Salı, Ocak 20, 2009

BÜLBÜL İSEN GÜLÜNE...

"Korku" dediler. "Korku İmparatorluğu" dediler. Güvendiklerimiz ise adını, "Korku Kültürü" koydurdular! İtiraz etsek faydasız! "Söylesem te'sîri yok, sussam gönül râzı değil!" diye feryâd eden Fuzûli'nin hâlet-i rûhiyesi bu olsa gerek!
Hayallerimize, hülyalarımıza, rüyalarımıza tasallût ettiler! İdeallerimizi, ülkülerimizi işgâl ettiler! Her birimizi, fert fert tekleştirip kendimizle kavgaya mecbûr ettiler! Fikir adamı târifli, dâvâ adamı târifli, mücâdele adamı, militan târifli kaç kişiyi, tanıdığımız-bildiğimiz adreslerinde görmek mümkün? Kendimiz de dâhil, kaç kişi siyâsî sıfatını kazandığı kulvarında hâlâ?
Ve bu terk etmelerin, terk ettirmelerin, tard edilmelerin müsebbîbi kim veya kimler?
12 Eylül öncesinin; en sert muhalif siyâset adamları, en çok sâdık taraftarları olan iki dev kanaat önderi, -maalesef- Hakk'ka yürüdüler, öldüler. Ülkücü Hareket Başbuğsuz, demokratik solcular Karaoğlansız kaldılar. Ülkücülerin teşkilâtları işgâl edildi. Sosyal demokratların örgütleri, Karaoğlan'ın sağlığında ortadan ikiye bölündü! İki cenâhta da panik başladı! İki cenâhta da, kaynaşmalar, yalpalamalar oldu hem de çok şiddetle!
Her iki cenâhta da, benzer tesâdüf veya program gereği, adları sanları bilinmeyen, en sessiz veliahtlar çıkıverdi ortaya! Ve yine tarifsiz bir tesâdüfle, her iki cenâhın en az bilinen ve sessiz zannedilen veliahdları; umulandan çok sert, umulandan çok kindar ve umulandan çok tahrîb eden olarak görüldüler!
Türk siyâsetinin 40 yıllık "Üç Hilal"i, üçe ayrıldı ve 20 yıllık "güvercin"inin kanatları yolundu! Milletin bir kısmının; "Umudumuz"u Karaoğlan'ın ve diğer kısmının; "Sende bütün umutlar"ının Başbuğu'nun teşkilât ve örgütleri, milletçe sandığa gömülme ile cezâlandırıldılar!...
Milletin bu ikazını görmezden geldik! Milletin bu uyarısıyla aymadık! Aklımız başımıza geldiğinde; ne teşkilâtlar teşkilâta, ne de yönetici sıfatındakiler teşkilâtçıya benzemiyordu!
Ülkücü cenah olarak, çâreler aradık sessizce, panikle!
Kimimiz; oluşturulan "Gül"e yöneldik. Kimimiz "Oğul Bey"in ATP'sine koştuk ahd-el vafâ duygusuyla. Kimimiz de; "Kan kusup kızılcık yedim." tesellîsi ile, teşkilâtı sandığa gömdürenin yanında kalmaya inat ettik!
Bizler; yâni Türkiye'nin aslî sahipleri, devlet kurucularının aslî evlâtları bizler; vatan toprağı satılırken seyrettik; tahkîm yasalarında, uyum yasalarında sessiz kaldık! Terörist başının boynundan ilmek çıkarmakla, koalisyon ortaklığı arasındaki yanlış tercihe eyvallah ettik!
Ve şimdi, en fazla canı yananlarız! Şimdi en fazla feryât edenleriz!
Gül'den hareketle gülistana yöneldik. Karşılık olarak "Çiçek bahçesi" çıkarıldı ve başına da, gül budamakla kökünü kazımak arasındaki farkı bilmeyen veya bilerek kökünden keserek kurutan bir bahçıvanla muhatap edildik!
İnanmışlık, gericilik; ülkücülük, hayalcilik; devrimcilik, maceraperestlik; kurnazlık, akıllılık; idealistlik, aptallık tarifi aldı ve olan millete oldu, devlete oldu!
Her kesin suçlusu belli! Her kesin şikâyetlendiği yer ve şahıs belli! Ve yine her kesin suçlusunu, şikâyetlendiğini cezalandırma yetkisi kendi elinde! Önümüzde sandık var. Ya; 2009'u, hiç bir matematik kuralına uymayan hesaplama şekliyle 40' tekâbül ettiren mantığa; ya "Babalar gibi satarım." diyen tüccâr zihniyete; ya da nerde, ne zaman, ne yapacağı belli olmayarak milleti zorla AKP'lileştiren "laik"lik taraftarına, mecbûrmuşuz gibi yapay bir manzara var!
Bir yanda da; bülbüllerini feryâd ettirmek için Rabb'im'in bahşettiği dikenleriyle, yaklaşanın canını acıtan bir gül bahçesi... Gül'ü korumak için yaratılmış ve korumuş ama yaratıldığı günden beri, bülbülünü de incitmiş dikenlerin, güle yakınlığından yakınmanın da, haddi hesâbı yok! Oysa;"Gül'ü seven, dikenine tahammül edecek." ve canının yandığını belli etmeyecek! Başka yolu yok! Bakalım bülbülümüz, güle konacak mı? Allah(c.c.), sonumuzu hayretsin.
Bakalım sandığımızdan ne çıkacak?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: