "Leşker-i komando, nefer-i Türkeş est!" diye Garipkafkaslı Ahmetali Ağabeyimden öğrendiğim farsça sloganla sevdim Türkeş'i. O, Türk Dünyasının Kudretli Albayı idi! O, kimsenin kolay ulaşamayacağı bir rütbeye, Türk Milleti'nin gönlünde ermiş, Türk Dünyasının Başbuğu olmuştu.
1971 yılında; yaşımız gereği çoğumuzun anlamını bilmediği "Ecmâinler"le "Türkçüler"in yurt hakimiyeti kavgasını, içinde olarak yaşamış ve bu yüzden İstanbul'a gelen Başbuğ'un mübârek elini, bu kötü olay vesilesiyle öpmüştüm ilk defa... Sonra Malazgirt Zaferi'nin 900. Yıl dönümünde, Malazgirt dağlarında öpmek nasip olmuştu mübârek elini...
Başbuğa yakın olanları kıskanarak geçti bütün ömrüm! Türk dünyasının Başbuğu'nun evine girecek kadar güvenini kazanmak için ne yapmak lâzım diye, dünyasını değişinceye kadar kafa patlattım... Konu, bunlar da değil!
Nasılsa Alparslan Türkeş hak dünyada, mezardan kalkıp "Yalan!" diyemez diye, herkesin yalan olduğunu bilerek dinlediği palavracıların Türkeş yakınlıklarından da bahsetmeyeceğim!
Hayatımda ilk defa ülkücülüğümden utandım!
Sır saklayamayandan; teşkilat, teşkilatçı, yoldaş, ülküdaş mı olurmuş? Başbuğ'un evine girecek kadar güvenini kazanmış birinin, ölümünden 14 yıl sonra eşi ile yaşadığı hâne içi bir münakaşayı anlatarak farş etmenin, hangi vicdânla-ahlâkla alâkası olabilir?
Kardeşiiiim! (sevdiklerime kardeşim demeyeceğimi ve nedenini dostlarım bilirler) Hangimizin anamız, babamıza diklenmemiş? Hangimizin eşimiz, dostlarımızın yanında bize diklenmemiş? Hz. Ayşe Validemiz, Resulullah(s.a.v.)'a diklenmemiş mi? Peygamber(s.a.v.)'imizin bizzat kendileri, müslüman erkeğin eşine nasıl davranması gerektiğini öğretmek için anlatmamışlar mı? Ehl-i Beyt'ten ve Peygamber hânesine girebilen sahâbeden herhangi birinin, hâne içinde gördükleri, karı-koca arasındaki bir olayı naklettiklerini bilen-duyan var mı? Kendisine kılıç çekmesine rağmen Hz. Ali(r.a.)'nin Hz. Ayşe hakkında aleyhte tek kelimesini duyan var mı?
Var mı böyle sırdaşlık? Var mı böyle teşkilatçılık? Var mı böyle Ülkücülük?
Yuh olsun! Gördüğü o ev hâlini sır olarak saklayamayan, Başbuğ'un evine alacak kadar güvendiği kişiye? Yazık olsun bu sırrı, Türkeşçilik-Ülkücülük yapıyorum düşüncesiyle farş edene!
Yuh olsun bize!
Bana yuh olsun! Yuhlar olsun ki, böyle hâne sırrını farş edecek kadar ağızdan gevşeklerle Ülküdaşlık yaptığımı zannetme ferâsetsizliği götermişim!
Başbuğum! Hakkını helal et bize! Seni öldürdük ama hâlâ öldüremedik! Artık iş, aile sırlarını anlatarak seni tahrip etmeye kaldı!
Yuh olsun! Yuhlar olsun! Yazıklar olsun!
Rahşan Ecevit'le merhûm Karaoğlan'ın hiç mi münakaşaları görülmemiş? Semra Özal'la merhûm Özal'ın münakaşalarını hiç gören yok mu? Nazmiye Demirel'le Süleyman Demirel'in, altmış yıldır yakınında olanlardan hiçkimse, hiç mi münakaşalarını görmemiş? Görüp anlatanı duyan var mı?
Yuh olsun! Yuhlar olsun! Yazıklar olsun Başbuğ'a sırdaşlığı beceremeyen gevşek ağızlılara... Erkekliği, mertliği, sırdaşlığı bilmiyorsanız susun bari Kardeşiiiim! Ya susun, ya da susun Allah aşkına! Ne böyle Türkeşçilik, ne de böyle Türkeş sevmek olmaz!...
MHP Genel merkezi'nin bu konuda koyduğu konuşma ve yorum yasağını, Türk yüreğimle ayakta alkışlıyorum.
"BİZE BİZANS'TAN BULAŞAN BİR HASTALIK VAR!..."mış vesselâm!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: