Salı, Kasım 16, 2010

İKİ "ÜLKÜ DEVİ" PORTRESİ...

Son aylarda ısrarla vurguladığım bir konuyu, en son 7. Ekim. 2010'da "Buyruk Bekleyen Devler" başlığıyla yazmıştım. "Ülkücüler ne yaptıysa; milletini, devletini, bayrağını, mukaddeslerini, vatanını, teşkilatını, partisini çok sevdikleri için yaptılar." demiş, ülkücülerin önem sırasına göre sevdiklerini-kutsadıkları değerleri sıralamış ve; "... Bizi sokan bir arıya kızıp kovan söndüremeyiz! ... Ringde gardımızı düşürerek yumruk yediğimiz için antrenöre kızamayız! ... Güzel yemek yapamayan anamızdan-eşimizden vazgeçemeyiz! ... N'olur bir kere de yağan yağmur bizim yarıklarımızı kapatsın! Allah rızâsı için bir kere daha bize yapılanları unutup, bizim yaptıklarımızı da unutturalım!..." diye devâm etmiştim...
Hızımı alamamış; "
Milletin zorda, devletin darda olduğu bu zor süreçte ... Ülkü Devleri'ni evlerinden çıkarmak Ülkü Ocakları'nın, evden çıkan Ülkü Devlerini millî safta hizaya sokmak ta Millî parti MHP'nin işidir! Başta Devlet Bahçeli Bey olmak kaydıyla parti üst yönetimine; bütün Ülkü Devleri'nin sabırsızca "Teşkilâta dön!" buyruğunu beklediklerini, bildiğimizi hatırlatırız. Gittikleri yerin yenileri olmayı başaramamış eski döküntüler, bu tarifte asla yer bulamazlar!" diye de söylenen Ülkücülerin söyleyeni olmaya soyunmuştum!
Söylentileri söze dönüştürmemizin üzerinden kırk günden fazla geçti! Tehlike büyüdü, "MHP'de siyasi tsunami" hayâl ve hesâbı ters tepen AKP, dozunu artırarak saldırı şeklini değiştirdi ama biz sadece söylemekle kaldık!
Bugün tanıyan-tanımayan, seven-sevmeyen, "Ülkücüyüm" diye haklı bir gururla dolaşan bütün gönüllere, iki "Ülkü Devi"ni tanıtmaya çalışacağım. Bu Ülkü Devleri; daha önce vekil ve bakan olmadıkları için, daha önce kuruculuktan başka teşkilat yöneticiliği yapmadıkları için, gençliklerini dernekçi değil şartlar gereği militanca yaşadıkları için pek popüleriteleri yoktur! Yâni çok tanınmazlar, hatta meşhûrluk anlamında hiç tanınmazlar ama bilinirler! Bunlar Ülkücü Hareket'in aysbergleridirler. Bunların olduğu yerde dip dalgalanması ya anında fırtınaya döner, ya da -tehlikeliyse- bu dalgakıran sinelerde anında söner!...
Biri Aydın'da, diğeri Ankara'da ikâmet eder bu Ülkü Devleri'nin.
Aydın'daki altmışa varan yaşı ve ileri derecedeki astım hastalığına rağmen Dâvâ'ya biraz daha hizmet inâdıyla mücâdele eder! Elli metre yürüdüğünde, on dakikaya nefes düzenini ayarlayamayan bu deli yürekli Ülkü Devi; Okyanus ötesinden ilan edilen "Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi"ni, ilk fark edenlerden olarak Türkçe baş kaldıranlardandır. Hâlâ aşmış, taşmış, kükremiş sel misâli koşmakta-koşturmakta, dünyaya Türkçe kafa tutmaktadır!
Ankara'da ki; peşpeşe yaşadığı görünmez kazalarda, bacaklarından ciddi şekilde yaralanmış ve koltuk değneğine mecbûr olmuştur. Ayaklarını taşımakta zorlanan bacaklarına inat, otomatik vitesli bir arabayla kabını aşmaya, Okyanus Ötesinden ilan edilen gayr-ı millî saldırıya sadece baş kaldırmakla kalmayıp bu anlamda yapılan bütün toplantılara ulaşmaya, kendiyle berâber güzergâhındaki deli yürekleri de taşımaya soyunmuş; sağlam iki bacaklılara inat, topal(!)lığını espri konusu ederek 21.yy.'ın Emir Timur'luğuna aday olmuş!...
Birinin ciğerleri, diğerinin bacakları kendilerine yâr olmayan bu Ülkü Devleri'nin emeklerini, heyecanlarını, yürek ve cesâretlerini açıklamak, yetkili yerlerin dikkatine arz etmek gibi bir mecbûriyetim var gibime geldi!
Aydın'da Gültekin Öztürk'e ciğer olamazsak; Ankara'da Ahmet Ender Gökdemir'e bacak olamazsak; sağlam bedenimiz ve ciğerlerimizle bu Ülkü Devleri'nin hızına ulaşamazsak sağlıklı hâlimiz bize âr olmaz mı? Bu iki Ülkü Devi'ne yetişemeyen bizden, bedenimiz utanmaz mı? Bedenimiz, Huzûr-u İlâhi'de bizden dâvâcı olmaz mı? Yatan tavşanı, koşturan kaplumbağa hep geçmez mi?
Bayramımız bayram olsun...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: