Pazartesi, Ocak 12, 2009

ADÂLET, GÖREVİNİ DEĞİL İŞİNİ YAPSIN...

Türk münevverler, siyâsi partilerin sayın genel başkanları, milletin çâre kapıları olan değerli kanaat önderleri; bu gün sözüm, sadece sizlere!

Sizler ve bizler; yâni, 'söylenen millet'in sözlerini, duyması gerekenlere taşımayı kendilerine görev edinmişler; atanmamış, tayin-terfî endîşesi olmayan hür akıllılar, kuvva-y-ı seyyâreler kendi aramızda anlaşamazsak, zâten siyâsi taraftarlıkla bölük-pörçük edilmiş milletimize bir yara da biz vururuz!

Her birimize tek tek inanan, bizleri ciddîye alan insanlara karşı sorumluluğumuz, bir başbakanınkinden çok daha vebâllidir! Başbakan seçimlerde koltuk kaybeder, bizlerse -Allah korusun- karakter zaafiyetine uğrarız! Şahsiyetsiz tarifi alırız ki, bunun telâfisi de yok!

Başbakan'ın; son toplantısında, yerel başkan adaylarını açıklamak için yaptığı konuşmasını dikkatle izledim. Yerel seçimlerde adayların yapması gereken vaatleri bile dikte ettirerek başladı! Bu görev diktesinden önce ise, hedefinde, süren bir mahkeme vardı. Ümraniye Bombaları diye başlayan, sonra "Ergenekon"laştırılan bir soruşturma!... "Bırakın hukuk işlesin! Bırakın savcılar-hâkimler rahat şekilde görevlerini yapsınlar!" diyordu... "Bırakın işlerini yapsınlar." deseydi, dikkatimi çekmezdi. Çünkü hâkimin, savcının işi olur-olmalı. Ama görev;birisi tarafından birine verilir sonra da denetlenir! Başbakan; verdiği görevi yapan görevlilerini denetleyen bir mümeyyiz edâsındaydı!...

Bir kaç gün önce de, süren bir adlî dâvanın savcısı olduğunu, pervâsızca açıklamıştı.

Adâletsiz devletin olması mümkün değil bilirim! Adâletsiz bir idârenin devam etmesi de mümkün değildir. Başındaki mümeyyize, yani iktidarın başına, yani başbakana rağmen işini bî-hakkın yapmayan-yapamayan savcı, "müdde-i umûmi" sıfatını, hak eder mi?

Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu başkanı'nın siyâsi olduğu, Adâlet Bakanı veya müsteşârının olduğu bir sistemde; bu kurulun atadığı ve her an sürgün edebilecek bir savcıdan, bî-hakkın adâlet beklenmez -ki ben- bekle/ye/miyorum!

Savcılığın, iddia makamı olduğu bilinir. Savcı iddia eder, savunma savunur, hâkimler yargılarlar. Bizzat yaşadığım mahkemelerde, savcının iddianâmesine uyulmadığını, çok ender hatırlarım. O ender hatırladıklarımda da savunmanın yani avukatın başarısı söz konusu idi.

Bu sorguda ise; müvekkîlini görmek, müvekkîlinin yanında olmak için adliyeye gelen avukatın, "görevini yapsın" talimatlı savcı emriyle, göz altına alındığını gördük ama asıl haberi atlamayı başarı saydığımız için atladık nedense!..

Devam eden mehkemenin seyriyle alâkam yok. Var da, yasalara saygımdan yok görünüyorum. Ama savcının, adâlete düşürdüğü gölgeyi, estirdiği despotizmi atlayamadım!...

Müvekkil Tuncer Kılıç Paşa; tâkibine gerek görülmeden serbest bıraktırılırken, savunma yapmak için gelen avukat, göz altına alınıyor! Bu adâlete benzemeyen uygulamanın muhatabı, kim acaba? Görev(!)ini yapan savcı mı, "Bırakın görevini yapsın." diye demokratça tâlimat veren ve kendisini davanın siyâsi savcısı ilan eden Başbakan mı?...

Falakalar, elektrik, tırnak sökmeler, tabutluklar gibi fizîki işkence hâneler yok ama; müthîş ve dayanılmaz bir karakterlere-irâdelere uygulanan, dünyada ilki yaşanan, adâlet adına bir işkence türü var! Gûya göz altına alınan, çaylı-kahveli üç günlük misafirlikten sonra;"Kimse yerine ve mevkisine güvenmesin!" diye korku tellallığı yaptırılan, cesûr demokratlar da sustular nedense! Sadece kendileri sussa itiraz etmeyeceğim, konuşmaya niyetlileri de korkutarak susturdular!...

Böyle adâletin de, adâlet sağlayacak savcının da, "Bırakın görevini yapsın." diye tâlimat veren adâletli Başbakanın da kurbanları olayım!...

Geciktirilen adâlet, zûlüm tarifi alır. Zûlüm de ilelebet pâyidâr olmaz...

"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."

Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: