Pazar, Nisan 06, 2008

HAKİMİYET MİLLETİNDİR...

Çocukken, bütün çocuklar gibi "Hırsız-Polis" oynardık. Ekipbaşı; oyuncuları ve ekipleri seçer, sonra da kendi koyduğu kuralları anlatırdı. Bu kurallar; adını koyduğu, aslında oyun kurucunun senaryosuydu. Hırsızın; nereden, neyi, nasıl çalacağını; çaldığı şeyi nerede, nasıl saklaması gerektiğini öğretirdi. Rolünü iyice ezberletinceye kadar da tekrarlattırırdı. Aynı tarifleri ve işleri, polis rolü verdiğine de yapar ve yaptırırdı. Her "Hırsız-Polis" oyununun; senaristine göre değişen hırsızı-polisi ve sonucu olurdu. Genellikle de polisin galibiyetiyle biterdi oyun.
Oyunun sonucu, senaryoya göre belli olmasına rağmen genellikle sonuçla senaristin senaryosu uymazdı! Hırsızın veya polisin kişisel davranışları, sonucu etkiler veya mızıkçılık çıkarılarak oyun bozulurdu! Bu seferde bir tekerlemeye dönüştürülmüş, yeni bir oyun başlardı oyun içinden. "Oyunu bozan, g..ü borazan!" diye mızıkçılık yapan cezalandırılırdı seslice ve topluca.
Ne demokratik çocuklarmışız!...
Çocukluğumdan elli yıl sonra; ülke olarak, devlet olarak, kocaman-kocaman adamlar olarak yeni bir "Hırsız-Polis" oyunu oynanıyor sanki!
"Yasama-Yürütme-Yargı" üç ayağı üzerine kurulmuş bir sistemimiz var. Kuvvetler ayrılığı veya kuvvetler eşitliği veya kuvvetler dengesi diye ikide bir işimize geldiği gibi yorumladığımız bir sistemimiz var. Nerdeyse "Devletçilik oynanıyor!" diyesim geliyor ama dünyanın en yaşlı milletinin, dünyaya da öğreterek yaşattığı devletliliğe hakaret olur diye söyleyemiyorum.
Milletimizi bize târif edenlerden öğrendiğimize göre "Töreli ve Türeli" bir milletiz. Yâni; hem törelerimiz- genel ahlâk kurallarımız var, hem de "Türe"miz yani yasalarımız var. Ve bu iki temel unsur, milletimizle yaşıt! Yani yazılı olarak üçbinbeşyüz, sözlü olarak dokuzbinbeşyüz yaşında...
Bu kadar olgunlaşmış, bu kadar dünya milletlerine örnekleşmiş töre ve türe sahibi bir milletin, şu anki meydana getirilen sûni rüzgârdan zararsız çıkacağına eminim.
Mevcut türemizin-yasalarımızın gereği; Cumhuriyet Başsavcısı dava açacak, Anayasa Mahkemesi de davayı görecek. Dava sonucu; ya aklanma-paklanma olacak, ya da yasaklanma...
Mesele; yasalara uyup uymamak şeklindeki irâdeye kalmış! Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları; ya yasalara uyarak kendilerini devlete karşı savunacaklar, ya da devlete kafa tutacaklar! Tercihtir. Tercih haklarını kullanmaları, insan haklarıdır. Tercihlerini nasıl kullanırlarsa yasalar gereği, sonucuna da katlanacaklardır! Başka şansları da zâten yok. Devleti kuran, devlet olmaya karar veren, devlet kalmakta -ısrarla- kararlı olan millet irâdesi, yâni Milli İrâde bunu emretmektedir.
Ve de ben, tam da bu burada; "İşte millî irâde budur!" deme hakkımı, kullanıyorum. Devlet olmaya ve "Devlet-i Ebed-müddet" inancıyla devlet kalmaya karar vermiş olan Türk Milleti'nin İrâdesi'ne karşı çıkan veya çıkanlar, veya çıkmaya niyetlenenler; "Yüce Türk Milleti adına!" diye karar veren Yargı'ya ya uyacak, ya da uydurulacaklardır.
Onbin yıl önceden devlet olduktan sonra, devlet kalmaya kararlı olan "Millî İrâde"ye kafa tutmanın adı, türemizle-töremizle bellidir ve yaptırımları da türelerimizde belirlenmiştir.
Pilotun, sürücünün, kaptanın görevi, aracını hedefine ulaştırmaktır. Araçla birlikte yolcularını da topluca hedeflerine ulaştırmak birinci görevleridir. Hedefe ulaşan ve yolcularını hedeflerine taşıyan pilot-sürücü-kaptan, başarılı, hedefe ulaşamayan-ulaştıramayansa başarısızdır. Sürücü hatasından kaynaklı kazalarda sürücü suçlanır. Kazadan sağ kurtulmuşsa cezalandırılır. Düz mantık ta bunu gerektirir, millî mantık ta.... İçinde demokrasinin "d"sini barındıran bütün sistemlerde uygulanan, uygulanması gereken budur.
"Hakimiyet; kayıtsız, şartsız milletindir." diye tarif edilmiş olan şu anki sistemimiz; yüzde yüz oy almış olsa dahi, hiç bir partiye, hiç bir kişiye milletin hakimiyetini kullanma-kullanabilme yetkisini ve hakkını tanımaz!
Aksi olsa; seçimlerden kuvvetli çıkan her parti, kendine göre yasalar çıkarabilir ve değişmemesi-değiştirilememesi şart olan "Millî İrâde"ye ters düşer, kafa tutmuş algılanılır.
Usta pilotun-sürücünün-kaptanın sefere çıkmadan önce olmazsa olmaz birinci görevi, aracının kontrolünü ve gerekiyorsa bakımını yapmak-yaptırmaktır. Dere ortasında at değişmeye-değiştirmeğe niyetlenenler, attan da olurlar, araçtan da!...
Demokrasiyi, cumhuriyeti amaç değil araç olarak görenleri, gördüklerini söyleyenleri, ne millet unutur, ne de "Millî İrade"...
Bilinse de, bilinmese de; töreyi ve türeyi belirleyen "millî irâde", Anayasa Mahkemesi adıyla, suçlularını da korumak üzere faaliyettedir. Anayasal koruma olmasa, -Allah korusun- toplu infialler, toplu kalkışmalar olur ki buna da ne devlet denir, ne de devlet yönetimi!...
Suçun oluştuğu varsayılarak açılması istenen bir dava ile, Cumhuriyet Başsavcısının iddianâmesiyle AKP'nin kendisini suçtan ve suçlanmaktan koruması için bir şans tanınmıştır.
Bu şansı kullanıp kullanmayacağını da, hep beraber izleyerek göreceğiz. Kararı; "Yüce Türk Milleti adına!" girizgâhı ile Anayasa Mahkemesi verecektir.
"Şeriatın kestiği parmak acımaz." yani yasanın kestiği parmak acımaz inancımızla, mahkeme sonucunu bekleyeceğiz. Beklemeliyiz. "Beklemem" diyene de bekle-tir-leeeer!...
Bu uygulamanın adı da -bana göre- kesinlikle "Hakimiyet; kayıtsız, şartsız milletindir." irâdesinin tecellîsidir.
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: