Perşembe, Kasım 29, 2007

BU, SEN MİSİN?!...

Ankara soğuk.
Toplu taşıma araçlarında millet, tıkış tıkış...
Dolmuşlarda, sıkışıklık yok ama, millet henüz dışarının soğuğunun etkisiyle üşümeğe devam ediyor.
Yaya yürüyenler var Ankara'nın soğuğunda, üşüyerek...
Lüks arabalarında, tek başlarına, ağızlarında gevrek-gevşek çiğnedikleri sakızlarıyla; kendilerine yol vermemek gibi saygısızlık eden, modeli düşük arabaların şoförlerine kızarak korna çalan kadın magandalar da var...
Kadın magandalar, kendilerine yol vermeyen diğer araç sürücülerinden şikâyetçi. Diğer araç sürücüleri, artık bu trafiği kaldırmayan dar başkent caddelerinden rahatsız. Belediye otobüslerindeki millet, tıkış tıkışlıktan rahatsız. Dolmuştakiler, hala ısınamadıkları için şikâyetçi.
Ve bu hepsi rahatsız insanların, hemen hepsinin bir yakınları asker...Dolmuşlardan birinin arkasında da süslü bir yazı ile; "O şimdi asker." yazılı...
Ve askerler, bu rahatsız kalabalığın çocukları, bu rahatsız kalabalığın bile haberi olmadan Mehmetçikleşmiş sanki!...
Ve ABD adındaki müttefik düşman elçisiyle, iki ajanıyla Ankara'da!...
Heeeeey! Trafikten rahatsız olanlar,
Heeeeey! Belediye otobüsünde, dolmuşlarda dışarının soğuğundan rahatsız olanlar,
Heeeeey! Özel lüks arabasında kendisine yol vermeyenlerden rahatsız olanlar, sizlerin çocuklarınız, komşularınızın çocukları, dayınızın-amcanızın oğulları şu anda dağda!...
Eksi bilmem kaç derecede, sırtında 40 kilo ağırlıkla, karlarla boğuşarak hain kovalıyor, PKK ile çarpışıyor!
Ve siz burada üşüyorsunuz!...
"Erzurum'da kar yağsa, Rize'de üşüyorum." diye türküler yakan bir duyarlı Türk Evladı'nın da bir türküsünden dolayı yargılanmasını seyrediyorsunuz!
Sizin seyretmeğe, -çocuklarınız eksi bilmem kaç derecede, sırtlarında 4o kilo ağırlıkla, karlarla boğuşarak siz rahat edin diye savaştayken- otobüste, dolmuşta, özel arabanızda, özel lüks arabanızda ve ağzınızda sakızınızla rahatsız olmaya, üşümeğe hakkınız var mı?!...
Çocuklarınız dağda karlar içerisinde terlerken, siz burada üşüyebilir misiniz? Üşüseniz bile şikâyetlenebilir misiniz?
Siz; dağlarda sizler için terleyenleri unutursanız, ABD adındaki müttefik(!)imiz görünümlü Haçlı, taaaa Ankara'larda, göbeğinizin ortasında, gözlerinizin içine baka baka, sizin sınırlarınız hakkında planlar uygulamağa gelmez mi?
Birilerine; görevlerini yapmıyorlar diye, sizi temsil edemiyorlar diye kızmağa hakkınız var mı? Hiç düşündünüz mü?
Dağlarda, karlar içinde, eksi bilmem kaç derecede terleyerek toprak vatan kalsın diye şehit olan, şehit olamazsa gazi olan Mehmetçikler mi, onlarla birlikte geceli gündüzlü terleyen Türk Silahlı Kuvvetleri'nin subayları mı, vatan kalsın diye çarpışılan toprakları satanlar mı, siyasiler mi, yoksa sizler mi görevinizi yapmıyorsunuz? Hiç düşündünüz mü?
Türk Milleti; bu, sen misin?
"Kinim dinimdir." diye tarihe şerh düşen ataların, "Kana doymayan kanlı katil, dinle.Tanrı adına ant içerim ki; seni, ben kanla doyuracağım." diye ant içen ve andını yerine getirerek tarihleşen Türk Ana Tomris Kağan'ın ahfadı sen misin?
Çocukların Mehmetçikleşerek dağlarda üşünecek-donulacak yerlerde terlerken, sen burada üşüyebilir misin? Üşüdüğün için de Ankara'da Mütareke Günleri'ne geri dönerek senin geleceğin hakkında ahkâm yürütenleri seyreden, sen misin?
Bu, sen misin?!...
Türk Milleti, kendine dön!...
TÜRK'ÜM, BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR.
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Kasım 28, 2007

GEÇMELİ BUNLAR...

Ooooffff! Oooofff!...
"Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır." diye bir değil iki of çektim!...
Bir of çeksem sadece of çekmiş olurum biliyorum yıllardır... Öğrendim...
Sesimizi duyan olmadı! Sesimizi duyanlardan, sözümüzü kaale alan olmadı! Sözümüzü kaale alanlardan; "Milletin sözünü dinlersek avamlaşırız!" endişesi ile, avamlık ayıp olur diye doğru söylediklerimizi uygulayan olmadı!...
Ki ücret talep etmedik, görev talep etmedik! Devlet yönetenlere yağ çekmektense Millet'e sadakati tercih ettik. Millet adına, milletin söylendiklerini söyledik sadece ve söylemekteyiz...
"Alt-üst Kimlik" safsataları ortalığı kapladığı günlerde bir de "Çiçek bahçesi" tanımı sunuldu millete.
"Yapmayın!" dedik. "Başbuğumuz, mozaiğe bile itiraz etmişti. Mimar Sinan'ın yüzlerce yıldır sapasağlam duran mozaiklerine rağmen, mozaikten millet tarifi çıkmazken, Çiçek bahçesi'nden millet tarifi çıkmaz!" dedik...
Bir Kürt asıllı Türk Milletçisi Ülküdaşımız; "Ne mozaiği? Biz ancak renkli mermerin farklı renkleriyiz." diye feveran ediyor diye yazdık durduk...
Halk ile millet kelimelerinin sözlük anlamlarını da kullanarak; Türk Milleti tarihte de halkları toparlayarak milletleştirmiştir. Bu yüzden de Muhteşem Türk Atatürk, Cumhuriyet halk Fırkasını kurarken 6 temel ilkesinde "halkçılık" ile "milliyetçiliği" ayrı ayrı ele alarak işlemiş ve işlenmesini istemiştir dedik.
Yaşımız gereği, ömrümüzün 40 yılını; ".... halkların kardeşliği, haklara eşitlik, halklara özgürlük v.s." teraneleriyle geçirdik. "Şimdi bu geçmiş mücadeleler unutularak 'Türk halkı' demek, Türk Milleti'ni küçültmektir hatta Türk Milleti'ne ihanettir yapmayın!..." dedik ama ama sadece dediğimizle kaldık!...
Hala "bir off!... " çekemiyoruz ki karşıki dağlar yıkılmasın! Karşıki dağlar yıkılmasın ki oralarda mukim Türk Milleti'ne bir zarar gelmesin!
Ermeni Doğu'da, İsrail Güneydoğu'da, Yunanlı Kıbrıs ve Ege'de, Haçlı Boğazlar ve Anadolu'da, kendilerini hakim güçler olarak adlandırmış güçler rum-pontus hayalleriyle Karadeniz'de hayali haritalar üreterek, çizerek ha bire bize saldırmakta...
Sanal Ağ'da duyarlı Milletçiler, alternatif Türk Haritaları çizerek bu soğuk savaşa mukabele etmeye çalışıyor ama "Milliyetsiz Milliyetçiler"den hala bir tepki yok!...
Başbakanımız, aynı zamanda BOP Eş Başkanı olmakla müftehir!
Cumhurbaşkanımız, Arap Kralı'nın otel odasında ziyeretine gidebiliyor, sosyal aktivitelerde Ülkemizin reklamını yapmaya soyunuyor! Bu reklamlarda zaten ülkemizde gözleri olan aç saldırganların iştahlarını kabartıyor!...
Satan satana, alan alana! Karabağ'da talan var!...
Bizler de yerel gazetelerden, sanal ağdan "Oooof!" çekmekle meşgulüz!...
Kerkük'te Kerküklü Kardeşlerimiz; "Kavim kardaş nerdesen?" diye feryatta!...
Türk Milleti, Allahını seversen kendine dön!
Dağlar gibi yığdığın kemiklerinden nadim ol! Dereler gibi akıttığın kanından nadim ol! "Domuzdan post, kefereden dost olmaz." sözünü sen söylemedin mi? Allah aşkına kendine dön!...
Türk Milleti;
Sen, sadece Türkçe düşünür, Türkçe konuşur, olaylara Türkçe tepki verir, Türkçe davranırsan Türk olarak kalabilirsin. Türk olarak kaldığın sürece de bütün hasımların seni sayarlar...
Millet olarak kalmayı başaramazsan, devletin tehlikede. Sen hiç devletsiz kalmadın, sen hiç devletsiz olmadın...
Millet olarak kal ki, Devlet olarak ilelebet payidar olasın...
Bırak kim, ne yaparsa yapsın!... Geçer bunlar!... Geçecek bunlar!... Geçmeli bunlar!...
"Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur."
Türk Milleti, kendine dön!...
Oooofff! Oooofff!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 27, 2007

GÜL'ÜN DİKENİ

Refikim ve dostluğu ile müftehir olduğum sevgili Mehmet Gül’ün; “Ne bir Kürdümüzden ne de bir çakıl taşımızdan vazgeçeriz” sözlerini çok yorumlayarak çok özümseyerek kabullenenlerdenim. Hatta daha ileri giderek “Ne herhangi bir Kürdümüzün saçının telinden ne de bir çakıl taşımızdan vazgeçeriz” derim… Diyorum…
Bu mantığın silsilesini bozmadan devam edersek dağda çocuğu ölen Kürt ananın acısını bizim sayarız. Onunla beraber sadece acısına ağlarız. Ama dağda gebertilene de “Kuduz köpeğimdi, itlaf ettim.” mantık ve inancıyla bakarız.
Aksi halde yasalarımızın cezalandırdığı her kişinin anasının gözüyle meselelere bakmak, yasalarımızı irdelemek zorunda kalırız ki bu da yasa dışıdır.
12 Eylül Kıyametçileri’nin sadece denge olsun diye suçsuzlukları asıldıktan sonra kesinleşen ülkücülere bakarak; o ülkücülerin, anaları - aileleri- gözlüğünden meselelere bakarsak devletin tarifi nic’olur?
Hatayı, yanlışı, suçu kim yapmışsa yaptırım ve uygulama ona olacaktır, olmalıdır. Dağdakilerin yerine evlerinde oturan analara bir zor yaptırım, bir baskı uygulanıyorsa yanlıştır. Ama dağa çıkmış, tercihini devlete kafa tutmak şeklinde yapmış kuduz köpeğimizi de sırf anası ağlayacak diye asla affedemeyiz. Ellerini kınalayarak oğullarını askere gönderen Türk analarının gözyaşlarını nereye koyacağız o zaman?
Ölen, öldürülen, itlaf edilen PKK’lı alçakların anaları, elbette vatandaşlarımız. Onların acılarını hafifletebilmek için bir şeyler yapmak elbette devletliğimizin gereği. Bu doğru mantık ve devletlilik teamülümüzle Apo alçağının ablası ve kardeşlerinin seçme-seçilme hakları baki değil midir? Apo sergerdesinin ablasının oyu, Cumhurbaşkanımın oyu ile eşit güçte değil midir? Bu yüzden de tepkimi net olarak belli edebilmek için “Demokrat değilim!” demez miyim? Devlet olmanın gereği suçluyu cezalandırmak, gerekirse asmak-idam etmek, başarılıyı da ödüllendirmek değil midir?
Adalet ile merhameti bir arada yürütmek mümkün müdür?
Mantık ölçüsünü, devletlilik teamüllerini özümsemiş bir Türk olarak bildiğim, tanıdığım sevgili Mehmet Gül’ün; dağda itlaf edilmişlere şehit demesinin mümkün olmadığını bilenlerdenim. Eğer demişse külliyen yanlıştır!... Demişse düzelteceğinden, dememişse tekzip yoluyla düzelttireceğinden de eminim.
Duyarlı bir Türk yüreği taşıdığına inandığım Mehmet Gül’ün dağda itlaf edilen PKK’lıların analarının yüreğine muhabbetli olmasını anlarım. Çünkü aynı muhabbetle doluyum. Anaların ana oldukları için özelliklerinin farkında olanlardanım. Sağ olsaydı Apo alçağının anasının, oğlunu dünyanın en güzel çocuğu olarak seveceğinden de eminim. Ama suçluyu, asiyi, devlete baş kaldıranı sadece anasının muhabbetinden dolayı affetmeye soyunmak da aptallığın dik alası olur. Ne AB, ne de müttefik(!)imiz ABD buyuruyor diye kuduz köpeklerimize insan muamelesi yapmayız. Yapamayız!...
Yapmaya niyetlenirsek devlet olarak kalamayız.
Devlet olmanın, devlet kalmanın tek bedelinin can olduğunu binlerce yıldır bütün dünya milletlerine öğreten bir milletiz. Devlet kalmak için ölmeye, ölerek kahramanlaşmaya devam edeceğiz. Bir ölüp bin dirileceğiz vesselam…
Gazetecilikten geçinen biri, bizlere "Gül'ün Dikeni"ni ikram etti. Sağ olmasın!...
“TÜRK’ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR.”
Selam, sevgi, dua…
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Kasım 26, 2007

KURT YALANLARI !...

“... bugün uyanmış olan heyecanı asla unutmayınız. Bizi birtakım gaflet eseri telgraflar ve haberlerle uyutmaya çalışacaklar, inanmayalım. Bunlar bizim heyecanımızı geçirdikten sonra, kafamızı parçalamak için verilmiş kurt yalanlarıdır.Altı sene evvel, meşhur Balkan Muharebesi başlangıcında ’statüko korunacaktır’ dediler; sonra döndüler. Tek dayanağımız kalbimizin kuvveti, örgüt ve sakinliktir. Biz çok müsrif, cömert milletiz, çok şey israf ettik; paramızı, heyecanımızı, kanımızı verdik. Fakat şimdi elimizde israf edecek pek az şeyimiz kaldı. Davamızın doğruluğuna inancımız vardır.... Türkler ne yapacaklar diye bakıyorlar, heyecanımızı boğmayalım, Yunan bayrağı İzmir üzerine dikilmeyecektir. Heyecanımızı öldürmeyelim.” (Hulki Cevizoğlu'ndan alıntı)
Günümüzden 88 yıl öncesi.
İzmir'in işgalinden altı gün sonra Halide Edip; 21 Mayıs 1919 tarihinde Darülfünun'da yani bugünkü İstanbul Üniversitesi'nde konuşuyor bunları...
"Bunlar bizim heyecanımızı geçirdikten sonra, kafamızı parçalamak için verilmiş kurt yalanlarıdır."
Karakış geldi.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da elliden fazla köy yolu, kar nedeniyle kapalı. Kahramanlaşmak için, milletin gönlündeki muhteşem yerlerini pekiştirmek için nöbette olan Mehmetçiklerimiz, evlatlarımız, gözbebeklerimiz, Ordumuz dağlarda. Varlıklarıyla; karın yolları kapattığı köylerimizdeki vatandaşlarımızın üşümelerini engelliyorlar.
Genel Kurmay Başkanımız, taaa Nisan ayında "Sınır Ötesi Harekât, şarttır, faydalıdır." demişlerdi. Şimdi Kasım'ın 26'sındayız. 507 Milletvekili'nin "evet" dediği, muhteşem bir çoğunlukla, teskere de çıktı. 5 Ekim'de, okyanus ötesine, "Sayın Başkan"a gidilerek; "Sen Teksaslıysan ben de Kasımpaşalı'yım..." denilerek nara da atıldı!...
Bizim bu kadar gümbürtü kopardıktan sonra, geleceğimizi zanneden PKK'lılar, dağlardaki mağaralarını ve kamplarını -üşüdükleri için- terk ederek ya Irak'ın içlerine, ya da bizim büyük şehirlerimize içeri çekildiler. Bu yüzden -şükürler olsun- şehit haberleri kesildi!...
Ama içimizde, göbeğimize basa basa, gözlerimizin içine baka baka, Güneydoğu Vilayetlerimizde terörist başı lehine sloganlar atılmaya, güvenlik güçlerimizle çatışmalar yaşanmaya başladı!...
Bu başkaldırı şeklindeki hareketler üzerine Kasımpaşalı Başbakanımız; "Demokrasiyi teröre kurban etmeyeceğiz." gibi muhteşem bir söz irat buyurdular.
Bu muhteşem söyleme neden ihtiyaç duyuldu?
MHP; seçimlerden hemen sonra, Mecliste bulunmalarını demokrasi adına kazanç olarak yorumlayarak tokalaştıkları önce bağımsız, sonra DTP'li olan PKK'nın siyasal uzantılarının, nasıl bir projenin safhalarını uyguladıklarını anlayınca dokunulmazlıklarının kaldırılması için öneride bulunarak tekliflerini imzaya açtılar.
Tam da bu arada adalet mekanizmalarımız, DTP'nin yaptığı kanunsuz hareketlerden dolayı partilerinin kapatılması için dava açtılar. Başbakanımız da; "Meclis linç yeri değildir. Demokrasiyi teröre kurban etmeyeceğiz!" diyerek demokratlığını tarihe şerh düştüler!...
Kahramanlaşan, kahramanlaşmak için sırada bulunan Mehmetçiklerimiz arasında, nasılsa bu demokrasi havarilerinin çocukları yok! Onlar, askerlik yapamayacak kadar, ama yeri yerinden oynatacak düğünlerle evlenecek kadar, raporla tesbitli hastalar!...
Kurbanı olduğum demokrasi, nelere kadirsin!
"Bunlar bizim heyecanımızı geçirdikten sonra, kafamızı parçalamak için verilmiş kurt yalanlarıdır." 88 yıl önce söylenmiş sözlerin, ne kadar doğru olduğunu ispatlamak için, senden güzel nedenmi olurmuş?...
Hey gidi "kurt yalanları" heeeey!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Kasım 24, 2007

ZOR GÖRÜNEN İŞİN, KOLAYI !...

Yeniçağ Gazetesi Ailesi'nin mensupları;
Bir okurumuzun bendeniz fakıri kendisine yakın bularak yaptığı şikâyetine vermeğe çalıştığım cevabımı; hem sizlerin hem de bütün muhteşem okurlarımızın dikkatlerine sunuyorum.

"Aleykümüsselam Yiğit Kardeşim;
Cevap vermekte geciktim hakkını helal edesin.
Güzel Kardeşim; bazı şeyleri, olduğu gibi anlatmazsak kimsenin olduğu gibi bilme şansları olmuyor elbette.
Gazeteler üç olmazsa olmaz ayaktan oluşur. a) Patron, b) Muhabir, c) Muharrir
Muhabir ve muharririn görev yapabilmeleri için gazetenin olması, gazetenin olabilmesi için de patronun yani gazeteyi kurabilecek parası olan bir duyarlı iş adamının olması şarttır.
Gazete sahibinin, yani patronun tarafsız olmasını bekleyebilir miyiz? Bence hayır!
Bir gazete çıkarmak, ciddi manada yatırım ve sermaye gerektirir. Gazete çıkarabilecek kadar semayesi olan bir kişi; borsada, veya serbest piyasa adındaki paranın parayı kazandığı ortamda rantiyeciliğe değil de gazeteciliğe sermaye yatırabiliyorsa duyarlı bir yürektir ve toplumsal meselelerle ilgili bir insandır dolayısıyla da taraf olmaya hakkı vardır. Ama okuyucunun patronla aynı safta olması veya olmamasına patronun dahli, yok denecek kadar azdır.
Patrondan sonraki olmazsa olmazlar yani muhabir ve muharrirler, patrondan daha farklıdırlar.
Muhabir; gazete adına haber peşinde koşar. Haber yakalar ve haberini yapar. Muhabirin taraf olma hakkı asla ve asla olamaz. Olmamalıdır. Taraf olan muhabirin muhabirliği olmaz. Ve muhabir, gazetenin yaşama sebebidir. Ama son yıllarda "Dolma Kalemler"in köşelerinden muhabirlik yaptıkları da bir gerçektir ve çok kasıtlı olarak yapılan paralı-akçeli davranışlardır. Ucuz işlerdir vesselam!
Patron gazeteyi kurar, muhabir veya muhabirler koşup kovalayıp haberlerini yakalar ve yaparlar. Sonra muharririn işi başlar. Muharrir yani köşe yazarı, yani düşünen, düşündüğü için de mutlaka taraf olması gereken kişilerin işi başlar.
Muharrir, muhabirin haberinin ya karşısında, ya da yanında olur. Yani haberi ya tasvip eder, ya da tenkid eder. Yani özetle ve tekraren muharrir asla tarafsız olamaz.
Güzel Adaşım;
Elbette sesimizi duyurmamıza izin verilen, düşüncelerimizi sizlerle paylaşmamıza şans tanıyan gazetemizi savunmak durumundayım.
Ama bir şeye dikkatlerinizi çekmeye gayret edeceğim. Seni ve zannederim senin gibi düşünen okurlarımızı inciten bir şeylerin, haberlerin gazetemizde olması gazeteciliğin doğasındandır.
Senin ilgini ve öfkeni çekmeyi başaran köşenin sahibi refikimiz; dikkat eder ve hakkını teslim ederseniz, sizler adına bütün gazeteleri tarayarak -müspet ve menfi manada- dikkat çeken yazıları, sizlerin dikkatlerinize sunmaktadır. Bu gayreti, bence teşekküre layıktır.
Köşesine taşıdığı yazı hakkında bir yorumu olsaydı ve o yazıya destek veren bir cümlesi olsaydı tepkini anlamakta bir sıkıntı yaşamazdım.
Zannedersem ve bana hakkını helal edersen, sadece yaşımın senden çok büyüklüğü hakkımı kullanarak bir şey söylemek isterim. Asıl kızmanız gerekene iç muhasebeniz izin vermediği için bir başkasına kızmayı denediniz dersem çok mu katı davranmış olurum?
PKK'lı olduklarını artık saklamaya bile gerek görmeyen ihanet şebekeleri ile o şebeke mensuplarıyla tokalaşanlara, onlarla samimi sohbetler edenlere kızgınlığımız had safhadadır. Ama onları seçenler biz olduğumuz için, seçimimizdeki hatamızı kabullenmekte zorlandığımız için başkalarına kızmak gibi işin kolayını mı tercih ediyoruz?.
Allah rızası için akıllarımızın ve vicdanlarımızın hür kalmasına izin verelim.
Kendimizin de insan olduğumuzu, insanın yaratılışı gereği hataya çok müsait olduğunu, hiç unutmayalım. Gönlümüzün bazen bir bülbül olup güle konabileceği gibi, bazen de karga olup b..ka konabileceğini kabullenelim. Karganın konduğu yerin kokusunu burnumuz aldığı anda fark edelim. Ve karga olup pis kokulu mekânlara konan gönlümüzü kontrole soyunalım. Bu kontrolü ne kadar erken yaparsak zarardan dönmenin o kadar kâr olduğunu da farkedebiliriz.
Son söz olarak Sevgili Kardeşim;
Her gazetenin olduğu gibi Yeniçağ Gazetesi'nin de bir yayın politikası mutlaka vardır. Ve bendeniz bu yayın politikasına evet dediğim için buradayım. Nedir Yeniçağ Gazetesi ve televizyonunun politikası derseniz: şahsen bendeniz; Türkçe düşünüp Türkçe konuşanların, Türkçe hayal edip Türkçe uygulayanların, halkları birleştirerek milletleştirme özelliğini Tanrı'nın verdiği Türk Milleti'ne mensup olmanın gururunu yaşayanların bir arada olduğunu bildiğim için Yeniçağ Ailesi'ndenim.
Bize ürüyen komşu köpeği, asla kabahatli değildir.
Köpek köpekliğini yaratılışı gereği yapacaktır. Ama köpeğini kontrol etmeyen komşumuza kızmanın veya komşumuzu köpeğinden dolayı uyarmanın çok daha akıllıca ve doğru olduğunu artık lütfen kabullenelim.
Sevgili Kardeşim;
Seni öfkelendiren köşenin sahibi refikimin, Yeniçağ Ailesi tarzına farklı bir davranışını hissedebileseydim, yeminler ederin sizden refikim adına özür diler ve bütün öfkem sertliğimle o refikime saldırırdım.
Ama şimdi de bütün yüreğimle sizden istirhamım; lütfen öfkenizi bir daha sorgulamanız yolunda olacaktır. Sizi öfkelendiren her şey bilesiniz ki bizleri de öfkelendirmektedir.
Ve bendeniz de sizinle beraber; bizim oylarımızla Meclis'e girip ihanet şebekesi mensuplarıyla tokalaşanlara sonsuz öfkeliyim. Ama bir sonraki sandığa kadar öfkemizi kontrol ettiğimizi de kendilerine yüksek sesle söyleyerek beklediğimizi belirtmemiz lazım.
Aslında iş bu kadar kolay Yiğit Kardeşim!...
Hadi lütfen zor görünen işin kolayına soyunalım olmaz mı?"

"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."

Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

KORKUMUN KORKUSU !...

Kırıldıklarıma hakkımı helal etmekle başlayacağım bu hafta sonuna...
Bilmeyerek, nefsimin kontrolüne girerek kırdıklarımdan da helallık dileyeceğim elbette...
Saat sabahın 05.50'si...
Önce Rabb'im'le, sonra kendimle başbaşayım. Ne kimseye bir şey anlatabilecek, ne de kimseden bir şey dinleyebilecek halde değilim...
Beynimde fırtınalar kopmuş!...
Canım sıkkın, ruhum gördüğü dünyevi işlerin basitliği karşısında isyankar! Her kes, her düşünce mensubu; bir yerlerle kavgalı!...
Kavga edenler de; kavga edilen yerlerde görev yapanlar da insan ! İnsan, insanla kavgalı!
Bu kavga, yeni de değil! Kur'an-ı kerim'den öğrendiğimize göre;
"( Zikret o zamanı) ki, Rabbin meleklere, ' Ben yeryüzünde (emirlerimi tebliğ edecek ve yerine getirecek) bir halife yaratacağım.' demişti. (Melekler): 'Yeryüzünde fesad çıkaracak ve kan dökecek birini mi (halife) kılacaksın? Oysa bizler seni hamd ile tesbih ediyor, seni takdis ediyoruz.' dediler. (Allah'ta): Hakikat şu ki ben sizin bilmediğinizi bilirim. dedi." -Bakara 30-" Biz de şöyle dedik. ' Ey Adem! Sen ve eşin cennete yerleşin ve o (cennet rızkı) ndan dilediğiniz yer ve zamanda bol bol yeyin. Sakın şu ağaca yaklaşmayın! Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz.' " -Bakara 35-
" Şeytan o ikisini (Adem ile Havva'yı) oradan (Cennet'ten) kaydırdı. İçinde bulundukları (durumdan) çıkardı. (Bunun üzerine) Biz de; 'Bir kısmınız, diğerine düşman olarak (cennetten çıkın, arza) inin. Sizin için yeryüzünde bir zamana (ömrünüzün sonuna) kadar durmak ve (nimetlerinden) istifade etmek vardır.' dedik." -Bakara 36-
" Derken Adem, Rabbinden bir kısım kelimeler öğrendi. (Rabbi de bu yüzden) Adem'in tevbesini kabul buyurdu. Şüphesiz ki O (Allah), tevbeleri çok kabul eden ve rahmeti bol olandır." ( O kelimeler: ' Rabbimiz biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen muhakkak hüsrana uğrayanlardan olacağız.' -Araf 23-
Ayetlerinden okuduklarımıza göre; Hz. Adem ile Hz.Havva'nın şahsında yeryüzüne indirilmekle başlayan bir insanlık çekişmesi var...
Bizler de insan olarak, insanın devamı olarak aynı çekişmeleri devamla meşgulüz!...
Yani bizler de; nefislerimize zulmedenlerdeniz. Eğer bizi de bağışlamaz ve esirgemezse muhakkak ki hüsrana uğrayanlardan olacağız !...
Korku mefhumunu hepimiz biliriz ama; nereden, kimden korkacağımızı karıştırırız! Kimimiz ölümden, kimimiz fakirlikten, kimimiz yasaların cezalandırmasından, kimimiz kuvvetli zannettiklerimizden korkarız!....
Asıl korkulması gerekeni, korkuyu da yaratanı -haşa- unutur; korkuyu yaratandan korkmayı unuturuz!... Allah'tan korkmanın mükemmel bir tarifi olduğu için; bir kaç kere tekrarladığım bir kıssayı, bir daha hatırlatacağım...
Yavuz Sultan Selim Han devridir. Sadaret makamı, sadrazamlık makamı yani günümüzün başbakanlık makamı, boştur. Yavuz; fısıltıyla ilk toplanacak divanda sadrazam atayacağını, duyurur.
Sadrazam olabilecek paşaların, tamamı Enderun'ludur. Yani tahsil yapmış, diploma almış, kalifiye kimselerdir.
Sadece Piri Mehmet Paşa, alaylıdır. Serhadden serhadde, savaştan savaşa koşarak yetişmiş bir gazi, imanı ve bileğinin gücüyle paşadır... Divan günü; bütün paşalar, divan saatinden saatlerce önceden koşarak divanda Padişah'a yakın bir yer kaparak otururlar. Hepsinin gönlünde, sadrazam olmak hayali vardır. Piri Mehmet Paşa ise divan saatine bir kaç dakika kala salona gelir ve kapıya çok yakın, padişaha en uzak bir sandalye bularak oturur...
Yavuz, salona gelir. Selam sabah, hoş beşten sonra Divan'ı açar.
- Paşalar! Bir karara vardım. Ne dersüz?... Diye vardığı kararını açıklar. Açıkladığı karar, yüzde yüz devletin aleyhine olan bir karardır!... Sonra, meşveret gereği sırayla;
- Falan paşa! ne dersün? diye paşalara sorar. Aldığı cevaplar;
- Muvafıktır Hünkarım!
- Çok doğrudur Hünkarım!.
- Siz yeryüzünde Allah'ın sayesisiniz, siz yanlış yapmazsınız Hünkarım!... ve benzeri şekildedir. Sıra, en sona kalan Piri Mehmet Paşa'ya gelir;
- Bre Piri Paşa! Sen ne dersün?... diye soru tekrarlanır.
- Külliyen yanlıştır Hünkarım!...
Şeklindeki cevapla, sanki divana bomba düşer!... Her kes Koca Yavuz'un gazabını düşünerek titremeye başlar.
Yavuz;
- Bre Paşa! Bizden korkmaz mısın? Bilmez misin biz kelle alırız?!... diye kükrer.
Cevap ta saygılı ama aynı erkek tonlamadadır;
- Haşa Hünkarım!... Yüreğimizi Allah korkusu öyle kaplamıştır ki başka bir korkuya asla yer yoktur !...
Veeee, Piri Mehmet Paşa, sadrazamdır...
Yüreklerimizdeki korkularımızı, Allah Korkusu ile değişmediğimiz sürece; asıl korkmamız gereken yeri unutup dünyevi korkularla vakit geçirdiğimiz sürece, eğer bizi bağışlamaz ve esirgemezse -korkarım- hüsrana uğrayanlardan olacağız!...
Allah(c.c.) hepimizi korusun ve bağışlasın ki hüsrana uğrayanlardan olmayalım inşallah...
Bir hafta sonu dinlencesi ve bir hafta sonu muhabbeti sayılsın lütfen...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 22, 2007

ÖĞRETMENLER GÜNÜ...

24 Kasım'a bir gün kaldı.
Hala varlıklarıyla müftehir olduğum ve varlıklarıyla kendimi rahat hissettiğim Öğretmenlerimiz'e; bir günlük, göstermelik, suni taltifler sunulacak!
Yılın bir gününü bu "insan fabrikaları"na ayırmışız ya!...
Yine de bütün öğretmenlerin günlerini kutluyor, varlıklarıyla rahat olduğumu beyan ederek büyük küçük hepsine sonsuz saygılarımı gönderiyorum. Çünkü ben de, asla emekli olmayacak olan bir öğretmenim.


ÖĞRETMENİM

Duygu mimarıyım ben
Saygının kaynağı
Kaygının yok oluş durağı...
Seven sevmeyen gönüllerde
Benim dalgalandıran bayrağı...

Toprağı vatanlaştıran
Dünle bu günü buluşturan
Bu günü yarınlarla yarıştıran benim,
Ben, Öğretmenim...

Bende şekillenir sesler
Bende bestelenir nefesler.
Bende zindanlar kafeslere döner
Heveslere döner korkular...
Uzun uykular, tembelliktir bende
Gerçeğe yakın değilse karabasandır rüyalar...
Dünyalar ben sığıyorsam içine küçüktür
Küçücük yüreklere sığan da benim,
Ben, Öğretmenim...

Sadece bende benzer tüm başaklar denize
Bendedir sadece silahtan korkmayan kalem.
Bendedir içine kötülüğün zerresi sığmayan
İçine alemler sığan gönül...
Bedenlerde şekillenen duygular
Şehadeti doğuş sayan olgular
Bir çocuk bakışıyla dünya kucaklayabilmek
İnsanlığa sevgi sunma iddiası bendedir...
Benim affederek cezalandıran
Cezalandırdığımda cezalanan benim,
Ben, Öğretmenim...

Toprağı vatanlaştıran
Dünle bugünü buluşturan
Bugünü yarınlarla yarıştıran benim,
Ben, Öğretmenim...

Kalem tutamayan minicik eller
Anneden başka söz sevmeyen gönüller
Benimle büyür dünyalar kadar.
Benim emeğimdir bütün güzel oluşlar;
Ben sevdiririm Cumhuriyeti
Atatürk'ün ölmesine izin vermeyen benim,
Onun ilkelerinden ödün vermeyen benim,
Ben, Öğretmenim...

Benimle muhabbetleşir karasevdalar
Seven sevilen hep benim tezgahımdandır.
Buram buram Anadolu kokar nefesim
Tek hevesimdir çağdaş uygarlık.
Benimle şekillenir Türk
Atatürk benimle başlar yeniden koşmaya her gün;
Kırk dakikaya asırları
Teneffüse yılları sığdırabilen benim,
Ben, Öğretmenim...

Benim toprağı vatanlaştıran
Dünle bugünü kavuşturan
Bugünü yarınlarla yarıştıran benim,
Ben,Öğretmenim...

Mustafa ASLAN
Müstahfi Edebiyat Öğretmeni
Gazateci-Şair-Yazar

Çarşamba, Kasım 21, 2007

TÜRK MİLLETÇİLİĞİ...

Fikir meydanlarına, bir fikir alanı daha açıldı.
Avrupa'da Türk gibi düşünüp, Türk gibi yaşayan ve Türk gibi tavır koyan Türklerle, Türkiye'deki "Türk Milletçileri" bir araya gelemeden, uzakları yakınlaştırarak, el ele vererek, gönül gönüle dayanarak bir site yaptılar. www.milliyetciler.com sitesi, bütün Türk Milletçileri'ne hayırlı olsun.
Ülküdaşlarım;
Aylardır, hatta yıllardır kendi kendime belki de binlerce kere sorup cevapladığım ama bir türlü verdiğim cevaplarla tatmin olamadığım için cevapsız kalmış sorularımla muhatabım!
Sanırım çaresizleştiğim için bu açmazımı, sizlerle paylaşmak durumundayım. Ya sorularıma verdiğim cevaplarla yetinir, ya da sorularımı cevaplamak zahmetinde bulunursunuz diye düşündüm.
*Milliyetçilik nedir? Bir fikir akımı, bir düşünce sistemimidir? Bir fransız, bir ingiliz veya herhangi milletten biri, ısrarlı ve ciddi bir eğitimle kalifiye bir Türk Milliyetçisi edilebilir mi? Sorularıma buradan başlamak isterim.
Milliyetçilik; bir kişinin mensubu olduğu millete olan sevgisi, sadakatidir. Mensubu olduğu milletin, muassır medeniyetleri yakalaması hatta geçmesi için verilecek mücadeledir. Milliyetçilik; bir kişinin yaptığı her işin sonucunu, milletinin menfaatine midir diye sorgulamasıdır. Meselâ, bir sanayicinin kendi üreteceklerinin kalitesini yükseltip maliyetini becerebildiğince aşağı çekerek milletine sunması gerekirken, daha kolay ve daha çok para kazandırıyor diye ve ekonomimize sıcak para getiriyor düşüncesiyle ithalatçılığı seçmesi, asla milliyetçilikten sayılmamalıdır.
Eğer milliyetçi iş adamlığı, milliyetçi sanayicilik bu kadar kolay olsaydı; özelleştirme adıyla yabancılara peşkeş çekilen kurumlarımızı alan yabancılardan daha milliyetçi kimse olabilir miydi?
On yıldan fazla vergi rekortmeni kalarak defalarca Devlet'ten hizmet madalyaları alan Matild Manukyan'dan daha milliyetçi kimse olabilir miydi? Bir başka iç soru; Matild Manukyan, 7-8 yaşlarındayken ailesinden alınsaydı, adı değiştirilip yatılı mekteplerde, çok ehil öğretmenlerce yetiştirilseydi; büyüdüğünde yine Karaköy patroniçesi olur muydu? Olsaydı, yine vergi rekortmenliklerini kimseye kaptırmasaydı, yani vergi kaçırmasaydı, milliyetçi olarak tanımlanabilir miydi?
Bir başka açıdan daha bakarsak, bir Türk yazarı olarak Nobel Ödülü'nü alan ve "Soykırım yapmıştır." diyerek Türk Milleti'nin adını menfi olarak dünyaya duyurmayı başaran Orhan Pamuk, Türk Milleti'nin propogandasını yaptığı için milliyetçi olarak adlandırılabilir mi?
*Bir başka soru: Halk ile millet arasında fark var mıdır? Halkçılık ve milliyetçilik, aynı mıdır? Milletçilik ile milliyetçilik arasındaki fark nedir?
Muhteşem Türk Atatürk, Cumhuriyetçi Halk Fırkası'nı kurduğunda önce "9 Umde" adıyla prensiplerini tespit etmiş, sonra bazı umdeleri birleştirerek sayıyı 6'ya indirmiştir. "6 Umde", 6 Ok olarak isimlendirilmiştir. 6 Ok'tan ikisine bir daha dikkat çekmek gerekirse; "Halkçılık" ve "Milliyetçilik" maddeleri, birbirinden müstakil tutulmuştur. Demek ki Atatürk'e göre de halk ile millet farklı kavramlardır.
Geçtiğimiz günlerde kadim dostum ve ülküdaşım Mehmet Emin Alper Hoca'yı ziyarete gitmiştim. Bu merak ettiğim konular da sohbetimize mevzu oldu. Emin Alper Hoca; 1980 öncesinde Ülkü Ocakları genel Başkanı iken, Muhsin Yazıcıoğlu'nun, bu konudaki bir konferansını hatırladı. Muhsin Yazıcıoğlu; "Halk, şu anda vatan adını verdiğimiz topraklar üzerinde yaşayanlardır. Millet ise; tarihte, günümüzde ve gelecekte bu toprağın altında yatanlarla şu an toprak üstünde yaşayanların tamamıdır." diye çok güzel bir tarif yapmış.
Bendenizin çok ilgimi çekti. Dünün, günün ve yarının; yaşamışlarını, yaşayanlarını ve yaşayacaklarını böyesine kucaklaştıran bir tarifin sahibi Muhsin Yazıcıoğlu, bu sözlerinin, bu tarifinin unutulmasına neden izin verdi diye hayıflandım! Sadece hayıflanmakla yetinmeyip kendimi sözlüklerin arasına attı. Sözlüklerden;
"halk: Bir milleti oluşturan çeşitli toplumsal kesimlerden veya meslek gruplarından oluşan insan topluluğudur. Halkı milletten ayıran en önemli fark; halkın millet olma özelliklerine veya bilincine ulaşmamış olmasıdır.
millet: Geçmişte bir arada yaşamış, şimdi bir arada yaşama inancında, istek ve kararında olan; aynı vatan ve o vatanın maddi ve manevî değerlerine sahip çıkan, aralarında din, dil, kültür, tarih ve duygu birliği olan insanların, halkların oluşturduğu toplumdur." tariflerini buldum.
Sözlük tarifleriyle Muhsin Yazıcıoğlu'nun tarifinin örtüşmesinden de hem çok mutlu oldum, hem de bu tarifnin unutulmasına neden izin vermiş diye bir daha hayıflandım.
Bu tariflerden sonra bir de Muhteşem Türk Atatürk'ün, halkçılık ve milliyetçilik kavramlarını ayrı ayrı maddeler olarak tüzüğüne aldığını hatırlayınca; "Türk Halkı" gibi Türk Milleti'ne irtifa kaybettiren bir sözü kullanmakta ısrar eden aydınlarımıza, aydıncıklarımıza,
"en-tellek-tüellerimiz"e ne demek lazım diye ciddi ciddi düşünmek gerek.
Bizim kuşağımızın yarım asrı geçen ömrümüzün nerdeyse kırk yılı; "halklar, halklara özgürlük, halkların eşitliği v.s." teraneleriyle mücadele ederek geçti. On kitap okumamış, konuşma ve yazma özürlülerin ısrarla "Türk Halkı" demelerinin altında artık art niyet aramak gerekmez mi? Bütün kavramlarımızın olduğu gibi millet kavramının da içini boşaltma operasyonu yaptıklarını düşünmeyelim mi?
Israrla "Türk Halkı" diyenlerin, Türk Milleti'ne, Muhteşem Türk Atatürk'ün ve Başbuğ Türkeş'in ideallerine ihanet ettiklerini söylemeyelim mi?!...
*Dinin siyaset malzemesi olarak kullanılması, vicdanî ve ahlakî midir? Milliyetçilik, her hangi bir siyasi partinin tekelindeymiş gibi tarif edilirse; dinin siyaset malzemesi olarak kullanılmasıyla, milliyetçiliğin siyaset malzemesi olarak kullanılması aynı olmaz mı?
Yüceler yücesi Allah; kimsenin kimsenin imanına kefil olmasına izin vermemiştir. Hatta iki cihan serveri ve Allah(c.c.)'ın "Habibim" diye sıfatlandırdığı Peygamberimiz(s.a.v)'e dahi kimsenin imanına kefalet yetkisi verilmemiştir. Hal böyle iken; kendilerine oy veren veya vermeyenleri "Müslüman ve Patates dinliler" diye tasnif etmenin, yıllar sonra memleketi nereye ve ne durumlara getirdiği ortada. Millet kavramını, ümmet kavramıyla eş anlamlı kullanan, milliyetsiz milliyetçiler yüzünden, milletin hali de ortada.
Millet; halkların dün, bu gün ve yarın bir arada yaşamışlarının, yaşayanların ve yaşayacakların bir araya gelmesinden oluşuyorsa milliyetçilik yerine "Milletçilik" yapmak daha doğru olmaz mı? Orhun Yazıtlarında, tarihimizde defalarca halkları bir araya topalayarak milletleştirmeği başaran Türk Milleti, bunu bir daha neden yap(a)masın?
Muhteşem Türk Atatürk'ün; "Halkçılık" ve "Milliyetçilik" maddelerini birbirinden ayrı tutarak "Ne mutlu Türk'üm diyene" diye şifreyi bıraktığını ne zaman anlayacağız?
Başbuğ Türkeş'in; "Onlar ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürdüm; ben ne kadar Türksem onlar da o kadar Türktür." sözü de dikkatle irdelenirse halkları milletleştirme düşüncesiyle söylenmemiş midir?
Milliyetçilik, bir mensubiyet gerektirdiği için kim, hangi halka mensupsa onun etnik şövenizmini yaparsa ancak milleti böler desek yanlış mı olur?
Eğer bu soruya cevabımız evetse; hadi "Türk Milletçiği'ne" demenin zamanı mıdır?
Ülküdaşlarım;
Elimden geldiğince kısa tutmaya çalışmama rağmen uzadığının farkındayım. Konu, öyle hafifsenecek bir konu değil. Milliyetçiler Sitesi'nde ilk kez seslendirdiğim bu düşüncelerimi de eksik olarak sunmaktan korktum.
Artık kendi adresimiz olacağına inandığım Milliyetçiler Sitemizde sohpetlerimizi aralıksız sürdürerek, bu sorularımızın cevabını da birlikte buluruz inşallah.
www.milliyetciler.com sitemizin bahtı açık olsun.
Birbirine benzerler, bir araya gelerek doğruda buluşuruz ümit ve dualarımla sitemiz tekrar hayırlı olsun.
"TÜRKÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

GÖKTEN ÜÇ ELMA DÜŞMÜŞ !...

Bu gün büyüklere, bir masal da benden:
DTP, kapatılacakmış!
Partileri kapatılırsa dağa giderlermiş!
PKK'yı MİT kurdurmuşmuş!
Yazılmamak kaydıyla bir DTP'li tecrübeli siyasetçi, hayati şeyler söylüyormuş ve yazılmamak kaydıyla söylenenleri de yazılmadan okuyormuşuz!
Başbakan ve Genelkurmay Başkanı görüşüyorlarmış!
İstanbul'da Türk Anneleri, 24 saat aralıksız kurdukları çadırlarda nöbet tutuyorlarmış!
Trakya'yı sel almış!
Selin sebebi, Yugoslavya'nın haber vermeden üç barajını açmasıymış!
Ekmeğe zam varmış!
"Bahçeli MHP'nin Bahçevanı", hararetle tokalaştığı DTP'lilerin meclisteki varlıklarından rahatsızmış! "Türk milliyetçileri, daha son sözlerini söylemedi!..." ymiş!...
"CHP'liler, Baykal'a sahip çıkın!" diye yalvarmakla; biz de bilmeden oyunlara figûranlık ediyormuşuz!
Amerika'lı General, Ankara'ya gelmiş ve gitmiş!
Trakya'yı Bulgaristan barajlarının açılması yüzünden sel alırken, güneydoğudaki dağlarımıza kar yağmış!...
Hükûmet Meclis'ten sınır ötesi operasyon için yetki almış, talimat almamışmış!...
Bekâra karı boşamak kolaymış!...
....mış!, ....miş!...
Gökten üç elma düşmüş!
Biri; mış'ların, miş'lerin mucidine, Başbakan'a.
Biri; bu kadar mış'larla, miş'lerle istikrarı koruyabilen AKP'nin Genel başkanı'na.
Biri; "Sen Teksaslıysan, ben de Kasımpaşalı'yım!" diye nara atarak Okyanus ötesini dize getirebilen Recep Tayyip Erdoğan'a...
Millete üçten bir şey kalmamış!
Üçten pay alamayınca da millet, ağzını ve ellerini havaya açarak, ağız ve ellerini duaya açarak çare beklermiş...
Yarın seçim olsa, iki kişinin birbuçuğu yeniden aynı yere oy verirmiş! İstikrara ihtiyaç varmış!
Açlığa, yokluğa, yoksulluk ve yolsuzluğa öylesine alışmışki millet, Allah korusun bu istikrar bozulursa; kimse anasını da alıp gitmezmiş! Kimse askerde yan gelip yatmazmış! Kimsenin gözünü toprak doyurmazmış! Bir daha asla başımıza çuval geçirilemezmiş! Suud Kralı; bırakın Cumhurbaşkanımız'ı, dışişleri bakanımızı evinde ziyaret edebilirmiş!
Hey yavrum heeey!
Hikâyeye bak...
Binbir Gece Masalları'nın Beyaz Atlı Prensi, şükürler olsun ki başımızda. Bir sefer atın huysuzluğundan attan düştü ama olsun, hala atın belinde ya!...
At ta, teknolojik gözetleme cihazlarına yakalanmıyormuş ya; Beyaz Atlı Prensimiz, bir gece ansızın Teksas'a atıyla gidip, orada rehin tutulan silahlarını kapıp gelsin de görsün bütün dünya gününü!...
Trakyalılar, yüzme öğrenin! Asker aileleri, çadırlarda nöbete devam! DTP'li bölücü hainler, önünüze geleni tehdide devam! Ulan PKK'lılar, şehirlere gelin, ABD'nin sizi buralarda tesbit ederek Başbakan'a muhbirlemesi mümkün değil!...
Kurban olduğum demokrasinin bize sunduğu imkânlara, bize sunduğu çarelere bakın Allah aşkına!
Türk Milleti;
Sakın ağlama, sakın inleme, sakın milletliğinden vaz geçme. İdealler, söylenmez milletçe yaşanır!...
Tarihle yaşıt bir milletsek biz, bu badireyi de atlarız yüzümüzün akıyla!...
"TÜRK'ÜM BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 20, 2007

AYRILIRKEN

Bölelim alemi ayrılacaksak
Güneş senin olsun ay bana yeter
Ayrı ayrı yöne savrulacaksak
Neş'e sende kalsın, vay bana yeter...

Gezdiğim yerlerde olmayacaksan
Sana vurgun kalbe dolmayacaksan
Dört mevsim inatla solmayacaksan
Okyanusları al, çay bana yeter...

Hayalin her zaman senden güzeldi
Hayalinle rüyalarım düzeldi
Şah damarım hayaline tüneldi
Katar kervan sen ol, ray bana yeter...

Aklından geçenler hep senin olsun
Alemin her yeri seninle dolsun
Kaybolan gönlüme adressin yolsun
Beni adres soran say bana yeter...

En tatlı söz oldun seven dilime
Senliyken güldüm hep korkak ölüme
Bir ok atacaksan hedef gönlüme
Kiriş sen ol, ok sen, yay bana yeter...

Bölelim alemi ayrılacaksak
Kahkahalar senin vay benim olsun
Eğer mülkümüzle anılacaksak
Kazanç senin olsun zay bana yeter.

Mustafa ASLAN

İDEALLER YAŞANIR...

"İdealler konuşulmaz, yaşanır ! Elbet bu milletin bir ülküsü olacaktır ama bu ülküler devletler tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır ! Nasıl, bakarken gözlerimizi görmüyor, onunla herşeyi görüyorsak, Ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve herşeyi ona göre yaparız..." ATATÜRK (Atatürk'ün Avrasya Devleti/ İsmet Bozdağ)-alıntı-

Hüseyin Nihal ATSIZ'da; "İdealleri olan milletler, koyunlardan kahramanlar çıkarır. İdeali kalmayan milletler ise kahramanlarını koyunlaştırır." demişti.
Bendeniz fakır de; "Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen toplumlar, millet değildir. Kahramanın kahramanlığı da ölümüyle başlar!" demiştim, diyorum ve diyeceğim...
Kahramanlarımız, kahraman Mehmetçiklerimiz, milletin millet olarak kalması için; vatan uğrunda, Devlet uğrunda, Bayrak uğrunda, Milli namusumuz olan sınırlarımızın uğrunda her gün üçer-beşer kahramanlaşmaya devam ediyorlar.
Millet, hem kahramanlarının hem de milletliğinin farkında!
Milletin farkında olmayanlar, milletten başka!
Milletin olmazsa olmaz derecede kıymet verdiği kavramları, hafife almak gibi aymazlığa, "gaflet, dalalet ve hatta hıyanet"e düşenler, milletten başka!...
İdealler, söylenmez. Yaşanır.
Devletlerinin ideallerini, millet asla söylemeden yaşar ve yaşatır!
Şu anda Türkiye'nin; kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına; sünnisinden alevisine, sağcısından solcusuna, ülkücüsünden devrimcisine, kadınından erkeğine, yaşlısından gencine kadar el ele verilerek Al Bayraklarla süslenmişliğini göremeyenler, anlayamayanlar, Devlet yönetiyoruz dememeliler!...
Şanlı Urfa'da; "Yaşaşsın pkk, kahrolsun TSK" diye bağırılıyorsa!
Batman'da, AB'nin ısrarlı dayatmalarıyla salıverilen Zana zağarı; "Eminim birgün aramızda olacak ve siz onu dinleyeceksiniz." diye gözümüzün içine bakarak vaatlerde bulunabiliyorsa!
Bir Hukuk Devleti olan Türkiye'de Savcılarımız görevini yaparak, Devletin korunma refleksi olarak, devlete saldıranlar hakkında dava açtıklarında, buna itiraz edenler, devlet yönetiyoruz diyememeliler!
Adalet, tam bağımsızdır Beğler!
Açılan bir dava hakkında konuşmak; adalete, yargıya müdaheledir! Bilinmelidir ki bu adalet mekanizması, herkese lazımdır.
Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda; "Dokunulmazlıkları kaldırırsak, dağa giderler!" demek acziyetindekiler, devlet yönetiyoruz demesinler!
Dağa giden defolur gider! Suç işleyeceğim diyen suçunu işler! Devlet te kolluk güçleriyle bunları yakalar, yargılar ve cezası neyse onu verir.
Zaten bu alçaklar, dağda değiller mi?
Birileri kocalarıyla, birileri sevgilileriyle buluşmak, koklaşmak için iki de bir dağa gitmiyorlar mı?
Dağdakiler, her kış mevsiminde şehirlere inmiyorlar mı? Şehirlerdeki dağdakiler, iki de bir Güvenlik Güçlerimize, gençlerimize saldırmıyorlar mı?
Yoksa milletin suskunluğunu da kendinizinki gibi korku olarak mı algılıyorsunuz?
Bizim dağlarımıza çıkmakla bizi tehdit edenler bilmiyorlar mı ki, biz kendi dağlarımıza çıkarsak efsaneleşiriz!
Bilmiyorlar mı ki; "Türk'e kefen biçenin ölümü korkunç olur."
Bilmiyorlar mı ki; Bayrağımıza selam vermeden uçan kuşun yuvasını bozarız!
Bilmiyorlar mı ki; atımızdan, gerektiğinde evdeşimizden vaz geçebiliriz ama vatanın bir çakıl taşı için kıyamet oluruz! Mete oluruz, Oğuz Kağan oluruz...
Bilmiyorlar mı ki; biz bir ölür, bin diriliriz!
Bilmiyorlar mı ki; "Ölümü öldüren bir ölüşle diriliriz."
Beğler!
"Nasıl ki; bakarken gözlerimizi görmüyor, onunla herşeyi görüyorsak, Ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve herşeyi ona göre yaparız..."
Yoksa binlerce yıldır devlet olarak kalabilir miydik?
Biz, ne Merzifonlu'lar, ne Damat Ferit'ler gördük. Hem gördük, hem de günlerini gösterdik...
Biz; daha dün, Yedi Düvel adıyla gelenleri, "Geldikleri gibi giderler!" inancıyla geldikleri yere göndermedik mi?...
"Biz biliriz bizim işlerimizi
İşimiz kimseden sorulmamıştır."
"TÜRK'ÜM BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Kasım 19, 2007

TÜRKİYE'Yİ SEYREDİYORLAR !...

Türkiye'yi seyrediyorlar,
Gözleri ve kulakları kapalı!...
"Bindirilmiş kıtalar"dan oluşan milyonlar, sokaklarda!
"Anasını alıp giden" , "Gözünü toprak doyurmuş" çiftçi, sokakta!
"Türkiye sadece sizden müteşekkil değil" tarifli, sendikalar ve sendikalı işçiler sokakta!
"Kelle" diye tarif edilen şehitlerin aileleri, sokakta!
"Sayın" unvanlı, hain-bölücübaşı, dinlenme kampında, keyfi yerinde, aklı sokakta, başıboş kuduz köpekleri sokakta!
Bütün Türkiye, kırmızı-beyaz Bayraklarla donanmış...

Türkiye'yi seyrediyorlar,
Gözleri ve kulakları kapalı!...
İki uçlu bir değneğe dönüşmüş, Meclis!... İki uçlu Meclis'in iki ucunda da kötü kokular var!...
Uçun biri; " Ben yaparım olur!.." diyor, Diğer uç; "Seni şikayet ederim. Sokaklarda dövdürürüm!" diye tehditler savuruyor, sokaklardaki milleti kendinden sayarak! Sonra da yıllardır Mehmedim'e kurşun sıkanlara, Mehmedim'e kurşun sıkanları ABD'nin komutuyla saklayan siyaset fahişelerine zeytin dalı uzatıyor!
İki uçun arasındaki diğerleri ise, diğerleşmekle-diğerleştirmekle meşgul!
Oysaa millet; bu iki uçtan da, uçluk yaptığını zanneden kör noktalardan da rahatsız!...

Ama göremezler!...
Çünkü Türkiye'yi seyrediyorlar,
Gözleri ve kulakları kapalı!...
Haksız da değiller böyle seyretmekte!... Vefasızlığın, dönekliğin, başarısızlığın prim gördüğü tek "vefasızlar cenneti" değil miyiz?!...
Erbakan'a ihanet edene; "İnadına Tayyip!..",
Ecevit'e ihanet edene; "Demokrasi fedaisi!...",
Türkeş'i unutan ve unutturmaya çalışana; "Devletin başına Devlet...",
"21.y.y. Türk asrı olacak." diyen Özal'a ihanet ederek "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer!.." diyebilene kurtarıcı,
Devlete-millete ihanet edene demokrat,
Kur'an kurslarını yıktırıp kilise onartanlara "İslamcı!",
"Onurlu üyelik" hayalini Turan idealine tercih edene "milliyetçi" diyen biz değil miyiz?!...

Türkiye'yi seyrediyorlar,
Gözleri ve kulakları kapalı!...
Devletin kurumları, paramparça! Kurumlar, birbiriyle ciddi manada kavgalı! Kimsenin kimseyi saydığı; kimsenin kimseden korktuğu, yok!...
Bir zamanlar; "Kaçan da, kovalayan da Allah diyor!.." diye terif edilen ülkemizde şimdi; " Korkan da, korkutan da AB veya ABD diyor!..." tarifi var!...

Türkiye'yi seyrediyorlar,
Gözleri ve kulakları kapalı!

Büyük Türk Milleti;
Sakın sokakları boşaltma!...
"Yürümekle sokaklar aşınmaz."ı öğreneli 35 yıldır...
"Millete kulak verin ama kulağınızı vermeyin!..." diye yapılan öğüdü, hatırlayan yok!...
Milletim;
Sakın sokakları terk etme!
"..... gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olabilirler. Bu şeraitte dahi birinci vazifen Türk İstiklalini ve Cumhuriyetini muhafaza etmektir." vasiyetinin sesi, kulaklarında olsun.
"Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur."
"Mevzu bahis vatansa gerisi, teferruattır."
"Hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir."
"Ne mutlu Türk'üm diyene..." diye şu an, seninle, sokaklarda haykıran Muhteşem Türk Atatürk'ü unutturmaya çalışanlara, bu erkek sesi unutturma...
Sen, bildiğini yap Milletim!...
Bırak onlar Türkiye'yi izlesinler gözleri ve kulakları kapalı...
Önümüze gelecek ilk sandıkta gözleri ve kulakları açılacaktır biliyoruz!...
Geç kalmış olacaklarını da biliyoruz. Ama yine biliyoruz ki onların geç kalmışlıkları Devletimizin ve sistemimizin kurtulduğu andır...

"TÜRK'ÜM BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 18, 2007

BAŞLARIM YASAĞINIZA!...

*Emekli paşaların konuşmaları yasak!
Demokrasi zırhına bürünerek, yerli işbirlikçilerin, BOP Eş Başkanları'nın, Milliyetsiz Milliyetçilerin destekleriyle Meclis'e girerek PKK'lılık yapmak serbest!...
*Irak Türkmen Cephesi Genel Başkanı Sadettin Ergeç'in Türkiye'ye girmesi yasak!
Ama sorosların, karen fogg'ların, müttefik(!)imizin aleni ajanlarının girmeleri, para dağıtmaları, misyonerlik yapmaları, Türk'e hakaret etmeleri serbest!
*Emekli paşaların konuşmaları yasak!
Ama ağzından takma dişleri fırlamacasına, salya sümük etrafı pisleterek Genel Kurmay Başkanımız'ın insan haklarının aynısını bir azgın köpeğe, kudurmuş ve itlafı şart bir yaratığa da istemek serbest!...
*Türk'üm demek yasak!
Ama Kürdüm, itim, itoğlu itim, bölücüyüm, "tekbayrak,tek vatan,tek dil bizi birbirimize düşürüyor." demek serbest!...
*Devlete, millete, cumhuriyete, üniter devlet yapısına sadakat yasak!
"Dokunulmazlıkları kaldırılırsa dağa giderler!" tehdit ve endişeleriyle destekli, Meclisimiz'de Meclisimiz'e hakaret serbest!
*Şehit Cenazelerimizde; "Şehitler ölmez, Vatan bölünmez." diye canhıraş feryat etmek yasak!
PKK'lı yaratıkların leşlerini devlet ambulanslarıyla taşımak, törenlerle defnetmek, Devletimiz'e hakaretler serbest!...
*Sigara içmek yasak!
40.000 kişiyi öldürüp, kapatıldığı kamp adasında talimatlarla Devlet'e kafa tutmak serbest!...
*"Ya Allah, Bismillah, Allahüekber" demek yasak!
"Amentüde birliğimiz var. Muhammeden Resulullah demesek te olur!" demek serbest!...
*Galeyana gelip, çocuğumuzun ellerini kınaladıktan sonra "En büyük asker, bizim asker" nidalarıyla vatani göreve gönderdiğimiz çocuğumuzun Mehmetçikleşerek Al Bayrağa sarılı olarak gelmesi üzerine kapımıza Türk bayrağını asmak yasak!
Şerefsizlerin, bölücülerin,PKK'lıların paçavralarını sokaklarımızda sallamak serbest!...
*Devlete, Ordu'ya, cephadeki Mehmetçiğe destek amaçlı "dip dalgalanması" adı verilen toplantıları yapmak yasak!
İstanbul'un göbeğinde, Başkent'te kongre adı verilerek Ataürkümüz'e, Bayrağımız'a, Devletimiz'e, Şühedamız'a hakaret toplantıları serbest!....

Heeeeeeeyyyyy!
Uyuyanlaaaar!
Milleti uyuyor zannedenler!
Satılmışlaaaaaaar!
Yerli İşbirlikçileeeeer!
Sabrımızın sonundayız bilesiniz.
Ayranımız kabarmak üzere göresiniz!
Bilmezseniz bildirmek, görmezseniz gördürmek, duymazsanız duyurmak üzereyiz haberiniz ola!
Başlarım böyle yasaklara, başlarız böyle kahpece demokrat serbestilere!
Ya aklınızı başınıza toplayın, ya da bir daha geri gelmemek üzere aklınızı alırız!...
Ne zaman mı? Önümüze gelen ilk sandıkta ve Mehmetçiğimin patlayan ilk mermisinde...
TÜRK BUDUN, ÖKÜN!...
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Önemli dip not: Yazımı yazdıktan hemen sonra genel Kurmay başkanlığı İnternet Sitesi'nden böyle bir yasağın genel Kurmayca koyulmamış olduğunu okuyarak çok rahatlamış durumdayım ki zaten bahse konu yasakları koyanlar, Siyasi Erk adındaki erksizlerdir. Önemle hatırlatırım.
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Kasım 17, 2007

DEFOLSUNLAR GİTSİNLER!...

''DTP'lilerin dokunulmazlıklarını kaldırırsak, dağa giderler, deniyor. Defolsun, gitsinler. Ben milletin seçtiği herkese saygı duyarım, ama dağdaki eşkıyanın elbisesi ile fotoğraf çektiren kişilerle aynı çatıyı paylaşmak istemiyorum. Yıllardır dokunulmazlıklar sınırlandırılamıyor. Buna anlam veremiyoruz. Dağda silahlarla poz vermek hangi ülkede serbesttir? Bu çelişkiyi Türkiye kaldıramaz.'' Muhsin Yazıcıoğlu

Söylemek istediğimiz bu!
Siyasilerimizin söylemesini istediğimiz bu! Tevilsiz, samimice, Türkçe, yiğitçe söylemelerini istediğimiz bu!
Ama iki kişiden birinin oy verdiği "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir." diyenler, şimdi de "Dokunulmazlıklarını kaldırırsak dağa giderler." diye adamların restinden korkuyorlar! Çok cesurlar ya! Kasımpaşalı'lar ya!...
Tek başına bir adam, tek başına bir Türkmen Yiğit te; "Defolup gitsinler!" diyor. Tek başına olduğu için, Mecliste tek başına kaldığı için de sesi duyulmuyor elbette.
İyi ki varsın Muhsin Yazıcıoğlu...
Tek başınalığınla güzelleşiyorsun, tek başına olmana rağmen yüreğinle özelleşiyorsun! Sen, tek başına o namertlerle aynı çatı altında olmaktan ne kadar rahatsızsan bilesin ki varlığınla onları rahatsız edebilen tek sebep ve tek kişisin!...
Kim ne derse desin. Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın. Milletin diliyle konuşan, milletin tavrıyla vekillik eden bir Anadolu yiğidinin Mecliste olmasından dolayı benim rahatlığım var.
Memleket genelinde hemen herkesin seslice nara atarak söylediği bu; "Dağa giderlermiş! Defolsunlar gitsinler!"
Bu dağlar, bizim dağlarımızsa; dağlarımıza çıkarak bize kafa tutabileceklerini zanneden zekâ özürlülere, o dağları mezar ederiz biz! Keşke demokrasinin arkasına saklanarak, demokrat geçinen yerli işbirlikçilerin etekleri altına saklanarak, ağababalarına karşı, müttefik(!)lerimiz keferelere karşı mazlum numarasına yatmasalar!...
Sadece dokunulmazlıklarının kaldırılması yeter mi?
Kucağımızda oturup sakalımızı yolduklarının hesabını da vermeliler. İdam cezasını kaldıranlardan, kaldırılmasına demokratlık maskesiyle koltuklarının hatırına vesile olanlardan da Allah(c.c.) sorsun!...
Bu hainlerden bir kaçı, ibret-i alem için sallandırılsaydı bu işler, bu seviyeye gelir miydi?
Ülke sevenleri asanlar, vatanperverleri asanlar; halkçılık yapanları, milliyetçilik yapanları asanlar, sizlerde bu dağa çıkmakla tehdit edenlerle beraber dağa çıkmayı düşünmez misiniz?
Dağlarımızı bu eşkiya bozuntularına peşkeş çeken milliyetsiz milliyetçiler, sizler de bunların -hiç değilse- peşlerine düşmek için dağa çıkmayı düşünmez misiniz?
Dağdakileri ovaya çağıranlar, dağdan inip demokratça siyaset yapmalarını tavsiye eden demokrasi kahramanları; sizler de dağa çıkmayı düşünür müsünüz?
Büyük Türk Milleti'ni bu kadar aciz tarifine sizlerin soktuğunuzun farkında mısınız?
Kapı köpeklerimiz, bize havlıyorlar!
Belli ki kudurmuşlar veya kudurmak üzereler. Bu memleketin baytarları nerede? Aşı ile falan iflah olmazlarsa, itlafta mı edemeyiz bu köpeklerimizi?
Hayvan hakları dernekleri mi itiraz ederler?
Yoksa onlarda mı dağa çıkarlar?
"Dağlar dağımdır benim
Gam ortağımdır benim..."
Allah aşkına, bu sapıtmışlara, bu onun bunun taşeronu salaklara, bu dünlerini unutmayı tek özellikleri olarak kabullenmişlere; kaç kere isyan ettiklerini, kaç kere isyandan sonra cezalandırıldıklarını; kaç kere keferelerin bunları kandırarak böyle perişan ettirdiklerini, bunların anlayacağı dilden anlatacak bir ehil adamımız çıkmayacak mı?
Dağa giderlermiş!
Defolsunlar, gitsinler!
Gitsinler ki günlerini de görsünler!
TÜRK BUDUN ÖKÜN!...
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Kasım 16, 2007

BÜYÜK TAŞLARIMIZ...

Muhittin Arar'ın, "Yeniden Çıkış Yolu" adlı kitabında okumuştum.
Bir "diyar-ı küfr" de, çok seçkin bir okulda, çok seçkin öğrencilere verilen "Zaman Yönetimi Dersi"nde yapılan bir deney anlatılmış. Hem dersin adı, hem de deney bendenizin çok ilgimi çekmişti.
"Profesör derse girer ve hepsi birbirinden seçkin öğrencilerini gözden geçirir. "Bu gün Zaman Yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapacağız." diyerek kürsünün altından bir kavanoz çıkarır. Hemen ardından yine kürsünün altından bir düzine kadar yumruk büyüklüğünde taşlar çıkarır. Taşları büyük bir dikkatle kavanoza yerleştirmeğe başlar. Kavanozda artık başka bir taşa yer kalmadığına emin olunca öğrencilerine; "Kavanoz doldu mu?" diye sorar. Öğrencilerin hep bir ağızdan "Evet!" cevabı üzerine Profesör, kürsünün altından bir kova mıcır çıkararak kavanozdaki taşların arasına doldurmağa başlar. Mıcırla taşların arasını dikkatle doldurduktan sonra öğrencilerine tekrar; "Bu kavanoz doldu mu?" diye sorar. Bir öğrenci; "Herhalde dolmadı!" diye atılır.
Profesör; "Doğru." der ve tekrar kürsünün altına eğilir. Ve bir kova ince kum çıkarır. Yavaş yavaş kumu mıcır ve taşların aralarına nüfuz edecek şekilde dikkatle doldurur. Kavanozda artık kuma yer kalmayınca yeniden öğrencilerine dönerek; "Bu kavanoz doldu mu?" diye sorar. Bu sefer bütün sınıf bir ağızdan; "Hayır!" diye bağırır. Profesör; "Güzel!" der ve tekrar kürsünün altına eğilerek bir sürahi su çıkarır. Ve kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu kavanoza döker.
Sonra öğrencilerine bu deneyin amacını sorar. heyecanlı öğrencilerden biri; "Zamanımız ne kadar dolu görünse de, daha ayıracağımız zamanımız mutlaka vardır." diye atılır. "Hayır." der profesör. "Bu deneyin anlatmak istediği; eğer büyük taşları baştan yerleştirmezseniz, küçükler girdikten sonra büyükleri hiçbir zaman kavanozun içine koyamayacağınız gerçeğidir." Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında profesör devam eder. "Nedir hayatınıdaki büyük taşlar?
* Çocuklarınız
* Eşiniz/Sevgiliniz
* Bir eser yaratmak
* Arkadaşlarınız
* Sağlığınız
* Hayalleriniz
*Başkalarına faydalı olmak
Büyük taşlarınız bunlardan biri, birkaçı, belki hepsi. Bu akşam yatmadan iyice düşünün ve büyük taşlarınızın hangisi veya hangileri olduğuna iyice karar verin. Bilin ki büyük taşlarınızı ilk olarak kavanoza yerleştirmezseniz, bir daha hiçbir zaman koyamazsınız. O zaman da; ne kendinize, ne çalıştığınız kuruma, ne de ülkenize faydalı olursunuz. Bu sadece iyi bir iş adamı değil, aynı zamanda iyi bir adam olamayacağınızı da gösterir. Yerlerinde sessizce oturakalan öğrencilerin şaşkın bakışları arasında profesör, sınıftan çıkar."
Devletimizin, ülkemizin, milletimizin büyük taşlarını kavanoza koymakla mükellef insanların; büyük taşları kavanoza yerleştirmekte asla geç kalmadıklarına eminim. Muhteşem Türk Atatürk'ün büyük taşları, büyük bir dikkat ve itina ile yerleştirdiğine eminim.
Şimdi suyun, mıcırın, kumun koyulma sırasını şaşıran, 'acemi öğrenciler'le deneye devam ediyor gibiyiz.
Ama şükürler olsun ki büyük taşlarımız zamanında ve dikkatle koyulmuş kavanoza...
Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş'in, teşkilat mensuplarını yetiştirmek için özellikle verdirdiği "Zamanı Yakalamak" seminerlerinin uygulayıcısı, "Eğitimci", Muhterem Ağabeyim, Yılma Durak Beyfendi'nin kulaklarını çınlatarak...
Hadi 'Büyük Taşlarımız'ın adlarını yeniden hatırlayalım.
Hayırlı Cumalar...
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 15, 2007

NEREDESİNİİİİİİZ?!...

Milletin canını, Mehmetçiğin şehadet haberleri yakmıyor. Milletin canını, kıymet verdiklerinin, kıymet vererek görev verdiklerinin görevlerini yapmayışları yakıyor!...
Bu gerçek, artık söylenmeli.
Her şehide; Fatiha'nın peşinden "Vatan Sağ olsun." diye sahip çıkan milletin artık siyasilere karşı öfkesinin sınırı zorlanıyor haberiniz ola...
Artık bu işin soğuğu, ılığı yoook!
Savaştayız!....
Hem de sımsıcak ve can yakıcı bir savaş!...
Ama siyasilerimiz sayesinde bir türlü düşmanımızın adını koyamadık. Bir türlü düşmanımızı tanıyamadık!...
Sınır ötesi harekâta hazırlanırken ve Başbakanımız'ın 'Sayın Başkan'ına; "Sen Teksaslıysan ben de Kasımpaşalıyım." diye kafa tuttuğunun haberlerini aldıktan sonra, sınırlarımız içinde şehir vermeğe devam ediyoruz!...
Sınırlarımız içinde de istihbarat desteğini, müttefikimizden ve son görüşmede kazanılan "Üç Kırmızı telefon"dan beklersek katmerli ayıptan da öte bir şey olmaz mı? Sınırlarının içine hakim olamayan bir devletin, bir milletin egemenliğinden bahsedilebilir mi?
Bu devletin İçişleri Bakanlığı, ne iş yapar?
Başbakanlığa bağlı MİT Müsteşarlığı, ne iş yapar?
Emniyet genel Müdürlüğü'nün istihbaratçıları, ne iş yapar?
Bu istihbarat kurumlarının işi; benim ne kadar vatanperver, benim ne kadar milletperver, benim ne kadar Atatürksever biri olduğumu tesbit ederek kayıtlar tutmak mıdır?
Sınırlarımız içindeki hainler hakkında istihbarat yapılmaz mı?
Ki artık, adam takibine falan da gerek yok!
Adamlar, PKK'lı olduklarını saklamadan ifade ediyorlar. PKK'nın siyasal uzantılarının yeni başkanı; "Tek silahlı kalmamacasına silahları susturmak üzere inisiyatif kullanabilecek durumdayız." diyerek, istediklerinde daha doğrusu İmralı'dan alacakları talimat üzerine silahları bıraktırabileceklerini, gözlerimizin içine baka baka söylüyorlar! Ve bunu da demokrasi denilen, isteyenin istediği gibi tarif ettiği sisteme sığınarak yapıyorlar!...
İstihbaratçı değilim!
Çok fazla bilen biri de değilim!
Ama bu sözlerin talimatının İmralı'dan alındığını bilecek derecede hissedebiliyorum.
Kocaman bir adada tek başına tatile mahkûm edilen bir hükümlünün ne yaptığını, kimlere ne talimatlar verdiğini tesbit edemeyen, tesbit ediyorlarsa talimatlara mani olabilmek için gerekli uygulamaları kimlerin engellediğini açıklayamayan istihbarat birimleri, dağlardaki teröristleri takip ettiklerine ve onlar hakkında bilgileri olduklarına bizi nasıl inandırırlar?
Yoksa yıllardır fısıltıyla, Türkiye'nin her yerinde söylenen, İmralı sakininin "MİT Elemanı" olduğu doğru mudur?!!!
Beğleeer!
Ülkeyi yönetsinler diye iki kişiden birinin oyunu alan siyaset ağalarııı!
Demokrasi ile kendilerini güçlendiren seçilmiş Padişahlar!
Neredesiniz?
İstihbaratı da, iç ve dış asayişin sağlanmasını da, sınırlarımızın muhafazasını da, savaşı da, diplomasiyi de -ve çok şikâyetlendiğiniz- siyaseti de Ordu yapacaksa, siz ne iş yaparsınız?
Okyanus ötesine "Sayın Başkan"ınızdan izin almağa gitmekten, otellerde kralların ayağına giderek huzura çıkmaktan başka işiniz yok mudur sizin?
Devlet adamlığı, siyasi erki kullanma yetkisi böyle mi oluyor yoksa?!
İçişleri Bakanı,
MİT Müsteşarı,
Emniyet genel Müdürü,
Emniyet'in İstihbaratçıları, Emniyet'in Terörle Mücadele birimleri Neredesiniz?
Sınırlarımız içindeki hainlerin yerlerini Mehmetçiğimiz'e neden bildirmezsiniz?
Yoksa sizin içinizde de mi köstebekler var?
Şırnak'taki, Tunceli'deki, Bingöl'deki, Ağrı'daki, Erzurum'daki, Kars'taki teröristin nokta adresini siz vereceksiniz ki Mehmetçiğimiz de itlaf etsin değil mi?
Bu işin başka bir yolu, başka bir yöntemi var mı?
Neredesiniiiiiiiiiz?!...
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Kasım 14, 2007

MİLLET; "ŞAH-MAT!..." DEMEK İSTİYOR...

Aydıncılık, ulusalcılık, milliyetçilik oynayan entellerimiz arasında; günümüzün meselelerini yorumlayan münakaşalara şahit oluyorum.
Üzülüyorum demek isterim ama yetmez. Çünkü öfkeleniyorum!...
İki kişiden birinin AKP'ye oy vermesi yüzünden millete kızan siyasilerimizin; kendilerini ifadeden yoksun kişilere yaptığı taraftarlığını "Dava Adamlığı" sayanların; ölünecek yerlerde "Lahavle" çekerek gülmeği sabır sayanların; hem Atatürkçüyüm deyip hem de Muhteşem Türk Atatürk'ün kurduğu sistemle kavgayı devrimcilik diye yutturmaya çalışanların; bölücülüğü, Mehmetçiğime kurşun sıkanları kardeş ilan etmeği, Genel Kurmay Başkanım'ın sahip olduğu insan haklarının aynısını İmralı'daki haine de isteme cür'eti ve saygısızlığını göstermeği demokratlık diye yutturmaya çalışanların; kısacası 'gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet...' içinde olanların yüzünden bu günlerdeyiz!...
Aydıncılık oynayan lümpenlerimiz; "Ya köşe olacaksın, ya köşe başında duracaksın ki, kimseye piyon olmayasın." diye ahkâm kesiyorlar! Çok biliyorlar ve kimseye piyon değiller ya!...
Bu zihniyettir ki iki kişiden birinin AKP'ye oy vermesi ile sonuçlanan bir seçim yaşattı bize.
Köşe veya köşebaşı olmamanın tek yolu, ustalığa yani yapmağa soyunmaktır. Piyon olmamanın da tek yolu, santranç oynayan iki kişiden biri olmaktır.
Taaa okyanus ötesine "Sayın Başkan"ına akıl danışmaya giden, talimat almaya giden bir piyonla; Türk Milleti gibi tarih yapan bir milletin Cumhurbaşkanlığı makamını bir otel odasında kralın huzuruna çıkarabilecek "bir siyasi piyon"la, kim ne kadar köşe olur, kim ne kadar köşebaşı bekler bilemem!...
Ama milletin artık sabrının su kestiğini bilmekteyim ve Türk Milleti'nin santranç tahtasının başına oturmak üzere olduğunu biliyorum.
Devlet olmanın ve devlet kalmanın tek bedelinin can olduğunu, binlerce yıldır bütün dünyaya öğreterek gelen bir milletiz.
Teamülleri, töresi ve türesi en eski milletiz.
Dolayısıyla ateşin yaktığını, suyun adamı boğduğunu, ummadık taşın da baş yardığını defaatle yaşayarak bilen bir milletiz.
Sabırsız millete; işlerin yürümediği veya yavaş yürüdüğü gibi bir düşüncenin sahip olması, bu -bize yavaş gelen- tarihi süreçtendir.
Türk Milleti'nde Devlet; bütün alternatiflere karşı bir kaç alternatif düşündüğü için ağır işler.
Devlet Yönetimi; ne bir parti genel başkanlığına, ne de bir şirket yönetim kurulu başkanlığına benzemez. Devlet Yönetiminin içinde partilerin de, şirketlerin de, vatandaşlarının da hayatlarını planlayan düşünceler olmalıdır ve Türk Devleti'nin bu düşüncelerinin olduğundan eminim.
Aksi olsaydı, binlerce yıldır sayısız medeniyetin zayıflamasına, düşüşüne ve batışına bizzat şahitlik ederek hayatta ve ayakta kalması mümkün olamazdı.
Türk Milleti'nin vakur dip dalgalanması baskısıyla Türk Devleti, santranç masasına oturmak üzeredir.
Eğer santranç masasına oturmazsa; santranç seyircilerinden kimsenin kazanma ve kaybetme şansının olmadığını, benim devletim bilmek zorundadır ve bilir...
Prof.Dr. Ümit Özdağ'ın; "Türkiye Cumhuriyeti, son yüz yılın en zor geçecek on yılını yaşamaktadır." tespitini hatırlayarak, Millet olarak bize düşen de;
"İşte âdu karşıda hazır silah
Arş yiğitler vatan imdadına" inancıyla, devletimize destek vermektir.
Devlet kalmanın başkaca yolu da yoktur.
İsteyen; istediği köşede, istediği köşe olmayı bekleyedursun!...
Devletim; "Şah-mat!.." demek üzeredir...
Millet böyle istiyor.
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 13, 2007

BEN TÜRK'ÜM, TÜRK BEN'İM...

Ben, Türk'üm.
Benimle uğraşmamak, akıl gereği.
Ben milletim, ben devletim, ben devletli milletim. Ben, Peygamber(s.a.v.)'den dualı tek milletim.
Dünya müslümanları benim, ben Müslümanım.
Hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyen, mazlûma merhmetli, zalime acımasız ve azan kavimleri ıslah etmek üzere yaratıldığı; Allah'ın onlardan, onların da Allah'tan razı olduğu Kur'an-ı Kerim'de -(Maide Suresi)- söylenen millet, Ben'im...
"Türklerle iyi geçininiz. Çünkü onlar için çok uzun süreli hakimiyet söz konusudur." diye Hadis'le işaret edilen millet, Ben'im...
Ben, dünya dengesiyim.
Ben, tarih yapanım.
Ben, kendilerini medeni diye tarif etmekle övünen milletlere tarih yazma görevi verenim.
Ben, halkçılık oynayan tarih kâtibelerimin yazdıklarını, okumaya bile tenezzül etmeyenim.
Ben, "Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az yedibin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgârıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı; Onların oğlu oldu. Birgün o doğa çocuğu; doğa oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu... Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir." şeklinde, Muhteşem Türk Atatürk tarafından tarif edilmiş tek milletim.
Ben, "Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdıyım."
Ben, "Biz biliriz bizim işlerimizi/ İşimiz kimseden sorulmamıştır." diye övünerek tarihe nezâret etmiş tek milletim.
Ben, son Genel Kurmay Başkanım'ın ağzından; "Halkımız metin ve milletine bağlı." şeklinde tarif edilerek, halkları milletleştirebilmekte mâhir tek milletim.
Benimle yaşayan huzurlu olur. Huzurlu kalır.
Bana ihanet edenlerin, neler yaşadıkları, ilerde yaşayacaklarının da habercisi olarak aşikâr olan, tek mütevekkil milletim.
Ben, öldükçe çoğalan, çoğaldıkça "Hak yolu, hakikat yolu, Allah yolu"nda ölmeği; "Onlara ölüler demeyiniz, Onlar sağdır." Hadis-i Şerif'i ile şehitlik adıyla kabullenerek ölüm yarışına girenim.
"Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle." diyerek ölümü güzelleştirebilen tek milletim.
Onüç bin yıldır dünyanın her yerine, tarihe emanet edip zamana kafa tutarcasına kalıcı damgalar vurarak medeniliğin, medeniyet yayıcılığının tek gönüllü görevlisiyim.
Demire su vererek çelikleştiren, çelikleştirdiğim çelikten yaptığım kılıçla çağ kapatıp çağ açanım ben.
Aman dileyene kılıç vurmayan, mazlûma zulmedene hesap soran tek milletim.
Ben Türk'üm. Türk ben'im...
Türkçe durur, Türkçe vurur, Türkçe korurum!...
Dünyada ve tarihin hiç bir devresinde benden başka hiç bir millet; benim bağışlayıcılığımdan başka hiç bir sistem 30.000 kişinin katiline tutsağı olduğu için bakmaz! İnsana bu kadar insan değeri verenim ben.
"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." öğretisini yaşayarak, dünyaya öğreten tek milletim.
Benimle uğraşmamak akıl gereği.
Durgunluğum, suskunluğum aczim değil! Onbin yılı aşkın tecrübelerimle edindiğim teamüllerim gereği; her şeyi, her ihtimâli göz önünde bulundurarak, aleyhimize kurgulanmış her plana karşı plan hazırlayarak davrandığım için durgun zannedilirim.
Beni tanımayanların onbinlerce yıllık basîretsizliklerine gülerek davranacağım günü beklemekteyim.
"Ne kadar büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhîdi
Bedr'in Arslanları ancak bu kadar şanlı idi" diye tarif edilen millet, Ben'im.
"Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım." diye vakarımla duranım.
Ben Türk'üm. Türk, Ben'im...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

HADİ HEP BERABER!...

Türk Milleti'yim ben. Ben, milletim.
Vatan, Ben'im.
Devlet, Ben'im.
Ordu, Ben'im ve ben askerim.
Şehit Mehmetçik, Ben'im.
Kaçırılan, serbest bıraktırılan askerler benim.
Ağlayan ama "vatan sağ olsun!" diyen ana-babalar Ben'im.
Hükûmet, ikimizden birimiz oy vererek seçtiğimiz için güya benim!...
507 milletvekilinin ezici çoğunlukla "evet" dediği, Silahlı Kuvvetlerim'e iç ve dış asayişi temin için çıkarılan teskere sahibi de benim.
Teskereyi cebinde taşıyan Başbakan da -güya- benim!...
AB'nin dayatmalarla, yasalarımla ve içişlerime müdahele ile ısrarla vurduğu Ben'im.
ABD adındaki müttefik(!)imizin insafsızca ve kalleşçe vurduğu Ben'im!
AB ve ABD adındaki yüz yıl önceki "Haçlı" adındaki, şimdiye "Müttefik" adlı düşmanlardan ısrarla kalleşçe darbe yiyen Ben'im.
ABD markalı mayınlara basarak şehit olan, Ben'im.
Sevkiyat anında, trafik kazasında şehit olan, Ben'im.
Yıldırımın çarparak görev başında şehit ettiği de Ben'im!
Fesuphanallaaah!...
Bu kadar tazyike, bu kadar darbeye rağmen hala susan da Ben'im!...
Başbakanımız, "Sayın Başkan"ıyla, Dışişleri Bakanı'nın tercümanlığıyla başbaşa bir saat görüştü. Sonuç açıklandı: "Hamdolsun....."
Oradan İtalya'ya geçti. İtalya'da görüşmeler yapıldı. Sonuç: "Hamdolsun...."
Türkiye'ye döner dönmez, ayağının tozuyla Kral Abdullah'ı karşıladı. Cumhurbaşkanlığı Makamı'nda oturan kişi de, eski patronunun çağrısı üzerine koşarak otelde huzura çıkarıldı!
AB ve ABD adındaki Haçlı'nın Ortadoğu'daki silahşörü, korsan devlet İsral'in Başkanı da karşılandı. Bu konuda "Sayın Başkan"a bilgi de verildi!...
Ülkem, yolgeçen hanı maşallah!...
Operasyon var mı? "Sayın Başkan"dan izin çıkarsa inşallah!
Hükûmet Sözcüsü; "Biz gereğini yapıyoruz. Ama her an, her konuda bilgi veremeyiz." diye meseleye sır havası veriyor.
Bu sırları, Ben'den yani Millet'ten başka herkes biliyor. Taaaa okyanus ötesi bile!
Bu kadar teyakkuzda ve harekete hazır bir devletin, bu gün yüne eşkiyaca 2 korucusu ve vatandaşları kaçırıldı!...
Allah Allaaaaaah!....
Hadi Ordum! Hadi Mehmetçiğim! Hadi Aslanlarım!
Vallahi iş sizin! Kim ne derse desin!
Hadi hep bir ağızdan ve mehter eşliğinde;
"Yiğitler kan döker Bayrak solmaya
Anadolu başlar vatan olmaya
Kızıl Elma'ya heeeey Kızıl Elma'ya
En güzel marşını vurmada mehter
Ya Allah. Bismillah. Allahüekber"

Hadi Aslanlarım, hep beraber;
Allah Allaaaah!...
Allah Allah.....

Pazartesi, Kasım 12, 2007

VURUN ABALIYA!...

Allah aşkına, bu fotoğraftaki aciz biz miyiz?
Yine karanlıkta kaybedip, iş olsun diye ışıkta arayan biz miyiz?
"Baba beni falan dövdü!" diyemeyecek, dilsiz bebeği, babasına kızgınlığımızdan dolayı döven biz miyiz?
Muhteşem Türk Atatürk'ün, bir imparatorluk kalıntılarından ve hiç bir şey yokken, sadece imanla kurduğu ve "Bağımsızlık karakterimdir." diye tarif ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu mu?
Günlerdir, gücümüzün yeteceği bir şeyler bulmuşuz, vuruyoruz da vuruyoruz!
Yetişiiiin!...
Siz de kaçırmayın, vurun abalıya!...
"Düşene vuran çok olur." Nasılsa bu çocuklar düştüler. Nasılsa bu çocuklar, düşürüldüler! Bunlar çocuk beğler! Bunlar, genç! Bunlar; kullanılmaya çok müsait yaşlardaki genç dimağlar. Bunların dimağlarına sahip olamamışsan suçlu sensin!
Yoksa; kucağımızda büyüttüğümüz, palazlandırdığımız iki siyaset fahişesini bırakıp, bu çocuklara saldırmazsın!
Yoksa; kocası dağda, kendisi bağda olan PKK'lılığı nerdeyse ispatlamış "Millet Vekili(!)"ni bırakıp, bu çocuklara saldırmazsın!
"Tek millet, tek vatan, tek devlet, tek dil dayatması bizi karşı karşıya getiriyor!.." diye siyaset(!) ve demokrat(!)lık yapanları bırakıp bunlara saldırmazsın!
Yoksa; ağzından takma dişleri fırlamacasına, Genel Kurmay Başkanımız'ın insan haklarının aynısını, 40.000 kişinin, kadınların, ihtiyarların, bebeklerin katili alçağa isteyeni atlayıp bu çocuklara saldırmazsın!...
Bu çocuklarımız, incelenecekler. Araştırılacaklar. Varsa bağlantıları ve onların kafalarına giren mikroplar tesbit edilecekler. Yargılanacaklar ve büyük bir ihtimalle de aklanacaklar!
Ama diğer bahsettiklerim?!
Bahsettiklerimdem korktunuz mu yoksa?!
Yoksa bu namertler, istedikleri psikolojik sonuca ulaştılar mı?!
PKK'ya, onun patronu AB ve ABD'ye kızmaktan korktuğunuz için mi bu çocuklara saldırıyorsunuz!
"Vurun kahpeye!" değil mi?
Kahpeler, o çocuklar değil Beğleeeer!...
Kahpeler, tam göbeğimizde!
Kahpeler, gözümüzün içine baka baka bizimle alay ediyorlar! Kahpeler, İstanbul'da 50-100 kişilik gruplar oluşturarak gösteri yapıyor, yaptırıyorlar! Kahpeler, Güneydoğu'da kendilerine göre kurtardıkları yerlerde gövde gösterisi yapıyorlar!
Askerimizi, güvenlik güçlerimizi bu kahpelerle başbaşa bırakmak gibi bir kahpelik düşünmeyiz değil mi?!!!
Ölüm gelince komşuya atmayız değil mi?!!!
İmralı'daki hain başının ziyaretine giden, işbirlikçi, avukat maskeli hainlerin engellenmesine çalışan duyarlı Türkleri yalnız bırakmayız değil mi?
İhanet etmekle suçladığımız çocuklarımıza bu hakareti eden, ettiren müttefikimizden korkmayız değil mi?
Canımızı kendimiz acıtıyoruz beğler!...
"Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet..." içinde olabileceklere rağmen bu Cumhuriyeti koruyacağımıza and içerek büyüyüp, çocuklarımızı and içirerek büyütenler biz değil miyiz? Yoksa millet olarak bizde mi "Meclis"teki yeminden ettik?!!!
Gün bu gündür Türk Milleti!...
Ya Muhteşem Türk Atatürk'ün, ya da hayatı boyunca Atatürkçü geçinen ama Atatürk'e inat bir tarif bırakan Aziz Nesin'in tarifini hak etmenin zamanı!...
Herkes aynaya baksın hem de hemen!
Aynada gördüğü; Atatürk'ün tarif ettiği Türk'e mi, yoksa Aziz Nesin'in tarif ettiğine mi benziyor? Benzetmeden sonra, benzeşenler; bir arada, yanyana dururlar zaten...
Olmazsa hep beraber; "Vurun abalıya!.." diyerek saldırırız...
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

ZURNAMI ÇALACAĞIM!...

Ağlanacak haldeyken, kahkahalarla gülüyorum!
Çıkarılacak olan "Sigara Yasağı" ile ilgili ironi hakkımı kullanmıştım. Bendenizin bu itirazıma sigara içmeyenlerden itiraz geldi. Hem de beni şaşırtacak bir duyarlılıkla!... Milletin canına okuyan yasalara da kafa tuttuğumda, bu duyarlı insanlarımız neredeydi diye ciddi ciddi düşündüm. Canım acıdı!
41 yıllık ve günde üç paket sigara içtiğini söyleyen bendenizin üzerimdeki kokumu; tenkit ediyorum zannederken hakaret ettiklerinin farkında olamayanlardan bazılarının kıyasladıkları kokuyu, onların nezahetlerine sayar, bıyık altı gülerek geçerim.
Anadolu'da; "Senin atın ürkecek diye ben zurnamı çalmayayım mı?" diye darb-ı meselleşmiş bir söz vardır.
Adam, zurnacı. Ailesinin maişetini zurna çalarak sağlıyor. Bir diğer kendini mal varlığından dolayı elit zanneden birinin de, çok kıymetli atı zurnadan ürküyor. At sahibinin, kendini güçlü ve elit zanneden kişinin zurna sesine itirazına, zurnacının cevabı da arz ettiğim gibi...
Bir de bendenizin bu yasağa kafa tutuşumu tenkit edenlerden bir kaçı tanışmak itemezler mi?! Onlarla tanışmamız, zannedersem buralarda yazılı olarak kalır ve devam eder. Yoksa kenef kokusu ile kıyasladıkları, bendenizin 41 yıllık parfümüm olmuş kokumla onları bizzatihi rahatsız etmeğe kıyamam.
Otobüslere sigara yasağından beri hiç binmedim ve demekki binmeyeceğim. Bu yasalara saygımdan ve yasalara uyduğum için değil, sigaramın kokusundan rahatsız olanları rahatsız etmemek ve kendime de işkence etmemek için tercihim!...
Yeni basın yasasına uymayacağımı, kendimi ihbar ederek açıklayan bendeniz; bu yasağa da uymayacağım!...
40.000 kişinin katiline ne ceza veriliyorsa bana da sigara içtiğim için o ceza verilsin!...
Kocası dağda, karısı bağda olabilen PKK'lılara demokratik hak olarak ne ceza veriliyorsa; bendenize de aynı ceza verilsin!
Öfkesinden ve heyecanından takma dişlerine hakim olamayarak; Genelkurmay Başkanım'ın sahip olduğu insan haklarını, 40.000 vatandaşımızın katiline, bebek katiline, insanlığın yüz karası caniye de isteyene ne ceza veriliyorsa, bendenize de o ceza verilsin!...
Türk'e, Atatürk'e, Türkiye Cumhuriyeti'ne ihanet eden demokratlık oynayan hainlere ne ceza veriliyorsa, bendeniz de demokratik ve insani haklarımı ,"Sigaramı içmek istiyorum." şeklinde kullanmak istiyorum. Ya hakkımı versinler, ya da hainlere ne ceza verildiyse bana da aynı ceza verilsin!...
Neresinden tutarsanız elimizde kalan ve bütün meselelerin bana göre ve zannederim düşünen herkese göre tek sebebi olan adalet adındaki adaletsizliğimiz yüzündendir bu yasaklar da, cezalandırılması gerekenlerin ödüllendirilmesi de!...
Bendeniz; günümüzden 1000 yıl evvel; "devletli olabilme, devletli kalabilme öğretisi" olarak tarihe yazılmış olan Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'ine sığınacağım:
Yasalar, adil olursa uyarım.
Vergimi, gümüşün ayarı düşürülmezse veririm.
Yönetici erkin dostunu dost, düşmanını düşman olarak ancak can ve mal güvenliğim sağlandığında görürüm.
Aksi halde; -haşa- sigaradan rahatsız olan dostlarımı değil ama asla adil olduğuna inanmadığım bu yasaya, sadece adil yasa koyamayan yasa koyucuları ve koyulan yasaları uygulayamayan icra makamlarını rahatsız etmek için uymam!...
Hele bendenizin bu itirazıma itiraz edenlerden biri var ki, evlere şenlik soyadı "Tiryaki"...
Soyadının ne kadar benden yana olduğunun farkında değil herhalde!...
Bir de, bendeniz bu duyarlı dostlardan; sigara ile ilgili bölümde bir pazar ironisi yaptığıma hak vererek asıl ikinci bölümündeki itirazlarıma katkı sağlamalarını veya tenkitlerini beklerdim. İncindim!...
Sistemi nerdeyse çökerttiler.
Devletimizin gururu rencide ediliyor. Belli bir süre "irtibat kesilen" ve şimdi Silahlı Kuvvetlerimizin elinde ve kontrolünde olan 8 çocuğumuz, askerimiz için; PKK'nın siyasal uzantılarının; "Biz olmasaydık öldürüp bir köşeye atacaklardı. Biz bu yüzden kendimizi ateşe attık." diyebilecek kadar pervasızlaşarak Şanlı Ordumuz'a hakaret edenlere karşı bendenize destek vermelerini beklerdim!...
Çatısı tamamen açılmış bir binada bana ve benim gibi sigara tiryakilerine uygulanması düşünülen bu yasak, bacasız binada bizi zorla baca deliğine doğru üfletmek gibi mantıksız ve zamansız bir uygulama olur ve biliyorum ki asla da başarıyla uygulanamaz.
Cezalarımızın caydırıcılığının olmadığını; asayiş ve milli egemenliğin, iç huzurun deforme edilebilmesi için yasalarımızla oynandığını kesinlikle biliyorum.
Mülkün temeli adalettir. Yani devletin temeli adalettir.
Temeliyle oynanmış ve oynanmaya devam edilen, tehlikede bir devletim varken ve ben bu konuda ne yapabiliriz diye ciddi ciddi uykularımı kaçırarak kafa patlatırken ve öfkeyle sigaramı tüttürürken; başlarım sigara yasağından!...
Kimsenin atı ürkecek diye zurnamı çalmaktan vaz geçmeyeceğim. Başta siz ülküdaşlarım olmak kaydıyla kimse de kusura bakmasın.
Yasa uygulayıcıları da; önce devletime, milletime, kimliğime, Atatürk'üme, orduma, milliyetçiliği beceremeyen milliyetçi siyasetçilerime, üniter bütünlüğüme saldıranları hizaya sokacaklar; sonra da bana sigaramı yasaklayacaklar.
O zaman uymazsam, şimdi ise uyarsam namertim!...
Onların atları ürksün diye inadına zurnamı çalacağım...
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam,sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 11, 2007

SANA NE KARDEŞİM?

Bu gün pazar.
Haftanın kendime ayırdığım tek günü.
Bunu da elimden aldılar Hamdolsun!... Pazar günleri evden asla çıkmazdım. Artık çıkacağım. Bana en yakın cami bahçesine veya bana en yakın hastanenin morguna ineceğim.
Niye mi? Günde üç paket sigara içen ve yaklaşık 40 yıllık tiryakiyim. Sigara içmek yasaklanacak ya! Bu yasakla Türkiye'nin bütün meseleleri hallolacak ya! Ben de yasalara uymaya gayret ediyorum. Sitelerden bir haber buldum:
"Sigara yasaklarını genişleten yasa teklifinde hastası ve cenazesi olanlar lehine rötuş yapılacak. AKP, mevcut metinde yasak kapsamında bulunan hastane ve ibadethane bahçelerinin kapsam dışına çıkarılması için çalışıyor."(Alıntı)
Sigaramı, en derin cebime saklayarak çıktım evden!...
............................................
Bu gün pazar.
Yasağa bir çare buldum sanki şükrolsun. Şimdi aklımı da başıma topladım. Ve başıma toplanan aklıma, şu "Soykırım" meselesi takıldı.
Önce suçluyu tarife niyetlensem ve desem ki; "Toplumun tecrit ettiği, yani çoğunlukla benzeşmeyen ve çoğunluğu rahatsız eden davranışları, işleri yapan kişi." suçludur. Ne kadar hukukî oldu bilmem ama sanırım kabul görecek bir tarif oldu.
Suçu, kişisel boyuttan milletler arası ilişkiler boyutuna taşırsak; Milletlerarası vicdanları rahatsız eden davranışlardır diyebiliriz değil mi suça? Yani bütün milletlerin vicdanlarını rahatsız eden davranış, suç olmalıdır veya sayılmalıdır.
1915'te yani nerdeyse 100 yıl evvel ne yapmış Osmanlı? Kendi resmi kayıtlarına göre, iç güvenliğini sağlayabilmek için, yol harcırahlarını da vererek, yüzlerce yıl "Tebaayı Sadıka" diye adlandırdığı Ermeniler'e tehcir uygulamış. Yani zorunlu göç yaptırmış. Yine Osmanlı'nın resmi kayıtlarından, bu tehcir sırasında münferit bazı menfi ve sert olayların olduğu ve müsebbiplerinin de sertçe cezalandırıldığı yazılı. Hatta bir kaymakamın idamını bile hatırlıyorum.
Batı, yani yüz yıl öncenin Haçlısı, yeni adıyla AB veya ABD; Osmanlı adıyla Türk'ü yargılamak, suçlamak kararında ya!
Acaba biz de bu Pazar'ı başlangıç sayarak, bütün milletlerin dünlerine bir göz atsak mı?
Mesela; Amerika'nın meşhuuur yerlileri, kızılderililer nerde? ABD'nin onlara uyguladığı katliamların bir adı var mı? Tehcir "soykırım"sa, ABD'nin yerlilere yaptığı ne? Diye sorgulasak mı?
Fransızlar'ın Cezayir'de daha dün yaptıklarının adı ne?
Almanların, daha dünden de yakın yahudilere yaptıkları ne? Ruslar'ın Çeçenlere, Abazalara yaptıklarının adı ne?
Irak'ın dün Kürtlere yaptıklarının, İsrail adındaki korsan devletin yıllardır dünyanın gözü önünde Filistinlilere yaptıklarının adı ne?
ABD'nin İngilter ile beraber şu an Irak'ta yaptıkları ne?
Sırplar'ın Boşnaklar'a; şimdi ABD desteğindeki kürtlerin Kerkük ve Telafer'de yaptıklarının adı ne?
Bütün bunları yüksek sesle sorduktan sonra tehcir Olayı ile ilgili dönüp bütün dünyaya; "Sana ne Kardeşim?" desek ne kaybederiz?...
Biz kurallara uyalım, birleşmiş milletlere, nato'ya uygun davranalım diye gayret sarfettikçe bunlar şımardılar mı ne?!...
Herhalde bir sigarayı daha hak ettim.
Bu gün Pazar ya!...
Ben de bu güneşli ama çok soğuk Ankara gününde, bir cami bahçesinde banka çöküverdim. Benden başka kimse de yok!...
Allah(c.c.), sorsun ne diyeyim!... Ben kabul etmem bu yasağı!...
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Kasım 10, 2007

DERSİMİZ; TÜRK VE ATATÜRK...

Atam,
Atatürk'üm,
Muhteşem Türküm,
Başbuğum;
Sana olan özlemimi, sana olan sevgimi ifadede sıkıntı içindeyim. Oysa sözlerle istediğim gibi oynayabileceğimi sanarak ukalalaşırdım.
Sözün hükmü, ilk kez ve gerçek manada senin karşında bitti Atam!...
Dünyada ve tarihte söyleyen ve söylediğini yapan, yapabilen kaç kişi var ki?... Milletine karşı verdiği sözleri behemahal, eksiksiz yerine getirebilmiş ve bu yüzden de sonsuz itimat kazanabilmiş kaç kişi var ki?
Sanırım felsefede; "İki yoktan bir var çıkar." diye sözlü bir kural var. Bu kuralı hayata uygulayabilen, bu kuralı gerçekleştirebilen ender bir kişilikle ödüllendirilmiş olmanın bahtiyarlığındayım.
Silah yoktu, mermi yoktu; Asker vardı!...
Ordu yoktu, devlet -işgaldeydi- yoktu; Asker vardı!...
Para yoktu, mühimmat yoktu; Asker vardı!...
Halk yoktu, halklar arasında birlik yoktu; Millet vardı!...
Dost yoktu, müttefik yoktu; Millet vardı!...
Siyasi erk yoktu, diplomasi yoktu; Millet vardı!...
Hürriyet yoktu, Cumhuriyet yoktu; Milli İrade vardı!...
Ekonomi yoktu, güç yoktu; İman vardı!...
Osmanlı yoktu, Hanedan yoktu; Milli Uyanış vardı!...
Yönetim yoktu, yönetilecek yoktu; Türk vardı!...
Pây-i Taht yoktu, ordu yoktu; Atatürk vardı!...
Bütün yokluklara inat, bütün işgalcilere inat, bütün teslim olmuşlara inat, bütün yerli işbirlikçilere inat, işbirlikçi bütün matbuata inat, kendilerini akıllı zanneden teslimiyetçi entellere inat, milli uyanışa soyunan Kuvvayı Milliyeciler'e hayalperest diyenlere inat; Türk vardı, Atatürk vardı...
Halktan Millete dönüşmeyi başarabilen bir Milli Yiğit vardı...
Atam;
Bizleri sensiz bırakan İlahi Emrin 69. yılındayız. 69 yıldır sen yoksun ama, seni yok etmeğe uğraşan bütün art niyetlilere rağmen bizimlesin. Biz de seninleyiz Atam...
Sen'in bizi sensiz bıraktığın 10 Kasım'ın 69.su'ndan bir gün evvel Genel Kurmay Başkanımız, Basın Mensuplarıyla birlikteydi. Güncel meseleler hakkında soruları cevapladı, sorulmadan bazı şeyleri Türkçe ve Atatürkçe söyledi.
Bir cümlesi var ki çok Türkçe Atam.
"Halkımız metin ve milletine bağlı." cümlesinde ki Atatürkçe söylem mükemmelliği, beni çok mutlu etti Atam. Halk ile millet arasındaki muhteşem farkı, uyumu ve söylem farkını, senin makamında oturan bir Türk'ün bu kadar güzel kullanmasıyla müftehirim.
"Halkımız, milletine bağlı." Bu cümle sizlere, alt-üst kimlikliler!...
Bu cümle sizlere hediyemiz ve üzerinde kafa yormanız gereken bir ders olsun. Muhteşem Türk Atatürk'ün; "Büyük Türk Milleti" diye hançeresini yırtarcasına tarihe haykırdığı ve tarihten alarak yeniden tarihleştirdiği millet kavramı, sizlere ders olsun.
Halkları birleştirerek, karıştırarak, barıştırarak milletleştirebilenlerden çıkıyor Atatürk.
Şimdi sadece aydıncılık oynayabilmek adına "Türk Halkı" diyenlerin; "Büyük Türk Milleti" diye hançeresini yırtan Muhteşem Türk Atatürk ve onun görevini deruhte eden Genel Kurmay Başkanımız'a fikren yabancılıklarının, uzaklıklarının farkında mısınız?
Evet Sayın Büyükanıt Paşam;
Evet Sayın Genelkurmay Başkanım; "Halkımız metin ve milletine bağlı."
Ferasetinizi de, sizi de ilk kez bu kadar çok sevdim.
İyi ki varsınız Paşam.
Kolay gelsin. "Büyük Türk Milleti" sizinle beraber bilesiniz.
Yapacaklarınızı Millet adına yaparsanız hem "halkçılık" oynayan entellerimize, hem de halklara bölerek Milletimizi parçalamayı iş edinmiş dış güçlere, gereken dersi çok kolay verirsiniz.
Dersimiz; Türk ve Atatürk. Ve "Büyük Türk Milleti."
Kolay gelsin Milletim.
Kolay gelsin Büyükanıt Paşam.
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Kasım 09, 2007

ELBET TE !...

Savrulan yaprağın yere düşüşü
Havanın yaprağı tutmayışından
Doğanların bir gün mutlak ölüşü
Toprağın Havva'sız yatmayışından.

Güzel farkedemez bakılmayışı
İnilen yokuşun çıkılmayışı
En güçsüz anında yıkılmayışı
Dostların dostluğu satmayışından.

Özleniyor ise en sert bakışı
Can incitmiyorsa canan yakışı
Gözlerden gözlere sevda akışı
Canın canana kaş çatmayışından.

Sıcaklar soğuktan ateşlenirse
Buzlar zemheride güneşlenirse
Küsüldükçe sevda ateşlenirse
Cananın sözünün batmayışından.

Tokkalı'nın sesi duyuluyorsa
Hak haklı yerine koyuluyorsa
Soğan ekmekle de doyuluyorsa
Şükrü imanlının atmayışından.

TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

GÖZÜN AYDIN TÜRKİYE

"Hamdolsun istediklerimizi aldık!..." dediler Oval Ofisten çıkar çıkmaz.
Şükürler olsun, Sayın Başbakan "Sayın Başkan"ından istediklerini almanın huzuruyla daha yurda dönmeden Türkiye'yi de kurtardık!...
Sigara içme yasağı çıkıyor şükürler olsun!...
301. Madde mutlaka değiştirilecek şükürler olsun!...
Bu memlekette neler yasaklanmadı? Sigara gibi bir suç aleti yasaklanmasa olur muydu?
Bu memlekette "Türk'üm" demek yasaklandı! Yakında önündeki tek engel olan 301. madde de kaldırıldı mı keyfe bak sen!...
Bu memlekete demokrasi geldi şükürler olsun!
Başbakan, ayağının tozuyla; "Demokrasiyi teröre, ekonomiyi de bir krize kurban etmeyiz." buyurdular. Demek ki kriz var ama bu muhteşem ekonomiyi krize kurban etmeyecek kadar istikrarlı ve güçlü de bir hükûmetimiz var!...
Demokrasi sayesinde PKK'nın -artık açıkça telaffuz edilen- siyasi uzantısı, Meclis'e girdi. Yasak değiiiil!...
Kongre adını verdikleri gövde gösterilerinde bir konuşmacıları, -adını anarsam kalemim kirlenir, murdarlanır diye anmıyorum- ağzından takma dişleri fırlamacasına; "Yaşar Büyükanıt'ın ne kadar insan hakları varsa, İmralı'daki Öcalanın'da o kadar insan hakkı olmalıdır." dedi. Çünkü yasak değiiil!..
Ama şükürler olsun sigara içmek yasaklandı!
Demokrasi sayesinde, demokratlaşılarak Meclis'te sağlanan ezici çoğunlukla yıllarca Meclis yöneticiliği yapmış Kamer Genç gibi deneyimli bir siyasetçiyi usulsüzce Meclis'ten atma girişimi yasak değiiil!
Sigara içmek yasak şükürler olsun!...
Oğluna çürük raporu alarak askerden kaçırmak, bir sene sonra çürük raporlu oğluna dünyayı sallayan düğün yapmak, sonra ufacık bir gemicikle okyanus ötesine göndermek yasak değiiil!...
Sigara içmek yasak!...
Ekonomik olarak çok zorda olduğu söylenen bir şirketler grubuna, Başbakan'ın Damadının 29 yaşında, gencecikken genel müdür olmasıyla Samsun-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı işinin ihalesiz verilerek şirketin kurtarılması, yasak değiiiiil!
Sigara, yasak!...
Yine Başbakan'ın Damadı'nın genel müdürlük yaptığı şirketler grubunun; Irak'ın kuzeyinde Kürdistan Yurtseverler Birliği Karargâhı binalarını yapması, yasak değiiiil!
Sigara içmek yasak!...
Artık demokrasi sayesinde; "Tek millet, tek devlet, tek vatan, tek dil bizi karşı karşıya getiriyor." demek suç değiiiil!
Bölücü örgüt kurup, 40.000 kişiyi öldürmek suç değiiiil!...
"Türk Bayrağı'nın asılması, birilerini tahrik ediyor." demek suç değiiiil!...
Devletin bekası için gerekli olan, vatanın bütünlüğünü korumak için gereken hiç bir şey serbest değil yasak!
Bir de sigara içmek yasak!...
Yasana da kurban olayım, yasağına da!..
Demokrasine de kurban olayım, demokratlığına da!...
Cumhuriyete de kurban olayım, cumhuriyete sahip çıkamayanlarına da!...
Gözün aydın Türkiye!
Artık bütün meselelerin çözüldü. Çünkü artık sigara içmek yasak!...
Vay ben böyle yasaya ve yasağa uyarsam ......!
Kutadgu Bilig öğretisi'ne sığınacağım gene: "Yasalara uyarım, ama adil olursa. Vergimi öderim ama gümüşün ayarı düşürülmezse. Dostunu dost, düşmanını düşman bellerim ama can ve mal güvenliğimi sağlarsan."
Gözün aydın Türkiyem!...
Sigara içmek ve Türk'üm demek yasak!...
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

KONUŞSUNLAR, KONUŞUN, KONUŞALIM!...

Neler olursa olsun; konuşsunlar, konuşun, konuşalım!...
Nasılsa konuşulanlar boş!
Nasılsa sen, ben,o yani biz konuşurken elin oğlu Haçlı, AB veya ABD adındaki müttefik(!)lerimiz, iş yapıyorlar!...
Kırmızı çizgilerimizin yok edilmesini seyrederken; "Dolma Kalemler"den kırmızı mürekkeplileri özledim!
Haçlı, okyanus ötesinden gelip 400 yıl sınırlarımız olmuş toprakları işgal ederken, kaçıp Allah(c.c.)'ın evi camiye sığınan ve 400 yıl tebaamız olmuş müslümanın kafasına camide kurşun sıkarken; konuşsunlar, konuşun, konuşalım!...
Başbakanımız, okyanus ötesine gitmeden; "Sayın Başkan'la görüştükten sonra..." diye icazet almağa gittiğini, hiç saklamadan söylerken; tam da bu seyahat erifesinde 8 askerimizi önce kaçırıp sonra bize PKK propogandası yaptırarak teslim edenler bizimle alay ederken; PKK terörist tarifinden çıkarılıp gerillalaştırılırken, Irak'ın Kuzeyindeki bir yönetimin varlığı hem bizim hem de ABD'nin dışişleri bakanları ağzından telaffuz edilerek meşrulaştırılırken; konuşsunlar, konuşun, konuşalım!...
Adalet bakanlığı gibi çok hassas bir bakanlığı deruhte eden ve bana görede düne kadar en aklı başında kabine üyelerinden biri gibi gelen bir zevat; teslim edilen 8 askerimiz hakkında, avamdan vatandaşların bile ailelerine saygıdan konuşmayacağı bir şekilde konuşarak, gündem değiştirirken; konuşsunlar, konuşun, konuşalım!...
"Keçi can derdinde, kasap yağ arıyor!..." mantığına benzeyecek ama; millet, sınır ötesi operasyon yapıldı-yapılacak diye; Başbakanımız, "Sayın Başkan"ına nasıl fırça atacak diye; teskereyle yetki verilmiş hükumetin vereceği bir emirle Silahlı Kuvvetlerimiz, yeniden orta doğunun aklını nasıl başına getirecek diye beklerken; gündem ve gündemlerimiz okyanus ötesinden belirlenirken; Allah(c.c.)'ın belası borsada asla düşüş olmazken ve gizli-gzli de değil apaçık zam üstüne zam yapılırken; konuşsunlar, konuşun, konuşalım!...
Sözün hükmü bitti ya!...
Artık sabrımız su kesti ya!...
"Kim ne derse desin söz meclisindir." diye gitmeden okyanus ötesine kafa tuttuk rolü yapıldı ya!...
Konuşsunlar, konuşun, konuşalım!...
Sözün hükmü bitti ve sıra artık meclisten hükumete, hükumetten de Türk Silahlı Kuvvetlerine geçti ya!...
Bütün suçlu, ve hiç bir şey yapmayan, yapamayan olarak Ordumuz tarif edilmeğe başlandı ya!...
Konuşsunlar, konuşun, konuşalım!...
Milliyetlisi de, milliyetsizi de; ülkeseveri de, haini de; yerli işbirlikçiler de, kuvvayı milliyeciler de; Atatürkçüler de, Osmanlıcılar da; seçenler de, seçilenler de; suçlular da, suçlayanlar da; alanlar da, satanlar da; şehit aileleri de, çocuklarını çürük raporuyla askerden kaçıranlar da; konuşsunlar, konuşun, konuşalım!...
Sözün hükmü bitti ya!...
Konuşsunlar, konuşun, konuşalım!...
Nasılsa laf ile peynir gemisi yürümüyor ve bizim başbakanımızın gemili oğlunun gemisi, okyanus ötesinde, hepimizi temsilen rahat!...
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 08, 2007

ŞÜHEDAMIZA DA, KAHRAMANIMIZA DA SAHİP ÇIKALIM...

İnsanın korktuğu başına gelirmiş!
"Devletin olmazsa olmazı millet olmaktır. Devlet, milletin teşkilatlanmış şeklidir. Sistem, yönetici ve yönetenler değişebilir ama devlet, ebed-müddettir." Diye düşüncelerimizi özetleyerek yıllar yılı yırtınıp durduk.
"Benim naçiz vücudum elbet toprak olacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." Diye tarihe konuşan Muhteşem Türk Atatürk'le bu konuda da fikri beraberliğimiz vardır hamdolsun.
Bu inanç ve imanla ki; "Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen toplum, millet değildir. Kahramanın kahramanlığı da ölümüyle başlar." Diye hamasi tarifler yapmağa çalıştık yıllarca.
Son, esir düştükleri söylenen sekiz askerimizin hali, bu tarifimizdeki haklılığımız mıdır acaba?
Korktuğum, başıma mı geliyor?!...
Ben; "Dev Millet" diyorum Türk Milleti'nden bahsederken. -"Türk Halkı" diyenlere itirazım var ve olacak.- Sadece AKP'ye oy vediği için suçlayarak En Türk Milliyetçisi geçinenlerden bazıları, bu "Dev Millet" deyimime itiraz ediyorlar!...
Ben de korkuyorum o zaman!
Millet kalma hasletlerimiz hedef alındı Beğler!...
Atsız Hoca'nın; "İdealleri biten milletler, kahramanlarını koyunlaştırır." demişti. Korkarım haklı çıkıyor!
"Dev Millet"e itiraz eden Türk Milliyetçi(!)sini hadi hissi davranıyor, öfkeyle konuşuyor ve AKP'ye iki kişiden birinin oy vermesini hazmedemiyor diye mazur görmeğe çalışalım.
Ama kocaman bir profesörümüze ne diyeceğiz?
Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez’den bahsedeceğim.
Sarıkamış Allahüekber Dağlarında, donarak şehit olan 90.000 Mehmetçiği, hatırlarda tutmak için, onları da minnetle andırabilmek için ERVAK'la birlikte çok önemli etkinlikler yaptığını biliyoruz. Bu konuda daha öncelerden Sn. Av.Necati Bölükbaşı'nın verdiği canhıraş emeklerinin bizzatihi şahitlerindenim.
Ama,Bingür Sönmez Hoca'nın maksadının, Şehitleri anmak mı, yoksa Enver Paşa gibi Turan İdeali ile yanıp tutuşarak, kılıçla bir orduya saldırı anında şehit düşen bir kahramana düşmanlık etmek mi olduğunu anlayamadım!...
Türkiye'nin en meşhur "Dolma Kalemler"inden Mehmet Altan'ı bu konuda bilgilendirirken; " ....Sarıkamış Dayanışma Grubu olarak tek arzumuz Enver Paşa'ya hesap sormamak için üzeri karlarla örtülen 90 bin şehidi Çanakkale Şehitleri düzeyinde anmak, Sarıkamış'a bir 1914 Sarıkamış Harekat Müzesi kurmak ve ilginin devamını sağlamak için her yıl 22 Aralık-5 Ocak arasında Allahuekber ve Soğanlı yürüyüşleri yapmak." sözleriyle ne kadar incindiğimi anlatmakta kifayetsizim!... Kendisinin söyleyip söylememekte düşüneceği bu sözü, Mehmet Altan'ın Birgün Sönmez ağzıyla söylemesinden ne kadar rahatsızım ve incindim anlatamam!...
Bingür Sönmez Hocam;
Be güzel, duyarlı Türk Aydını;
Enver Paşa gibi tarihe kahraman olarak adını yazdırmayı başaran ve adını kahraman olarak yazdırabilmek için de kılıcını çekerek atını düşmanın mitralyözleri üzerine sürebilecek biriyle, senin ne hesabın ola ki?!...
Kıbrıs çıkarmamızda kendimizin yanlışlıkla vurduğumuz gemi ve onun içinde şehit olan Mehmetçiklerimizle, Allahüekber Dağlarında ki Mehmetçiğimizin kaderleri, benzer değil midir? Kıbrısta yanlış irtibat yüzünden vurulan gemimiz için de Karaoğlan'ı mı yargılayalım? Veya o günkü Genel Kurmay Başkanı'nı mı?
Yapmayın Allah aşkına!...
Millete mal olmaya yüz tutmuş etkinliğinize gölge düşürmeyin!...
Bilin ki bizler, en azından bendeniz Enver Paşa'yı, talihsiz bir kahraman olarak; Türk tarihi'nin en şanssız ama en yiğit kahramanlarından Kürşad'la kıyaslamaktayım. İkisi de kahramanca ölmekte ve planlarındaki aksaklıkta çok benzeşmektedirler. Ve ikisi de Türk Milleti'nin bağrında "Kahramanlık" makamındadırlar.
Kahramanlarını koyunlaştıran tarifli, ideali bitmiş millet tarfine katkı vermeyin lütfen!... Zaten "Dolma Kalemler" yeterince milletliğimizi hedef aldılar. Türk Milleti'ni halklaştırabilmek için özel gayretlerdeler. Sizler de onlara katılarak bizleri sükût-u hayâle düşürmeyin lütfen.
Sarıkamış'ta ki 90.000 Mehmetçiğimiz, en az Çanakkale Şehitlerimiz kadar kutsanmalıdır amenna, buna itiraz edenin vicdanından endişe duyarız ama; Enver Paşa gibi son yüzyılların en muhteşem kahramanını da talihsizliğinden dolayı insafsızca yargılamadan ve gayr-ı milliliği ile övünen "Dolma Kalemler"den Mehmet Altan gibilere malzeme ettirmeden...
Hem şühedamıza, hem de kahramanlarımıza sahip çıkmak mecburiyetimiz var eğer millet olarak kalacaksak.
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN