Çarşamba, Nisan 13, 2011

VERÂSET!...

Seçim sürecindeyiz. Yarın şeffaf sandık önümüzde. Düne kadar aday-adaylığında; dünyanın en iyi liderinin safında yer tutmak için müracaat ettiklerini, pazara kadar değil mezara kadar liderin yanında olacaklarını söyleyenler; listede yer bulamayınca veya listedeki yerlerini beğenmeyince, dünyanın en iyi lideri bir anda; başarısız, siyâsetten anlamayan genel başkan oluverdi!
Buna hazırdık! Bu yüzden günlerdir 11 Nisan'ı bekliyoruz dediydik! Bu tür söylenmeleri, dedikoduları kırk yıldır defalarca yaşadık! Listeler açıklandıktan sonra yapılan istifaların, tenkît ve tehdîtlerin; kayadan birşey götüremeyen yel mesâbesinde olduğunu bilir ve kaale almayız!
Lâkin; Başbuğ Türkeş'in küçük Oğlu'nun AKP'den adaylığı konuşulmaya başlandı! Keşke hiç konuşulmasaydı! Madem konuşuldu, bir defaya mahsus, ben de sözümü söylemeliyim.
Armudun dibine düştüğünü ama düşer düşmez dağıldığını çünkü çürümeye yüz tutacak kadar sulandığını biliriz! Âlimden zâlim, zâlimden âlim törediğini de duymuşuz. Oğulun babaya benzemediği de çok açık.
Ayrıca; tarlaya ne ekilirse o biçilir biliriz de Hasankale patatesi ile Ödemiş patatesi arasındaki fark, tarladan kaynaklıdır. Birinden çok iyi püre, diğerinden çıtır kızartma olur! Tercîh, damak zevkine bağlı!
Beş parmağın biri diğerine, kardeş kardeşe benzemez! Aynı okuldan aynı dereceyle aynı gün mezun olmuş iki mühendisin farklılığının doğallığı gibi insani bir özellikle karşı karşıyayız.
Bu konuda ne kafa yormaya, ne üzülmeye, ne de zaman harcamaya gerek yok! Tarihten, babasına baş kaldıran sayısız veliaht-prens biliriz. "Sürünün selâmeti için alaca dananın katli vâciptir." fetvâsı ve yaptırımı da bizim gerçeğimizdir.
Bahse konu delikanlımıza, babası Merhûm Başbuğ'un hatırına sadece "Canın sağ olsun!" der geçerim. Göreceklerimi millî vicdanın hâfızasına kaydederek, çok dikkatle izleyeceğimi söyleyip "Hepimiz Türkeşiz!" diyen bütün Ülkücülerden bu konuya takılmamalarını rica edeceğim. Günü geldiğinde; "Isır diye tepinir gözlerimin bebeği" tarifine uygun davranacağına inanmaktan başka bir şey yapamam!...
Ülkücülere, bahse konu delikanlının yokluğunu ne kadar hissettiklerini sorgulamalarını önereceğim. Yokluğunun hissedildiğini, hiç duymadım! Demek ki varlığını hissetirememiş! Varlığını hissettiremeyenin, yokluğunu hissetmek için gayretin mantığı var mıdır?
Aslında varlığını hissettiremeden sessizce gidenlerden umut bekleyenlerin aczini sorgulamak ve moral yükseltmek gerekmez mi?
Savaşları komutanlar kazanır. Komutanların eşleri ve çocukları; savaş sonrası zafer sevincini, ev içinde sessizce paylaşırlar. Zafer kutlamasını bayramlaştıranlar, komutanlarıyla meydanda destan yazanlar olur. Son söz olarak atalarımız; "Alışkın dert, adam öldürmez." demişler! Hafızamızı yokladığımızda, ülkücülerin bu konuda deneyimlerini görürüz!
VERÂSET
Ninem beş yüz altına satılmış bir esirdi,
Dedem beş yüz altını sayan bir derebeyi;
Köpek kanı, kurt kanı biri birine girdi,
İkisinden meydana çıktı bir kurt köpeği.

İki zıt cevheri var nabzımda vuran kanın,
Biri elpençe duran, öteki durduranın!
..............
Ben ninemden muhabbet, dedemden kin almışım!
Çini bir kâse kadar başkadır içim, dışım.
Elini öpmek için yalvarsa da bakışım,
Isır diye tepinir gözlerimin bebeği! (Faruk Nafiz Çamlıbel)
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: