Pazartesi, Kasım 03, 2008

KÖPEĞİMİZ KUDURDU...

Yönetim erkinin zirvesi, hükümetin başı, yetmiş milyonluk dev bir ülkenin Başbakanı; sınırlarımız içinde, devleti temsil eden Valilerin olduğu, bütün devlet kurumları ve güvenlik güçlerinin yer aldığı, şehirlerimize gitti. Bölücü hainlerin; dış destekli demokrasi düşükleri, demokrasinin gayr-ı meşrû, veled-i zinâlarının gelmesin diye açıkça tehditlerine rağmen gitti.
Gitmeliydi!
Kapı köpeğimizin kudurduğunu ve artık itlâf edilmesi gerektiğini görmesi, AB'nin ve bütün dünyanın sahte demokratlarına göstermesi ve kuduran itimize ne yapılması gereğini söylemek için gitmeliydi! Gidip temelleri atmalı, gidip açılışları yapmalıydı! "Ne mutlu Türk'üm diyene." diye, bütün dünyanın gözlerinin içine baka baka haykırmalı ve ;"Bu da böyle biline!" diye devlet tavrını, Kasımpaşalıca sergilemeliydi!
Haçlı'nın destek ve beslemesiyle, yemek yediği tasa pisleyen nankörlerin, ekmekleri dizlerinde ekmeksizlerin, akıllarını başlarına toplamak için gitmeliydi! Muhteşem Türk Atatürk'ün; bu yedikleri kabı pisleyenleri, ağaların, şıhların kulluğundan cumhurluğa terfi ettirdiğini, Atatürk'ün bize bıraktığı demokrasi ile Haçlı'nın dayatmasıyla kullanıldığı söylenen demokratik haklar arasındaki farkı, belli etmek ve açıkça söylemek için gitmeliydi!... Kapı köpeği, el kapısından sıcak yal yerse nasıl kudururmuş görmek ve göstermek için gitmeliydi!...
Veterinerlerin varlığından habersiz kuduz itler, fıtratlarının gereğini yapacaklardı ki yaptılar! Bunlara şaşırmadım. Başbakan'ın, geçmişte demokrasiye verdiği zararları, demokrasiyi araç olarak kullandığını söylediğini, bölücülerle aynı sözleri, aynı sahte demokrasi sloganlarını attığını, bir an için unutmaya hazırlanıyordum ki, kürsüden; "İmralıdakine işkence falan yok!" dedi! Deyince de kafamı duvara vurasım geldi! Gerçi bu kere sayın denmemiş, hatta adı bile ağza alınmamıştı ama tehdit edenlere ifâde verilmişti!...
Ömrünü teröristlerle mücadele ile geçirmiş, kuvvet komutanlıklarına kadar terfi etmiş, anlı-şanlı Paşalarımız ceza evinde hayati tehlikeler atlatırken; samimi Türk Münevverleri, vatanperver gazeteciler ceza evinde ve işkenceye muhatapken rahatsız olan, feryâd eden kimse çıkmazken; 40.000 insanımızı, çoluk-çocuk demeden, kürt-Türk demeden, görevli sivil demeden, yaşlı demeden katleden bir câninin, bir devlet düşmanının, bir millet haininin, emrine bir ada tahsiz edilmiş ve günlük saat başı sağlık kontrolü yapılıyor olmasına bizler itiraz etmezken onlar işkenceyi bahaneyle baş kaldırdılar; Başbakanımız da bu tehditlere aldanarak işkence yok diye günah çıkardı!...
Bu anlamakta ve anlatmakta sıkıntı çektiğim son zamanların sözde demokrasisi, bu kadar mı alçak bir sistem? Bu kadar mı haktan, hakkaniyetten, adaletten yoksun bir sistem? Bu kadar mı haklıya zulmeden, haksızı kayıran bir sistem? Bu kadar mı dışarının yönlendirmesine müsait, lânet bir sistem? Yoksa bağımsızlıkla demokrasi,bir arada olmuyor mu? Eğer demokrasi buysa, içine tükürmem mi böyle sistemin?
Devlet erkini zafiyete uğratacaksa, güvenlik güçlerimizin hayatlarını korumalarına mani olacaksa, gazetecileri linç edilmekten koruyamayacaksa, vatan bütünlüğüne sahip çıkamayacaksa, idamdan dönmüş bir cânîyi ceza evinde bile kontrole gücü yetmeyecekse, neye yarar bu demokrasi denen acziyet?
Ana Muhalefet ve Yavru Muhalefet'i; Ankara'dan dışarı çıkamayacak halde genel merkezlerine tıkan, hapseden bu sistemin neresi millet menfaatine?
Günün, haftanın moral kaynağı, zannederim bütün Türkiye'nin sevgisini kazanmayı başaran Hacıhüsrev Mahallelileri, kurbanınız olurum sizin! Kapıya böyle sahip çıkılır, kudurmuş sokak köpeklerine tavır ancak böyle koyulur! İyi ki varsınız! Her kese, hatta dünyaya inat, öyle yürekten bir; "Ne mutlu Türk'üm diyene." dediniz ki dilinize de kurban, elinize de, gönlünüze de, Türkçe edânıza da ... Köpeğimizin ağzından salyaları akıyor artık, kuduz besbelli...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: