Perşembe, Nisan 10, 2008

DOĞRU NEDENLE, DOĞRU KIZMAK !...

Tam bir yıl, yedi ay önceki kendimle dertleşmemi, bir daha arz edeceğim.
"Bu gün, sadece kendimle hasbihâl edeceğim! Kendimle sohbet edip, kendimle kavgayı deneyeceğim. Kendime kızacağım!
Bu en zor gibi görünen kavgayı nedense çok severim... Herhalde vuran da, vurulan da ben olunca ve kavganın galibi ve mağlûbu olmayınca, hep berabere biten bu kavga, tiryâkilik yapıyor!
Aristo; "Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru şekilde kızmak, işte bu kolay değildir." demiş... Doğru zamanda, doğru ölçüde, doğru nedenle, doğru insana kızmak!...
Buradaki doğrudan kasıt, hak eden insan olmalı herhalde... Hak eden insana elbette kızmak gerek. Kızınca doğru ölçüde, doğru nedenle kızmak ta elbette işin doğrusu ama, keşke bizleri kızdıran olmasa ve biz de kızmasak!...
Abdulhak Hamit Tarhan; "Bu millet söylemez, söylenir." diye tarif etmiş Anadolu insanını...
Demek ki zamâne değişti. Artık millet söylenmiyor. Söylüyor hem de nara atarak! Bağırarak, haykırarak söylüyor ama duyan nerde? Seçildikten sonra hükümrânlaşan demokrasi lümpenleri siyasetçilere, yarım asırlık yaşımızla alıştık! Bu yüzden onlara kızmıyorum. Çünkü nasılsa önümüze gelecek ilk sandıkta, -son sandıkta yaptığımız gibi- birilerine kızarak bir sonraki seçime kadar kızacağımız birilerini seçeceğiz!...
Bu yüzden de doğru zamanda, doğru şekilde ve doğru nedenle kendime kızıyorum! Lübnan'a asker gönderme hadisesiyle, ezici bir Millet çoğunluğunun kızdığı AKP adındaki "Deprem Çadırı" nı; Millet, "Bizimkiler" diye tarifleyerek sunduğumuz kişilere kızarak seçmişti! Milletin kızdığı ve cezâlandırdığı "Bizimkiler"e, biz herkesten fazla kızmıştık!... Kızgınlığımız ve kızdıklarımızın bizi kızdırmaya devam etmeleri yüzünden sakinleşemiyoruz!...
Televizyonlarda; Lübnan'a asker gönderilmesi masaya yatırıldı. Program konukları ve telefonla katılanların tamamı, kanaatlerini söylediler. AKP'ye baş kaldıran AKP'li Millet Vekilinden başka katılımcıların tamamına kızdım durdum!...
Hele MHP Genel Başkan Yardımcısı'na yani "Bizimki"ne iyice kızdım!..."Ülkücüleri sokağa indirmeyeceğiz. Ülkücünün elinde silah değil bilgisayar olacak." şeklindeki akıllıca ve "Dolma Kalemler"ce alkışlanan tavırla, Bayrağımıza saldırılarda bile susulmuştu! Çok kızmış, çok öfkelenmiştik ama yakalanması ve izlenmesi mümkün olmayan gündem değişimi içinde unuttuk sanki o kızgınlıklarımızı!...
Ama milletin %98' inin hayır dediği bir işe; AB ve ABD istiyor diye takıyyeci Hükümetimiz herkesten önce evet demiş! Teskere Meclis'e, -Meclis tatildeyken ve toplantıya çağrılmadan- gönderilmiş! Bir şeyler yapılmalı ve bu bir şeyleri de Anayasal hakları olan siyâsîlerimizin yani "Bizimkiler"in yapmaları gerek diye düşündüm.
Türkiye'de hiç bir teşkilât, mensuplarını ve sempatizanlarını MHP kadar çabuk organize ederek toplayamaz. MHP Genel Başkan Yardımcısı Sn.Mehmet ŞANDIR, telefonla katıldığı programda çok haklı ve güzel şeyler söyledi. Söylediklerinin sonunda; "Ankara'ya Tandoğan Meydanına iner ve gök kubbeyi başınıza yıkarız!" demesini bekledim durdum. Sanki söyleyecek gibiydi. Ama söylemedi! Söylediği; "Ölüm gelince komşuya.." mantığıyla, sivil toplum örgütlerini bu işe itiraz etmeye davet oldu!
Kendime kızdım! Kendime kızmaya devam ediyorum! Suskunluğunu bile bile, suskun kalacağını bile bile, bu suskun Genel Başkanı seçtiğimiz ilk güne kızdım!
Günün kabahati yok elbette, kızabildiğim kadar kendime, kendimize kızdım! Aklıma neler geldi, neler? Gözümün önünden ne sahneler geçti tekrar, ne sahneler!...
Biz, bu muyduk? Bu kadar susmamızı gerektirecek mecbûriyet neydi? Milletin bu meselesine sahip çıkılmazsa, Bayrağına sahip çıkılmazsa, Şehit Ailelerine sahip çıkılmazsa ve bunlar söz konusu olduğunda meydanlar yıkılmazsa ne zaman, ne yapılacaktı?
Milletin siyâseten çaresiz, siyâseten açmazda olduğunu sabahtan akşama kadar en az değişik 30 kişiden dinliyorum. "Niye sordum?" diye kendime kızıyorum sonra!... Ama hep sordum, hep kızdım; hep soracağım, hep kızacağım!...
Bu demokrasi denen yönetimi de, sevemedim de sevemedim! Cumhurbaşkanım'ın oyu ile, Genel Kurmay Başkanım'ın oyu ile Apo şerefsizinin ablasının oyunun aynı güçte oluşunu, bir türlü hazmedemedim.
Oylar arasındaki bu korkunç ve adâletsiz güç eşitliği yüzündendir ki hep, önce kızıp seçiyor sonra da beş yıl aralıksız kızıyoruz!
Lübnan'a Mehmetçiği gönderene kızıyoruz, Mehmetçiği gönderene "Gönderme" demesi gerekirken demeyenlere kızıyoruz. "Teskere metnini okumadan tavır koymayacağız." diyen "Allah'tan gayrı kimseden korkmam." diyen, "Adam gibi adam" diye bilboardları süsleyene kızıyoruz!...
İlk kongrede; bağırıp çağıranlar arasındaki en suskun olduğu için seçtiğimiz "Suskun Adam"a şimdi de suskun diye kızıyoruz! Bu kadar kızana, kızdırana ve hem kızıp hem de kızdıranları tekrar seçerek kızan millete de, ben kızıyorum!...
Milletin bir ferdi ve Devletin asli unsurlarından biri olarak ta elbette en çok kendime kızıyorum! Sanırım şu anda herkes te kendi kendine kızıyor! Herkesin; "Kendim ettim kendim buldum." diye mırıldandığını, duyar gibiyim! Biz kızmaya devam edelim, bir şey değişmeyecek!
Çünkü; "Bir şey değişecek, herşey değişecek." inancımız değişti! Kızdıklarımızın ve kızacaklarımızın içine artık "Bizimkiler" de çıkmamacasına dahil oldu! Artık ne kızdıranların kızdırmaktan, ne de kızanların kızmaktan vaz geçeceğine inancım kalmadı!
Allah(c.c.) sonumuzu hayretsin... 03 Eylül 2006 Ankara"
Şimdiden sonra; konuşması gereken zamanlarda susarak "Dolma kalemler"ce alkışlananların, şimdi nasıl susmaktan başka çarenin kalmadığı bir ortama mecbûr edildiklerinin, farkında mıyız? MHP'yi Ülkücü'den, milletten başkasının alkışlamasının, nelere, ne günlere hazırlık olduğunun hâlâ farkında olmayacak mıyız? Gerektiği zamanlarda Tandoğan Meydanı'ndan gökkubbeyi yıkmayanların, şimdiden sonra ne yapmaları gerek? Vallahi bilemiyorum!
Yine darlandım! Yine hem yerim, hem de canım daraldı!
"Söylesem te'siri yok, sussam gönül râzı değil."
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: