Pazar, Haziran 12, 2011

YUSUF ZİYA ARPACIK VE ...

"Taş bitti, inşaat paydos!" diyeceğimi zannedenleri yanıltmazsam, ülküdaşlarımı yanıltırım! Beni niye İzmir'den aldılar? Beni niye polis nezâretinde İstanbul'a götürdüler? Bana niye, anlayamadığım için yorumlayamadığım üslûpla sorular sordular ve beni niye 15 milyonluk koca bir şehirde yalnız başıma kapı önüne koydular? Anlamadım! Anlayamadım veya anladım ama yasal iznim olmadığı için anlatamayacağım!
Gözetim altındayken, dört günde, yemek ve çay saatlerinde, toplam bir kaç saat görüşerek tanışabildiğim 14 Ülkücüyü unutmayacağım, unutturmayacağım! Elimden gelen bu! İçlerinden sadece Yusuf Ziya Arpacık ve Erdem Karakoç'u tanıyordum. Onlarla da yıllardır görüşmemiştim ama 2005'te Yusuf Ziya Arpacık'ı yazmıştım ve şimdi tekrâr paylaşacağım:
YUSUF ZİYA ARPACIK...
İnsan hayatında kıymetliler vardır…
Kıymetleri kadar sevilenler, sevildikleri kadar özlenenler vardır…
Kıymetleri arttıkça sevilen, sevildikçe özlenen, özlendikçe varlığıyla iftihar edilenler vardır…
Yusuf Ziya Arpacık; benim ve bütün Ülküdaşlarımızın fikir dünyamızdaki; özlenenlerden, özlendikçe sevilenlerdendir...
Arpacık soyadıyla müsemma bir kişiliktir Yusuf Ziya… Gezle gözün buluştuğu noktada, hedefi doğrulayan,hedefi hedef haline getiren konumdadır…
Yusuf Ziya Arpacık; kendini tanıyan bütün dostlarına; "İyi ki varsın Yusuf Hoca!" dedirtmeyi sessizce başaran dervişlerdendir…
Yusuf Ziya Arpacık’ı tanıdığım güne şükrederim ve tanıdığım günü de hatırlayamam! O'nu doğduğu günden beri tanırım diyesim geliyor…
Yusuf Ziya; arandığı zaman bulmanın kolay olmadığı ama lazım olduğu zaman hiç aramaya gerek kalmadan lazım olduğu şekilde safta yerini almayı başarmış bir Ülkü Savaşçısıdır…
Bunları yazarken; haberi olduğunda, suratının tevâzudan alacağı şekli de biliyorum!… Ama Yusuf Ziya Arpacık, aslında hakkında destanlar yazılması gereken bir dostumuz olduğunun –eminim- farkında değildir… Kahramanlar hep böyle değil midir?
Gaziler, hep böyle değil midir? Gazi kahramanlar; yapmaları gerekeni, yaptıklarının doğallığıyla yaşamazlar mı?...
Oysa onların yaptıkları, onların yaşadıkları; kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa destanlaşarak anlatılacaklardandır… Kendileri sıradan olmadıkları için yaşadıkları da sıradan değildir!…
Her Ülkücü Turancıdır elbette… Turancılığın gereklerini yapmak ise her ülkücüye nasip olmaz!...
Turan uğruna fiilen savaşçılığı Yusuf Ziya Arpacık, gönüllü seçmiştir…
Cezaevlerine Yusufiye diyenlere, hep itiraz etmişimdir! Ceza evi, cezaevidir…Yusuf Ziya, cezaevlerini tanıyan ve oraları da islah eden istisna Dervişlerdendir… Cezaevlerine her zaman suçluların koyulmadığı da Türkiyemizde maalesef olağan sayılan acayip işlerdendir!…
12 Eylül Kıyametinin senaristleri; Türk Coğrafyası, Türk Devleti üzerindeki oyunlarını sergilerken işbirlikçilerine, ülke içinde olmadık işler de yaptırmışlardır… Bunların içinde en utanılası uygulamaları; bu vatan için, hürriyet için, Turan Ülküsü için ölümü göze alarak kahramanlaşanları, Büyük Senaristin talimatıyla cezaevlerine koymalarıdır!
Karakolun önünden geçtiği için olmadık kahramanlık hikayeleri anlatanların yanında; ömür sayılacak kadar cezaevlerinde yatan, cezaevlerine ıslah edilmek üzere koyulup islah edilmez suç makineleri olarak çıkanların inadına, yıllarca cezaevlerinde yatmalarına rağmen hem cezaevlerini düzelten hem de cezaevlerinde kendilerini yetiştiren ender kişiliklerdendir Yusuf Ziya Arpacık…
Aslında Yusuf Ziya Arpacık’a karşı ödenemeyecek borcumuzun olduğunu kabul etmemiz lazım!
Yusuf Ziya Arpacık ve onun gibi yanarak pişen Ülkü Devleri’ni, bizim anlatmamız lazım… Bu devlerin unutulmalarına asla izin vermememiz lazım!... Bu Ülkü Devleri; kendilerini anlatamazlar!... Bu Devler; yaşadıklarını, yaptıklarını anlatamazlar!...
Tarihe
şerh düşmek için kalem kağıt alırlar ellerine ama edepleri, adapları; kendilerini, yaşadıklarını, gördüklerini anlatmalarına asla izin vermez!...
“Baş Eğmediler” kitabını da su içer gibi okumuştum Arpacık’ın…
Hücresinde kendisine kibrit vermekten korkan, gazeteyi büküp uzatıp ucunu yakarak Yusuf Ziya’ya veren meşhuuuur gardiyanın tarifinde ağlamıştım! O tarifte Yusuf Ziya Arpacık; “Ben hücremde hürken, gardiyan dışarıda mahkumdu..” tarifiyle satır arasında kendini tarif etmişti! Kendiyle beraber Ülkü Devlerini tarif etmişti…
Yusuf Ziya Arpacık, bir başka şeyin de ispatıdır. Sıradan bir kavgacıyla, sıradan bir askerle Dava Adamı arasındaki farkın mükemmel bir örneğidir o… Gerektiğinde savaşan, gerektiğinde ceza yatan, gerektiğinde sadece okumakla yetinmeyip yazan, Davasını anlatan istisnalardandır Yusuf Ziya Arpacık…
“Kan Fırtınası” adlı kitabını da başladım ve bitirdim! Sular gibi içtim elbette!... Turan ve Turancılık uğrunda savaştan savaşa, cepheden cepheye koşan Yusuf Ziya Arpacık’ın; Azerbaycan’da yaptıklarının bazılarını, başka arkadaşlarımdan dinlemiştim. Kan Fırtınası’nda Yusuf’un kendi ağzından, kendi kaleminden yaşadıklarını okurum hevesiyle; bir gecede iki kere okudum kitabı! Yusuf’un edebinin-adabının kendini anlatmasına izin vermeyeceğini biliyordum ve yanılmamıştım!...
Sıcak savaş sahnelerini, birkaç bomba ve silah sesiyle tarif ederek anlatmadan geçecek kadar tevazu sahibiydi gene! En büyük sıkıntıyı; Azerbaycanlı savaş arkadaşlarının tesadüfen ağzından duydukları cezaevi sözü üzerine, kendine yöneltilen sorulara cevap vermekte yaşadığını, kendide anlatıyor, okuyan da anlıyordu zaten…
Ve Yusuf Ziya Arpacık, o zorlandığı yerlerde kendini anlatıyor, kendini tarif ediyor aslında!..
Komünist Sovyet baskısına kafa tutarak yetişen Azerbaycanlı savaş arkadaşlarına, Ülkücü olduğu için Türkiye’de cezaevine koyulduğunu izah edememiş ve edemeyecektir de çünkü izâhı yoktur bu traji-komik uygulamanın!…
O sıkıntısını anlatmaya çalışırken Yusuf Ziyalaşıyor Arpacık! Çok öfkelenmesine, adını vermemesine rağmen Ülkücülükten Geçinen bir lümpenin anlatılmasında da sıkıntılı Yusuf Ziya Arpacık! Başkası olsa, sıradan, avamdan biri olsa elbette elbette anlatmakta yazmakta zorlanmayacak!...
Ama sen bilmezsen biz biliriz Yusufum! Kahramanın yaşadığını, kendisini anlatamayacağını biz biliriz Arpacık’ım…
Sen ne kadar anlatmasan da, ne kadar satır aralarında saklamaya çalışsan da biz seni tanıyoruz Yusuf’um… Biz seni tanıdığımız kadar da seviyoruz… Hakkımız varsa –Allah huzûrunda- sana helâl ediyoruz! Sen de haklarını bize helâl eder misin Yusufum?...
Önce yüreğine sağlık Dostum… Bileklerin yorulmasın. Yorulmasın ki “Akula”ları bir anda havaya fırlatabilsin… Bileklerin yorulmasın ki “Akula”ları bir anda havalandırınca ses kesen kapıkullarını susturmaya devam etsin!... Ve bileklerin yorulmasın ki ne kadar saklamaya çalışsan da kalemin bazen senden de habersiz satır aralarına yaptıklarını, serpiştirebilsin! Allah(c.c.)’ıma hamdolsun ki varsın Yusuf Ziya Arpacık… Şükürler olsun ki varsınız Ülkü Devleri ve yine şükürler olsun ki tanımakla müftehir olduğum Dostlarımdansınız…
Allah(c.c.) yardımcınız olsun…
"VE TEVEKKEL A'LALLAH." (Vekîl olarak Allah yeter.- Ahzâp-3)
Selam, sevgi, dua…
Mustafa ASLAN…

Hiç yorum yok: