Perşembe, Nisan 17, 2008

BANA SİTEMİM !...

Bu; benim, bana sitemim! Yasaklar ülkesindeyiz ve bu yasakları, kimse kimseye uygulamıyor!
Her kesin davranışının adı korkaklık değil, kendine koyduğu yasak! Bırakın düşünce söyleme yasağını, düşünmek yasak!...
Düşünmenin yasak olduğu bir yerde okunur mu?
Okuyanın yok olduğu, okunanın veya okunacağın yok olduğu bir yerde düşünülür mü?
Düşünenlerin yok olduğu bir yerde, tezle antitez olur mu? Tezle antitezin olmadığı bir yerde, doğru bulunur mu?
Beş milyon seçmeninin kayıp olduğu, demek ki en az on milyon nüfusunun kayıt dışı olduğu resmî ağızlardan söylenen bir memleketin adı Patagonya olsa, okuyanın olduğu bir yerde şaşılmaz mı?
Ama yok!
Şaşıran yok!
Bu memleketin beş milyon seçmeni kayıtlarda yok!Kayıt altında olan nüfustan da okuyan yok! Ve bu memlekette demokrasi var!
Bu memlekette; milyonlarca can pahasına, yüzlerce yıllık geçmişi silmek pahasına, bütün 'satılmış-işgâle uğramış değerler' i inkâr pahasına bir sistem, Cumhûriyet ilan edilmiş!
Ama, -maalesef- taassup bitirilememiş ki cumhuriyet olsun! Cumhûriyetin ilanıyla berâber, cumhûriyetle mücâdele başlamış!
Teslîmiyetten beyinler, esâretten vicdanlar kurtarılamamış ki Cumhûriyet gelsin, demokrasi olsun!
Kendine güven, öz güven sağlanamamış daha doğrusu öğretilememiş ki bağımsızlık olsun!
Beyinler işgâlde, duygular işgâlde, hisler işgalde, vicdanlar tutsak, cesaretler hapsedilmiş, hamâset yasak ve gûya hür bir devlet var!...
"Devletlû Padişah" varmış, devlet yokmuş! Pây-ı tatht varmış, işgâldeymiş!
Hilâfet bizdeymiş yani halifemiz varmış! yani Dünya İslâm âlemi'nin yeryüzündeki başı, komutanı, yönlendiricisi bizdeymiş ama cami yokmuş! Cami görüntülü görkemli binalarda dansöz oynatılıyormuş!
Seferberlik îlan edilmiş ama işgalci müttefik(!)ler tarafından ordu lağvedilmiş!
Şimdiki "Türkiyeli"liğin veya o zamanki "Osmanlı"lığın adı, yani kimliksizliğin adı, yani vatansızlığın adı, yani teslîmiyetin adı, yani çiçek bahçesinin adı, yani mozaiğin adı, yani işbirlikçiliğin adı daha koyulmamışmış ama "devletlû" padişahımız çok yaşarmış!
Bir düşünen çıkmış!
Düşündüğü için var olan, düşündüklerini uygulayabilecek kadar îmanlı, bir adam çıkmış! Bir "Sarı Paşa" çıkmış!
Milletlik özelliğini, insanlık özelliğini, düşünme özelliğini, bağımsızlık karakterini kaybetmeğe yüz tutmuş ve hiç bir şeyi olmayan bir toplumda, îmanı cana getirmiş! Ölünecekten fazla ölmüşler! Öldürülecekten fazlasını öldürmüşler! Mağlûb edilmesi mümkün olmayan Yedi Düveli, "Düvel-i Muazzama" adındaki mevtâdan çıkardığı son gayretle, yenmişler!
Hiç bir şeye yaramayan, "Devletlû Padişah"tan aldığı İngiliz altınlarıyla fetvâ veren Şeyh'ül İslâm'lığın yerine "Diyânet İşleri Başkanlığı'nı; işgâlcilerce lağvedilmiş Serasker'liğin yerine "Genel Kurmay Başkanlığı"nı; Hasta Adam tarifli Düvel-i Muazzama'nın yerine "Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuş!
Saltanata da son vermiş, Hilâfete de! "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." diyerek te millete yetki vermiş, erk vermiş! Kendini ifâdeden yoksun, hakkını araması yasak edilmiş, sadece müttefik(!)lerin istediği yerlerde ölmekten başka işe yaramayan "Asâkir-i Muhammediye" adındaki ve Başkumandanı "kefere Alman" olan bir asker görünümündeki garâbete "Ordu" ünvânı vermiş!
Serbestçe kendini yaşayamamış! Kendine koyduğu yasakları yüzünden evlenememiş, evliliğini sürdürememiş! Bırakın üç taneyi bir çocuk sahibi bile olamamış! Çocuk sevgisini mânevi evlâtlarla gidermeğe çalışmış! Silah arkadaşının çocuklarının eğitimini devlet güvencesi altına alarak teselli olmuş, bir fedâkâr adamın emeklerinin inkârıyla karşı karşıyayız!
On milyon nüfusunun, beş milyon seçmeninin kaybolduğu söylenen, yetmiş bilmem kaç milyon nüfuslu ama bir milyon gazetenin satılmadığı, yüzbin basan kitabın olmadığı; cep telefonu tüketiminde ABD'den önde olan, internet müşterisi sayısında rekorlar kıran bir câhil memlekette yeniden işgâl yaşıyoruz!...
Kahramanlarının tamamını Çanakkale'de ve cephelerde şehît vermiş milletten; söyleyen de yok, söyleyenleri dinleyen de!
Sarı Paşam, Gâzi Paşam, Muhteşem Türk'üm, Atatürk'üm; Allahını seversen hakkını bize helâl etme!
Dünyanın ve târihin en nankör topluluğuna hayatını ve emeklerini fedâ etmişsin!...
Yazık olmuş sana Paşam! Yazık olmuş emeklerine!...
Hele bana, hele bana sakın helâl etmeyesin hakkını! Söylemek istediklerimi sadece yasa diye dayatılan yasaklardan korkarak söyleyemeyen ve cesur yürek edâlarıyla dolaşan bana, aslâ helâl etme hakkını Ulu Gâzi'm!
Ama; Mazeretim var abi! Asabiyim!
Dinleyin mazeretimi; Sarı Gazimiz'i biz yaşayamadık! O dönemde yaşamadığımız için mazuruz!
Yaşarken kıymetini bilemediğimiz, dünyasını değiştikten sonrada emânetlerine sahip çıkamadığımız Başbuğumuz! Sen, sen; bize, ülkücülere hakkını helâl etmeyesin!...
Ben de; bana yasa diye dayatılan yasaklardan korkarak yazdığımı yazmayanlara, duyurmak istediklerimi duyurmayanlara; beni, benimle yapmaya mecbûr olduğum korkunç savaşta tek bırakanlara, bunalımlara sokanlara hakkımı helâl etmeyeyim!
Başlarım böyle devrimciliğe de, ülkücülüğe de, milliyetçiliğe de, ümmetçiliğe de, bağımsızlığa da!... Hele böylesine kimliksiz-kişiliksiz Atatürkçülüğe, başlamaktan da öteye giderim!...
Kalan tek çâreme sığınacağım çâresiz! İnadına "TÜRK'ÜM" diyeceğim; bu yasayı, bu yasakları ihlâlin keyfiyle yetinerek!...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HERŞEYDEN GÜZELDİR."
Selam, sevgi, sitem!...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: