Cumartesi, Ocak 17, 2009

ADÂLETİN ADRESİ!...

Ceviz Kabuğu'nu izledim. Hep izlerdim zaten. Çok istifâde ettiğimi de söyleyebilirim açıkça. "Korku Kültürü" adlı kitabı konu almıştı Sevgili Cevizoğlu. Kitabın yazarı da konuğuydu. Öğrencilere yönelik ve mahdût sayıda bastırıldığı için bulunması zor bir kitap olduğunu, yazarı söyleyince her kes öğrendi!
Neyse konum, kitap ve yazarı değil. Sadece korku!...
Kimin görevlisi olduğu belli olmayan, gay birinin, sistemimizin ve adâletimizin kuyusuna attığı bir taşla meşgûlüz! Programın girişinden günümüzde oluşturulmak istenen korku imparatorluğu işlenecek zannederek, katılmak istedim. Yoğunluktan sıra gelmedi!
Nerenin delisi olduğu bilinmeyen, devletin resmî ekranından, her yere tehdîtler savurtturulan gay'e göre; gûya Baykal da MİT'tenmiş! Asıl hazırlanılan deşifre olunca, genel başkan olmuşmuş, görevini yapıyormuş!...
Önce bir konuda anlaşalım: Bu devletin, isminde "millî" olan üç kurumundan birinin mensûbu olmak çok mu kötü bir şeydir? Adında millî sıfatını taşıyan MİT, kötü bir kurum mudur? MİT'in temeli olan, Teşkilât-ı Mahsûsa'yı ve mensûplarını, minnetle yâd etmeyen bir Türk olabilir mi? Süleyman Askerî Beğ'i, Kuşçubaşı Eşref Sencer'i, rahmetsiz hatırlayanımız var mıdır?Dünyada, istihbârat teşkilâtlarından devlet yönetimine çıkan, kim garipsenmiştir?
Ama bizde öyle değil kazın ayağı!
Kim kimi karalayacaksa, "MİT'çi" der, çekilir kenâra! Çünkü MİT'in millîliği, sorgulanıyor millî vicdanlarda. Ufuk Uras'ın da, Doğu Perinçek'in de, bir çok yazar-çizerin de, hatta İmralı hükümlüsünün de MİT elemanı olduğu yazılıp çizilmiyor mu?
Dahası; efsâne siyâset adamı, Ülkücü Hareket'in Başbuğu Alparslan TÜRKEŞ, kendi el yazısı ile; "Devlet Bahçeli MİT'dendir. Arkadaşlarımız MİT'den uzak olmalı, ..." diye bir belge mektup bırakmamış mıdır? Örnekler çoğaltılabilir... "Yapılanlar da ortada..." diye, katkı vermek istedim. Sıra gelmedi!...
Korku ve kültürü(!) işlendi. Program konuğu; akademisyen kimliği ile, suya-sabuna dokunmamayı tercih etti, cesûrca! Ama katılımcılar; korkunun, kültür olamayacağını savundular. Bir öğretmen; Türklerin göçer bir millet oldukları için, korkak oldukları gibisinden bir şeyler söyledi! Program yapımcısı ve konuğu, sükûtları ile bu tanıma katılır gibi oldular, katılımcılar ise aksini savundular. Siyâset dilimize Başbakan'ca katılan kelimeyle; 'Velev ki' Türkler göçer olsalar; bilmediği yerlere at süren toplum, korkak tarifi mi, yoksa korkusuz tarifi mi alır? Ki Türk Milleti, Orta Asya'da da, Anadolu'da da göçer değil yerleşiktir. Hepsinin sâbit adresleri vardır. Yaylaklarının da, kışlaklarının da yeri sâbittir.
Bunlar dursun biraz!
Günümüzün, "korku atmosferi"ne dönelim. Korku, insânî bir davranıştır ve en cesûr insanda da olmalıdır. Ama korku, yenilebilir bir davranıştır aynı zamanda. Korkusunu yenerek efsâneleşen ne kahramanlar dinlemişizdir büyüklerimizden.
Korku ile saygıyı, mutlaka ayırmak gerek. Saygı; toplumsal değerlere, örfe-ananeye uymak için gösterilen, ahlâkî bir gayrettir. Normalinde; milletin yasalara, yasa koyucunun millete saygısı olmalı ve bu davranışın adına da aslâ korku denmemelidir...
Yasalarla, uygulayıcı kolluk güçleri ve yargı, uyuşmazlık içinde olursa; uygulayıcılar yasalara uymazlarsa, o ülkede adâletin varlığı sorgulanır! Bu gün, demokrasi adına, bu dayatmayla muhatabız!
Korkudan hareketle, farklı doğu-batı zihnîyeti de kabûl edilemez! Adâletin adresi, insan gibi insanların, hür vicdânları değil midir? Batı'da başka, doğuda başka adâlet mi olur? Yoksa; batıda, başka, doğuda başka adâlet uygulamaları mı vardır?!...
Bu konuda söylenecek çok şey var, yerim bitti! Konuya; eğer gündeme, yeni bir kimliksiz bomba atılmazsa, mutlaka devam edeceğim!
Adâletin olduğu yerde korku asla olmaz ve zorbalar barınamaz, çünkü;
"ADÂLET, MÜLKÜN TEMELİDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: