Cumartesi, Nisan 26, 2008

ÜLKÜDAŞLARIMA SAVUNMAMDIR !...

Ülküdaşlarım!
Güzel yürekli yiğit Türkler!
Başbuğum'un Bozkurtları!
Göz yaşlarını içlerine mızrak edebilmiş müthiş savaşçılar! Hafta sonu olması hasebiyle, ve Gazetemizdeki köşemde bendenize lûtfedilen yerimi hiç aklıma getirmeden, kendime sınırlama koymadan, sizlerle doyasıya bir sohbete niyetliyim...
Tanrı'm şahidimdir ki, sizleri üzmek gibi bir kastım asla olmamıştır! Olamaz da! Sizleri ve sizlerin üzüntünüzle bizleri üzeni üzmek için, elimden ne geliyorsa onu yapıyorum!
Teşkilatlarım işgâlde ve ben teşkilatsızım!
"Dolma Kalemler"in, karen Fogg çocuklarının, yerli işbirlikçilerin ağız birliği ile methettiği ve bu methiyeleri hak ettiğini gösterebilmek için olmadık zamanlarda, olmayacak işlere imza atan bir "birim mensubu" nu deşifre edebilmek için tarifsiz bir gayret sarfediyorum!
Ne kadar üzüldüğümü anlatamam! Ne kadar bedbîn olduğumu, benim gibi bir mücâdele adamını bu kadar bedbînleştirmeyi başaran "birim mensûbu" na ne kadar öfkeli olduğumu da anlatamam!
Hayatım boyunca hiç bir mahkemede bile kendimi savunmadım ben!
Yani asla yalana tevessül etmedim! Yaptığımı "Yaptım ve iyi ettim!" diyerek ikrar ettim hep! Samimi ikrârımın da en sert mahkemelerde dahi lehime işlediğine şahit oldum!
Hayatımda ilk olarak kendimi savunacağım! Siz ülküdaşlarımın vicdânî mahkemelerinize karşı vicdânımı sorgulamanıza izin vererek kendimi savunacağım! Ama Tanrı aşkına sizler de benim sunacağım savunma delillerimi, tarafsız olarak inceleyin olur mu?
Sondan başlayayım isterseniz.
Yıllardır internet sitelerine, zamanlı-zamansız servis edilen ve isimlerin üzerleri karalanmış olarak verilen bir "Türkeş Mektubu" söz konusu! Bu mâlûm mektup her servis edildiğinde, ateşli taraftarlar tarafından reddedildi ve mektubun düzmece olduğundan, mektubu servis edenlerin hainliğinden tutun da akla gelebilecek her türlü hakaretlerle saldırıldığına şahit olduk!
Ben de her seferinde; "Mektubun aslından alınmış ve sansürsüz bir fotokopisine sahibim. Vicdânî namusum yayınlamama mani, ama isteyen herkese bir sûretini gönderebilirim!" dedim durdum. Meraklı ve vicdânî namuslarına kefil olabileceğim bir kaç "Ülkü Devi"nin haricinde benim sözlerimi duyan olmadı!
Hem kendi sitemde, hem de iki internet sitesinde ( haberbu.com, diplomathaber.com) ; "MEKTUP BU, KARAR SİZİN!" başlığı ile mektubun sansürsüz hâlini yayınladım. Önce Gazetemiz'e gönderdiğim mektup, yine bütüne zarar vermemek düşüncesiyle olsa gerek yayınlanmadı!
Üzerinden on günden fazla geçmiş olmasına rağmen, ateşli taraftarlardan, tık yok!... Çünkü mektup ve gerçek ortada!...
Bir konuya da açıklık getirmek lâzım: Devletimin olmazsa olmazlığına inandığım ve adında "millî" sıfatını taşıyan üç kurumundan biri olan MİT (Millî İstihbarat Teşkilâtı) mensûbu olmak, her sâdık Türk için elbette şereftir. Devletimin hayâtî sırlarına vâkıf olmasına izin verilecek kadar güvenilir bir Türktür MİT mensûbu. Yâni, aslâ ve kat'a utanılacak bir görev değildir! Ama nâmus gibi ölümüne saklanması gereken ulvî bir görevdir aynı zamanda. Deşifre olduğunda etkisini kaybedeceği için, inzivâya çekilmeyi gerektirir diye düşünürüm. Bir MİT mensûbunun görevinin de, ancak öldüğünde biteceğine inanırım.
Alparslan Türkeş gibi bir siyâset dehâsının, sağlığında dünya ansiklopedilerine "Komiteci" sıfatıyla girmeyi başarmış üç kişiden biri olan bir zâtın; kendi el yazısıyla, darbecilerin kontrolündeyken, teşkilatlarında baş gösteren paniği engellemek için yazdığı ve kime, nasıl tavır takınılmasını tavsiye eden mektubu, tarihî bir belgedir aynı zamanda. "Devlet Bahçeli MİT'tendir." bilgisini vererek ona karşı tedbirli olunmasını tavsiye eden, Türk Dünyası'nın Başbuğu ve 27 Mayıs'ın "Kudretli Albayı", Alparslan Türkeş'tir. 1960 ihtilâlinde MİT'in nasıl CIA'ya teslim edilmiş olduğunu gözlemleyen ve tedbir almak istediği için de sürgün edilen biridir.
Mektupta adları geçen ve A. Kadir ERDİL haricinde tamamının, "Türkeş'siz MHP" kumpasının içinde olacağını, sonradan gözlemleyeceğimiz şahısların hepsi tarafından bilinen bu mektûba, ve mektuptaki târife rağmen; "Ülkücü irâde tecellî etmiştir!" denilerek, Devlet Bahçeli'nin kollarının havaya kaldırıldığı sahneyi, her kese bir daha hatırlatırım!
Mektûbun sansürsüz hâlini yayınlayıp, yayınladığımı bildirdikten sonra bu güne kadar kimsenin ilgilenmeyişini, anlayamadığımı da hatırlatırım!...
Bu konuda, yıllarca, yakın dostlarım ve ülküdaşlarımla yaptığımız sohbetlerde kanaatimi söylemiş durmuştum. Alparslan Türkeş gibi bir siyâset dehâsı, böyle bir görevliyi yakınında tutar, tutabilir. Hatta MİT'i millîleştirme operasyonuna cesâret edebilen tek kişi olarak, adlarını ve MİT görevlileri olduğunu bildiğimiz bazı kişileri, MİT'e millîleştirmek amacıyla Türkeş'in monte ettiğini bile düşünebilirim. Bu uygulamayı ve cesâreti de delicesine alkışlayarak kabullenirim.
Ama "Türkeş'siz MHP" kumpası mensuplarının, Türkeş'in dünyasını değişmesinden sonra şirketleşerek partimizi ve teşkilatlarımızı işgâllerine itiraz ettim, ederim! Bu gerçeği öğrendiğim günden itibâren de Bahçeli muhalifiyim! Fısıltıyla, samîmi sohbetlerimde bildiğim bu gerçeği, bazen mektubu da göstererek paylaştım ülküdaşlarımla. Şaşıran şaşıranaydı ama, "Bütüne zarar vermemek" düşüncemizle mektubu deşifre etmedim. Bir ara öfkelenip yazmaya niyetlendiğimde de, kişisel hayatımda özelliği olan bir "Ülkü Devi" Ağabeyim'in ricâsı üzerine erteledim.
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ' ın genel başkan aday adaylığına çalıştığımız günlerde, engelleneceğimizi gördüğümüzde mektubu çoğaltarak kongre salonundaki ve çevresindeki herkese dağıtmayı teklif ettim. O zaman da Ümit ÖZDAĞ Hoca, mükemmel bir ülkücü edâ ile; "Hocam! Arkadan vurmak gibi benzer bir davranış olur ve bize yakışmaz!" diyerek izin vermedi!
Beni inciten, -tekrarlıyorum- Devlet bahçeli'nin MİT mensûbu olması değil asla! Beni inciten; Devletim'in olmazsa olmaz kurumlarından olan MİT'in, hâlâ Türk Milliyetçiliğinin siyâseten tek adresi olan MHP'yi yakın izlemeğe tabi tutuşu! Devletinin bekası için, ülkesinin bölünmez bütünlüğü için ölmeyi şeref sayan ülkücüleri, tehlike gören bir MİT'in, görevli birisini Genel Başkan ederek ülkücüleri pasifize etmesindeki mantık!... Bu mantık bana aslâ millî gelmiyor!Ülküdaşlarım; bunları yazmazdım!
Kendimi bu kadar savunmaya lüzum hissetmezdim! Hatta kendimi savunmaya tenezzül etmezdim! Ama bir ara; "Bana çok hakaretler geliyor! "PuKaKa"lıların havlamalarını ciddiye almıyorum ama ülküdaşlarımdan gelenler, beni incitiyor!" diye şikâyetlenmiştim!
Madem ki şikâyetlendim, şikâyetlendiğim merciye, yani sizlere kendimi savunmak durumundaydım! Hele bir ülküdaşımın bir iletisi var ki, üç gündür uyumama mani! "Sayın Mustafa Aslan abi, bizler Gazi Üniversitesi'nde öğrenim gören bir grup ülkücüyüz. Bu mesajı size atmamızın sebebi 23 Nisan tarihli yazınızla ilgili. Doğrusunu söylemek gerekirse bu yazı bizleri rahatsız etti. Kimi arkadaşlarımız sitem etti, kimi arkadaşlarımız ise iyi niyetle yorumlamaya çalıştıysa da içleri burkuldu. Şayet ben sizi iyi tanımasam, '.............' adlı sitedeki yazılarınızı takip etmemiş olsam emin olun ben bile kırılacaktım." diye başlayan ve; " Sizin darılacak biri olmadığınızı biliyoruz, ama inanın üzülen arkadaşlarımız da üzülmeyi hakketmeyecek arkadaşlar. Üniversitelerin PKK işgaline uğradığı bu dönemde bulundukları yerlerde, bayrağı yüksekte tutmaya çalışan arkadaşlarımızın morale ihtiyacı var. Onlar sizin kardeşiniz. Biz bir aileyiz.
Selamlar, saygılar."
cümleleriyle biten, "Kadir SOYGAZİ" imzalı ülküdaşımın iletisinden sonra, kendimi savunmak durumundaydım...
"Üniversitelerin PKK işgâline uğradığı bu dönemde, bulundukları yerlerde bayrağı yüksekte tutmaya çalışan arkadaşlarımızın morale ihtiyâcı var." cümlesinde daralmıştım! Şu anda da aynı duygularımla yazıyorum!
Bu yiğitlerin morallerini bozmak için ne lâzımsa yapan Devlet Bahçeli'nin, neden böyle davranmış olabileceğini anlayabildiğim kadarıyla ülküdaşlarıma anlatmalıydım.
Türk Milliyetçiliğinin nerdeyse suç sayılarak yeniden 1944'lerin "tabutluklar"ına döndürülmek istenen Türkiye'nin, halini ve siyâseten birinin, bilerek yaptığı tarihi hataların, ülküdaşlarım tarafından bilinmesine inadığım için yazıyorum.
Başta; "Yazı ve imza Babamındır." diye mektubu onaylayan "Oğul Beğ"in, Tuğrul Türkeş'in ve mektuptan hatta Bahçeli'nin görevinden haberdar olan, mektupta adları geçen veya geçmeyen "ağabey"lerin suskunluğunu, anlayamadığımı; bu suskunluğun samimiyetinden şüpheli olduğumu, ülküdaşlarımla paylaşmak istedim!
Yarın; bana da "provakatör", "Ergenekoncu" derlerse şaşırmam! Aslında, neden geç kaldılar diye şaşırmaktayım!
Yıllar öncesinden, kanaat ve yorumlarına çok inandığım ama siyaseten duruşunu hiç tasvip etmediğim, kadim dostlarımdan, ETSO (Erzurum Ticaret ve Sanayi Odaları) Başkanı Sevgili Muammer CINDILLI'nın; "Kardeşim! Erbakan Hoca'yı İsrail'le masaya oturtmayı başaran güç, korkarım ki Federasyonlara ve Irak'ın Kuzeyin'de bir Kürt Devleti'ne 'evet'i MHP'ye, ülkücüyüm diyenlere imzalattırır!" diyen sesini, yeniden hatırladım!
Başka türlü olsaydı, PKK'lılarla aynı havayı teneffüs etmekten rahatsız olan, olması gereken ülkücülerin siyâseten en başlarının, onlarla tokalaşmalarını nasıl anlayabilir ve anlatabiliriz? Olmadık yerlerde AKP'ye bağırıp çağıran ama hayatî meselelerde AKP'ye verilen destekleri, peşine süt dökmüş kedi misâli susmaları, nasıl anlayabilir ve anlatabilirdik?
Hâlâ; Devlet Bahçeli'nin işgâl ettiği Genel Başkanlık Makamına yalakalığın adını, taraftarlık bile değil ülkücülük olarak tarif ederek ülkücülere saldıranları atlayıp, bize sitem etmeye devâm edecek ülküdaşımın samimiyetine, itirâz hakkım olmasın mı?
Allah aşkına susmayın Ülküdaşlarım!
"Sokağa inelim." derken, tv'lerde boy gösteren alnı dövmeli gibi olalım demiyorum! Sosyal Demokratların, defalarca kullandıkları meydanları doldurarak miting yapmayı neden sokaklara inmek olarak algılamayız? Bu mitingleri yapmamıza mani mi var? MHP siyâsi bir parti değil mi? Yetmiş milletvekili yok mu? İstese iki günde milyonları Tandoğan'a yığmaz mı? "Biz Kaç Kişiyiz?" diye bir ad alarak defalarca yüzbinleri, sokağa, meydanlara indirmeyi başaran bir kişi kadar etkinliğimiz kalmadı mı?
"Yoksa biz bu ülkeyi karşılıksız sevdik." sloganımız, sadece seçim sloganı mıydı? Ülkücüler olarak, biz de mi milleti kandırmayı tercih ettik?
Vakıflar Yasası'na, 301. madde'nin değiştirilmesine, SSK yasalarına tepkili olan İşçi Sendikalarına destek vererek sokaklarda kükreseydik, kim bize mâni olurdu? Bizi memleketin ve demokrasinin haklarını kullanarak gören PuKaKa'lılar, inlerine saklanmazlar mıydı?
PuKaKa'nın defalarca, Doğu ve Güneydoğu'da yaptığı mitingler meşrû da, Türk Milliyetçilerinin yapacağı mitingler mi gayr-ı meşrû?
Bu kadar işgâldeysek neyi bekliyoruz ki? ABD'nin gelerek Irak gibi bizi de kurtarmasını mı yoksa?
Çok oldu biliyorum!
Okumakta belki sıkılacaksınız onu da biliyorum! Ama kısa da analtılmıyor ki? Ve hâla söylemek istediğim o kadar çok şey var ki!...
Bana vereceğiniz tepkilere göre devam edeceğim söz!...
"Kalk Yiğidim!
Yine dağ başını duman aldı.
Parçalandı bir kıt'anın toprakları,
Arslan payını arslan olmayan aldı!
Kalk Yiğidim!
Yine dağ başını duman aldı."
Güzelliklere gebe bir haftaya başlangıç olmasını niyâz ederek, iyi bir hafta sonu diliyorum bütün ülküdaşlarıma...
"TÜRK'ÜN HERŞEYİ GÜZELDİR VE HERŞEYDEN GÜZELDİR."
"ÜLKÜCÜLÜK, TÜRK YARATILMANIN ŞÜKRÜDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: