Çarşamba, Ocak 05, 2011

BU MU İNSAN?

Su-toprak... İkisi bir arada, bereket...
Toprak olmazsa su sadece su; su olmazsa toprak sadece toprak ama çorak! İkisi birbirine lâzım, ikisi birlikte insana lâzım; her biri tek te insana lâzım...
Peki bu insan neye lâzım?
Vücûdunun dörtte üçü sudan, geriş kalan kısmı topraktan; susuz kalsa ölür, ölünce yeri kadar yer kaplar yerde-toprakta!...
Su ve toprak...
İkisi de başlangıcın ve sonun temsilcisi, ikisi de başlangıcın ve sonun sonu!...
İçinizde yapay toprak veya sûni su gören var mı?
Suyun oksijen ve hidrojenden oluştuğunu biliriz. Lisede laboratuvarda fizik-kimya öğretmenlerimiz, suyun ayrışmasını, oksijenle hidrojenden suyun oluşmasını anlatırlardı...
Yine fizik-kimya öğretmenleri; topraktaki mineralleri, madenleri, maddeleri tek tek tesbit için olmadık deneyler yapar, olmadık yapılmış deneyleri okur-anlatırlardı ama ne su yapabilen, ne de toprak üretebilen öğretmen hiç olmadı!
Öğretmen olmayanlardan, kaynak suyunu şişeleyerek satanların adı sucu oldu! Bâkir yani insan eli değmemiş yerlerden aldığı toprağı, çiçek toprağı diye torbalayıp satanların adı hiç toprakçı olmadı!
Dünyânın dörtte üçü su, insan bedeninin dörtte üçü su!
Bu kadar benzerken; topraktaki bütün maddelerin-moleküllerin insan bedeninde var olduğu, geri kalan dörtte üçünün de su olduğu biliniyorken; insan bedenindeki bütün maddeler dünyanın toprak kısmında var ve dörtte üçü su iken; bu kadar ikizcesine benzeyen-benzeşen dünyayı fark etmeyen insan mı kör, her an bağrına sayısız ikizini alan dünya mı doyumsuz?
Su; buharlanır, yükselir, yukarılarda soğuk havayla temas eder, yoğunlaşır, bulutlaşır. Daha soğuk bir bulut kütlesiyle karşılaştığında iyice yoğunlaşır, damlalaşır, yağmurlaşır, sulaşırmış!... Aşağıdan yukarıya dolaşır-dolaşır, başı dönerek baş aşağı düşer, toprağa ulaşır! Madem düşecektin, niye uçtun be mübârek?
Baş aşağı düşerken dokunduğu nebattan ıslattığı toprağa düşürdüğü tohum! Yumuşayan toprağın bağrında su içen; dirilen, canlanan, toprağı yırtıp çıkan, fidanlanıp, dallanıp-budaklanıp, meyvalanan ağaç...
Başı dönen suyun, baş aşağı düşerken kendine katarak düşürdüğü tohumun, toprağın bağrında canlanıp, dallanıp budaklanmasıyla üreten ağacın meyvesini yiyen, doyan, büyüyen, gelişen, güçlenen insan...
Yiyerek, doyarak, beslenerek, büyüyüp gelişerek olgunlaşan, yaşlanan, ihtiyarlayan, bedenindeki su azaldıkça toprağa yaklaşan ve toprakta toprakla toprak olan insan! Bedeninin su olan dörtte üçü buharlaşırken, geri kalan dörtte biriyle yeniden toprağa karışan, dünyanın hacmini asla büyütemeyen, geldiği yere dönerek yok olurken, yok olduğunun farkında olamayan insan!...
Çoğu su, azı toprak! Suyu, toprağı her şeyden çok tanıyan, bilen, her şeyi yapmasına rağmen su ve toprak yapamayan, yapamadığı gibi oluştuğu maddelerin ana kütlesine düştüğü anda, onda yok olan insan!...
Nedir bu insan? Nedir bu su? Nedir bu toprak? Nedir bu güçlü-üçlü?
Bütün bu "Nedir?"lere cevap veremeyen, soran-sorgulayan veya hiç umûrunda olmadan doğan-ölen, karışan-karıştıran, yokla varı buluşturan bu çok bilinen labirentten çıkanı, çıkabilen insanı duyan-gören-bilen var mı?
İnsanız ya; topraktan, sudan oluştuğumuz için mi havadan sudan işlerle uğraştığımızı zannederek havalaşıyor, sulaşıyor, topraklaşıyor-çamurlaşıyoruz yoksa?
Âlim câhiliyle, câhil âlimiyle; "İnsan bu, su misâli kıvrım kıvrım akar ya!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: