Cumartesi, Kasım 15, 2008

YENİDEN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

KALK YİĞİDİM!
Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı...
Parçalandı bir kıtanın toprakları,
Aslan payını aslan olmayan aldı...
Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı! (Arif Nihat ASYA)

Her kesin önce kapısının önünden başlatması gereken bir temizlik zamanı... Armudun sapıyla, elmanın çöpüyle uğraşarak geçirecek zamanımız yok! Haçlı; geçmiş bin yılın intikamıyla yanıp tutuşarak ve insafsızca açıktan saldırıyor! Başımızda çuvallar, omuzlarımızda şehit tabutlarımız!...
Tek bilek, tek yürek halindeki Türk Milleti'ne, en "Hasta Adam" zamanında galebe çalamayan Haçlı, 21. yy.da Muhteşem Türk Atatürk emâneti, Cumhuriyet kazanımlarımızı deforme ederek, bizi birbirimizden 'halklar' adıyla ayırarak; silahsız, mermisiz vatanımızı işgâl etmek üzere!...
Kurtuluş Savaşımız'ın son gazisi Albay Mustafa Şekip Birgöl'ü ebediyete uğurlarken hafızam durdu! Nâtıkam dondu! İmamın cemaate; "Hakkınızı helâl ediyor musunuz?" şeklinde üç kere tekrarladığı soruya ve "Helâl olsuuun!" cevabına takıldım! Utandım!...
Kim, kime hakkını helâl ediyor?!...
Bir milletin yüz yıllık aydınının yok olduğu, destanların yazıldığı, tarihlerin alt-üst edildiği kıyametlerden sağ çıkarak; koca imparatorluğun, koca bir kıtanın topraklarının paylaşıldığı ve aslan payını aslan olmayanın aldığı bir cihan harbinden sağ çıkarak, kendilerinden sonraki nesillere vatan emânet eden Son Gazi'ye, helâl edecek ne hakkımız vardı?
Muhteşem Mustafa Kemal'in Başkomutanlığında, bir dünyayı dize getirerek; Muhteşem Türk Atatürk'ün önderliğinde, imkânsızları başararak, ölü bir imparatorluktan dipdiri bir Türk Devleti çıkarmayı başaran bir nesle, bizim helâl edecek ne hakkımız vardı?
Siyâsilerin rol yapmaktaki başarılarını, Genel Kurmay Başkanımız'ın samîmiyetini ve son Kahraman'la övüncünü, bakışlardan yaklayarak kıvanç ve öfkeyi aynı anda yaşadım...
Albay Mustafa Şekip'in son yolculuğunda bile verdiği destansı dersten, hepimizin nasibimizi almamız gerek!
Artık, Muhteşem Türk'ün, 1919 Eylül'ünde Sivas'a gelerek kendisiyle görüşen general Harbord'a; "Biz; emperyalistlerin pençesine düşen bir kuş gibi tedrîci (yavaş yavaş), sefil bir ölüme mahkûm olmaktan ise, babalarımızın oğlu sıfatı ile vuruşa vuruşa ölmeği tercih ediyoruz." şeklindeki tarihî cevabını, vasiyet olarak algılayarak ve "Yeniden Türk Milliyetçiliği" şahlanışıyla ayağa kalkmayacak mıyız?...
Farkında değil miyiz dağ başını yeniden duman aldığının?
Farkında değil miyiz Haçlı'nın çakal iştah ve sabırsızlığı ile etrafımızda dönmeğe başladığının?
Farkında olmayacak mıyız; Atatürk'ün yakın mesai arkadaşı İnönü tarafından, Alparslan Türkeş'in yine yakın mesai arkadaşı Bahçeli tarafından ideallerinin sekteye uğratıldığının?
Farkında olamayacak mıyız "Yeniden Türk Milliyetçiliği" şahlanışı ile Milletin ma'kûs talihine müdahelenin namus borcu olduğunun?
Her ebediyete uğurladığımız kahramanımızın, ülküdaşımızın, arkadaşımızın arkasından sadece ağlayacak mıyız?
Elinden en sevdiği oyuncağı alınmış haşarı çocuk gibi, olduğumuz yerde tepinecek miyiz hep? Farkında değil miyiz; "Yeniden Türk Milliyetçiliği" naralarıyla kıyam eden Türk Beği'nin, Türk Beğlerinin?
http://www.y-tm.com/ diye bir siteden kaç kişinin haberi var? "Yeniden Türk Milliyetçiliği" sancağının, her yere çok yakışan Türk vakarıyla dalgalandırıldığının kaç ülkücü, kaç milliyetperver, kaç vatanperver, kaç kişi farkında?
Yoksa her kes farkında da ben mi bu farkındalığın farkında değilim?!...
Devlet kurumlarımızın büyük bir kısmı 'Kinci İkinci Cumhuriyetçiler' tarafından dolduruldu! Siyâsetimiz ve siyâsilerimiz emperyalist güçlerle iş birliği paylaşımı yarışındalar!
Partimiz doğru yönetilmiyor! Teşkilatlarımıza yabancılaştırılıyoruz! PKK'lıya, bölücüye, iş birlikçiye, bölücülerin siyasi temsilcilerine "renk tamamlamak, çiçek bahçesi çapalamak", "farklılıkların farkında olmak" adına gülücükler,tokalaşmalarla tavizler verilirken bize çok insafsızca saldırılıyor! Düşünen, üreten, çare sunan stratejist kanaat önderlerimiz; kılıfına uydurulan yasalarla, sahte-düzmece evraklarla teşkilatlarımızdan uzaklaştırılıyor!
Bunlar oldu, oluyor ve daha da şiddetlenerek olacak!
Görünürdeki her şey aleyhimize diye susacak mıyız?
Nerde bizim Ülkücülüğümüz?
Nerde bizim mücadeleciliğimiz?
Nerde bizim; "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için." andımız?
Dönenlerin, terk edenlerin, gidenlerin arkasından üzülerek, kahrederek ve tevekkülle mi geçireceğiz kalan, çok kıymetli(!) ömrümüzü?
Ölenlerimizin niye ölerek ölümsüzleştiklerini unutacak mıyız? "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle." vedâsıyla uğurladığımız şehitlerimize verilmiş hiç bir sözümüz yok mu?
Dünyanın inadına, Haçlı'nın inadına, yerli iş birlikçilerin inadına; hainin, döneğin, kahpenin inadına; "Önümüzdeki bin yılda da Anadolu'dayız." diye seslice nara atmanın zamanı gelmedi mi?
"Yeniden Türk Milliyetçiliği" meş'alesinin şavkına koşarak; Ülkü Ocakları tedrisli, Ülkü Ocakları ve parti gençlik kollarının , tüzüğünü ve teşkilatlanmasını üstlenmiş bir Baba'nın oğlu olarak yetişmiş bir kanaat önderine, Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ'a, artık açıkça destek ve yürek olmanın zamanı değil mi?
"Öldün mü ey gençlik? Eğer öldünse haber ver: Onlara hicviye yazan kalemim sana da mersiye yazsın! Yahut ölmediğini ispat et ki, sana olan büyük imanım sarsılmasın ve sana olan destanım boşa gitmesin.'' diye seslenen Arif Nihatlar, kime sesleniyor dersiniz?
"Kalk yiğidim, yine dağ başını duman almış!"
"Öldün mü ey gençlik?"
Yaşasın YENİDEN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ, yaşasın TÜRK MİLLİYETÇİLERİ...
DÜNYA DURDUKÇA TÜRK DURSUN, TANRI TÜRK'Ü KORUSUN...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: