Çarşamba, Nisan 23, 2008

"ÇİÇEK BAHÇESİ"NDEN MANZARALAR!...

Bağbansız çiçekler, kontrolsüz olarak bahçeyi kapladılar!...
Farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi'ne talip olan, "AB'lilerce ıslah edilmiş çiçek"le; bahçenin, AB ve ABD tarafından gübrelenen "Köksüz zehirli sarmaşıkları", sarmaş dolaş oldular bir daha!
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı dolayısıyla, Meclisimizin kuruluşunun 88. yıldönümünde, millet vekilleri meclisteydiler. Soyadı kendine yük, "Türk'üm" demeyen biri, bir gün evvel; “Birinci meclis, şimdiki Meclis’ten daha renkliydi.” diyerek gûya, Kurucu Meclisteki farklı kökenli millet vekillerinden bahsetmişti.
Meclisin, Türk Milliyetçiliği'ni yazılı metinlere hapseden ve güzel okuma(!)sıyla takdir toplayan Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve grubundan bir hareket olmamıştı!
Ertesi gün, beklenenin tam tersi gerçekleşti Eski meclis'te!
"Önce Anıtkabir’de Türk ile tokalaşan ve sohbet eden Bahçeli, daha sonra birinci Meclis binasında DTP’li Hasip Kaplan’ı gördü. Kaplan, Bahçeli’nin arkasındaki ikinci sıraya oturdu. Ancak Bahçeli dönüp, Kaplan ile tokalaştı ve “Gel Hasip , yanıma otur. Burada seninle Meclis’in renklerini tamamlayalım” dedi. Kaplan da ön sıraya geçerek, Bahçeli’nin yanına oturdu ve bir süre sohbet ettiler. " (Alıntı-İnternethaber)
Benim de aklıma aylar öncesinden yaptığım bir seslenişim geldi sadece!
Azerbaycanlı Şair Azaplı Mikail rahmetli, bir şiirinde;
"Gümânım galmadı göy Allahı'na
Deyirem ölürem, demirem olmur!" diye sitemlenmişti.
Şimdi aynı durumdayım! Söylesem öleceğim, söylemesem olmuyor!... Fikren, zikren birbirine benzeyen, hatta Rahmetli Başbuğumuzca birbirine benzetilen "Ülkü Devleri" perakendeleştirildi. Perakendeleşen Ülkü Devleri'ni; birileri, bir yerler kandırarak dağıtmış olsa gidenlere, terk edenlere ağız birliği ile saldıracağız. Ama böyle bir şey yok!...
Ülkücülerin tamamının, tek adresleri ve siyaseten tek çatıları olan MHP'den dışlandığını, tard edildiğini, üyeliklerinin silindiğini, genel başkanlık adaylıklarının gayr-ı meşrû yollarla engellenildiğini seyrederek perakendeleştik!...
Konuştuk olmadı! Sustuk olmadı!
Susanların, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenlerin sayısı arttıkça; bu dışlayanlar, bu feshedenler pervasızlaştılar! Yaz mevsiminin kızgın güneş sıcağında, birlikte vırraklaşan kurbağalar misali bağırmaya başladılar!...
Kurbağaların en kalabalık bağırdıkları zamanda yapılacak tek şey, kurbağanın gölüne bir taş atmaktır. Âcizane kurbağanın gölüne bir taş atmaya niyetlendim. Umarım attığım taş, ürküttüğüm kurbağaya değer...
Halîfe-i Râşidin'den, sahâbeden ve İslam aleminin gönül birliğiyle sevdiği müslümanlardan olan Hz. Ömer'den bahsetmeye çalışacağım. Mezhep-meşrep taassubu olmayan bir Müslüman olarak, Hz. Ömeri çok dikkatle izleyen biriyim .
Ömer ibn-i Hattab; yiyen, içen, nâra atan, aslan avlayan, kızlarını diri diri kuma gömen, puta tapan, tapmayanı zorla taptıran, gazaplandığında Kureyş'i evlerine tıkabilecek kadar hükümran bir Ömer...
Bu Ömerler, iki tane...
Biri Ömer ibn-i Hattab, diğeri Ebu Cehil... Bu ömerler, hükümranlığın ve zorbalığın öylesine zirvesindeler ki Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), Allah(c.c.)'tan bu iki Ömer'den birini niyâz eder...
Menfi anlamda tarifin zirvesindeki bu Ömerlerden birisi, Ömer ibn-i Hattab, ne zaman ki Kelime-i şehâdet getirerek doğru safa girer, bir anda Ömer-ül Faruk ünvanını kazanır. Mü'min-müşrik, inanan-inanmayan, müslim-gayr-ı müslim her kes tarafından "Adaletin Timsali" sıfatıyla anılmaya başlar.
O zaman da Müslüman-Türk bendenizin, Hz. Ömer'den alacağım, aldığım ders başlar. Demek ki, Ömer ibn-i Hattab kadar güçlü dahi olsa bir insan, yanlış saftaysa yanlış tarifi alır!...
Demek ki, akl-ı selîm sahibi her kese düşen görev; doğru zamanda, doğru zeminde, doğru duruşla, doğru safta saf alarak 'Yanlış!' tarifinden kurtulmak olmalıdır.
Bu iki Ömer'den diğerinin yani Ebu Cehil'in safında kalarak yanlışlıkta ısrar da elbette aklın ve cüz'i iradenin gereğidir. Bu tercihe itiraz edebiliriz ama tercih, tercih sahibinindir.
Yıllardır, Yurdu- Anadolu'yu dolaşıyoruz. Dostlarımızla, Ülküdaşlarımızla hem-hâl oluyoruz. Rahatsızlıklarımızda, şikayetlerimizde müştereğiz hamdolsun. İnşallah önümüzdeki süreçte sür'atle; doğru zamanda, doğru safta birlikte saf tutarak yanlış tarifinden de kurtuluruz...
Siyasetin, hatır-gönül işi olmadığının çok bilincindeyiz. Kimseye safını tarif etmek gibi bir ukalalığa da soyunmayız.
Yapacağımız sadece gönlümüzü, dostlarımızın ayakları altına atmaktır. İsteyen ezip geçecektir gönlümüzü ve biz -inşallah- "ooof!" bile demeyeceğiz. Ya da ayakları altına attığımız gönlümüzü alarak gönüllerine katacak ve bizlerin sessizce bahtiyarlığımıza vesile olacaklardır.
Bi-tarafın ber-taraf olduğunu, yıllarımızın verdiği tecrübeyle hepimiz biliriz. Ve bu tecrübeleri, çok pahalı edindiğimizin de farkındayız.
Bu yüzden ziyâdesiyle seçici, bu yüzden ziyâdesiyle temkinliyiz. Herkesin artık aklındaki en ufak veya en büyük sorusunu açıkça sorması ve yine bu sorulara muhatap kişilerin en açık bir ifadeyle bu soruları, bu endişeleri cevaplaması zamanıdır...
Artık geçen zaman, bizim kendi hayatımızla birlikte Türk Milleti'nin istikbâlidir, hayatıdır.
Allahçı(!)ların Allah'ı, dinci(!)lerin dini, Atatürkçü(!)lerin Muhteşem Türk Atatürk'ü, Türkçü(!)lerin Türk'ü bitirmek için gayret ettiği günümüzde, serbest ve hür akılların sür'atle bir araya gelmeleri zamanıdır...
Atı alanın Üsküdar'ı geçmesinden sonra hayıflanmanın, dövünmenin hiç bir getirisi ve mantığı yoktur. Biz oturursak, gelen bizi geçer. Ama biz yürümeğe değil koşmaya başlarsak, bize yabancı hiç kimsenin bizim yakınlarımızda bile olma şanslarının olmadığını en iyi yine biz biliriz...
Hadi Ülküdaşlarım!
Hadi duyarlı serdengeçtiler!
"Haydi, yiğit haydi yeni akına/Ülkümüzün cihan varsın farkına."
Yoksa "Çiçek Bahçesi"nde manzara kötü Vallahi!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: