Çarşamba, Mayıs 07, 2008

SESLİ İÇ HESAPLAŞMA VEYA ÖZELEŞTİRİ, ADINI SİZ KOYUN!...-IV-

Muhtıralar gördük. Çoğaldık, pekiştik!
ABD'nin "Bizim Çocuklar"ının yaptığı, 12 Eylül Kıyâmeti'nden sağ çıkacak kadar dirâyetliydik!
"O toprakta, sen zindanda, ben sürgün." döneminde, dünyanın her yerindeydik! Dünyanın en güçlü teşkilatı sıfatımız vardı! CIA, MOSSAD, KGB gibi resmi teşkilatlardan güçlü bir teşkilâtımızın olduğunu, dünyaya kabul ettirmiştik! Bu teşkilatlar büyük devletlerin güçlü teşkilatlarıydılar ve mensuplarına büyük paralar verirlerdi. Ama ülkücüler; teşkilatlarına hem canlarını hem de paralarını verirlerdi! Bu yüzden de diğer resmi teşkilatlarca tarif edilemez büyüklükte anlatılır ve yazılırdık!
Dünyanın neresinde olursa olsun ülkücü, dardaki ülküdaşının yanına yardımına koşardı. Bunun için davet beklemek bile ayıptı!
12 Eylül Kıyameti'nden sonra, "toprakta, zindanda, sürgün" adresimizle, hâkim güçlerin dikkatini çektik! Hedef alındık! Hasım ilan edildik ve heryandan saldırıya muhatap olduk! Tek başlarına ve kontrolsüz kalan bazı ülküdaşlarımız, çaresizlikten gereksiz işlere, hallere girdiler. Ama bunlar, çok az sayıda idiler. Ülkücülerin ezici ve kahhar çoğunluğu, sessizce evlerine çekilerek yeniden sancağın açılmasını beklemeğe başladılar!
12 Eylül'den sonraki ilk seçimlerde; Başbuğsuz, teşkilatsız girdiğimiz seçimlerde, 700.000 kişiydik! Yani herşeye, her türlü baskıya rağmen vardık! Var olduğumuzu da bütün yerli işbirlikçilere sandıktan haykırdık!
Meclis'te yoktuk! Çoğumuz zindanlardaydık! Fısıltıyla haberleşiyorduk! Ama artık bütün yasaklara rağmen devletin hemen her kadrosunda vardık!
12 Eylül öncesi, teşkilatlarımızda bulunmuş, bölgelerinde ülkücülükleriyle kendilerini kabul ettirmiş, kanaat önderi arkadaşlarımızdan siyâsette başka kulvarlara zıplayanlar da olmuştu! Başaranlar, başaramayanlar tarifini millet yapıyordu! Bu, siyâsette başarılı zıplamalar yaptığını zanneden bizimkilerden de darbeler yedik!
Başbuğumuz'a dil uzatanlar çıktı! Milliyetçiliğin ve ülkücülüğün bittiğini, parti ve ülkü ocaklarının misyonunu tamamladığını söyleyenlerimiz de çıktı! Hükmî geçerlikleri ve binaları bile olmayan teşkilatlarımıza nifak sokulmuştu!
"Türkeş'siz MHP." kumpasları, senaryoları sahnelenmeğe başlandı! Senarist yerli değildi. Yerli taşeronlarsa işbirlikçilerdi. Ama oyuncuların tamamı, yerliydi ve epeyce de ülkücü oyuncu vardı maalesef!
Başbuğumuz, meselenin vehâmetinin farkındaydı. Ama o Başbuğ'du. Çare üretecek yerdi ve çareler üretmeğe devam ediyordu. Cezaevlerinden gönderdiği talimatlarla, mektuplarla hem tarihe belgeler bırakıyor, hem de teşkilatlarını ve ülkücülerini korumaya devam ediyordu!...
Başbuğumuz da, hasımlarımız da, hâkim güçler de ve yerli işbirlikçiler de biliyor ve görüyorlardı ki her hal-ü-kârda vardık! Var olmaya devam ediyorduk! Hâlâ inadına Türkeşçi, inadına ülkücü, inadına MHP'liydik! Bu inatçı var olma direncimizle, bu kötü günleri de Başbuğumuz'un da nezâretinde atlattık!
12 Eylül Kıyameti'nden birkaç yıl sonra baş gösteren bölücü terör ve terörizm başladı. Bu kere de Devlet kadrolarındaki ülkücüler olarak, terörle mücâdeleye soyunduk "Özel Tim"ler adıyla ve gönüllü olarak! Her operasyonda kahramanlaştık ta kahramanlaştık! Bölücü terörün destekçileri, sahte insan hakları havarileri, yerli işbirlikçiler, AB ve ABD'nin kiralık kalem ve ağızları, "Dolma kalemler" hemen saldırıya geçtiler tabi!
"Ülkücü mafya", "Gladio", "Derin Devlet", "Devlet Yanlısı Çete" diye uydurma sıfatlarla ülkücülere ve devletin bütünlüğüne karşı taarruza geçtiler! Bütün bu saldırıları karşılayan, devlet adına dalgakıranlık yapan, millet adına göğüsleyen bir Başbuğumuz vardı. Varlığıyla, bütün bu saldırılar falan kolay geliyordu! Hatta ülkücüler olarak hadisenin boyutunu kavrayamıyorduk bile!
Hem ülkemizin-devletimizin, hem de teşkilatlarımızın nasıl hedef seçildiğini, o meşum, o kara 4 Nisan'da, Başbuğsuz kalınca anladık! Birdenbire ve apansız!...
Bilinen Türkeş hasımlarından, siyasi rakiplerden saygı ve özlem beyanatları duyarak hayret etmezken; içimizdeki Türkeş düşmanlarının su yüzüne çıkmaya başlamalarıyla ve sayılarının da epeyce olduğunu fark edince hayretten hayrete düşmeğe başladık! Hatta panikledik!
Türkeş düşmanlarının el birliği ile, bütün Türkeş öfkelerini "Oğul Beğ"den, "Oğul Tükeş"ten çıkardıklarını izledik hayret ve şaşkınlıkla!
Yıllarca; "Abi, ağabey, reis, başkan" dediğimiz kişilerin davranışlarını anlayıp yorumlayıncaya kadar; kavgaların, münakaşaların, havalarda uçuşan sandalyelerin arasından "Devlet Bahçeli" çıkıverdi ilikli ceketiyle!...
(Devam edecek.)
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR. "
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: