Cumartesi, Kasım 29, 2008

SÜVARİLERE YOL VERİN...

"Millet iğrenmesin diye yıllarca ağzımızda sakladığımız balgamları tükürdük!" (Ozan Arif)
Haaaak tuuuu!...
Yıllardır sakladıklarından, sakladığı yer rahatsız olunca; yıllardır sakladıklarından saklamasını gerektiren sebepler bıktığından tükürdü artık!...
Tükürdü. Yürüdü...
Yürüyerek, tek başına başlamıştı bu yolculuğa. Durursa, oturursa biterdi!...
Yorulursa gecikirdi varış!...
Yürüdü. Ne arkasından geleni, ne de gelmeyenleri merak bile etmeden...
Yürümeliydi. Şimdiye kadar gidilmemiş yerlere, şimdiye kadar gidişlerin engellenildiği yerlere gidilmeliydi. Gidilebilmesi için bir iz lazımdı. İz yapmalıydı. Yolu belli etmeliydi. Yürüdü...
Kendini; neyin, nelerin beklediğini bilmiyordu ama kendinin nereye gittiğini, kendinin neyi beklediğini biliyordu... Bildiği kadar cesur, kendini bekleyenleri bilmediği kadar vakûrdu!...
Zamanı yordu!
Güneşin sıcağını kavurdu!
Öfkelerini hep içine savurdu!
Kabardı öfkeleri içinde. Kaynadı. Kaynaştı, coştu! Haklıydı öfkelerinin tamamı ama içinde içine mahpustu! Dayanamadı. Kustu denilmesin diye, midesi bu kadar aç tokluğa dayanamadı denmesin diye tükürdü. Haaaaak tuuuuu!...
Zamanını, müddetini, süresini kendi bildiği kadar içinde sakladığı; dayanılmaz pis kokusunu sakladığı müddetçe kokladığı; yoldaşlarının öfkesinden muhafaza edebilmek için kendini yorarak aklamaya uğraşıp ancak sarartabildiği balgamına baktı tükürdükten sonra!...
Görülecekti!
Bilinecekti!
İğrenilecekti!...
Dayanılmaz dişliler arasında, yaşam mücâdelesi verilirken dayanamayanlardan olan; dayanamadıkları için suçlanmamalarına rağmen utançlarını başkalarına iftira olarak savuran; iftirâlarının gücü kadar kahramanlaşan bu balgamlar, görülmemeliydi!...
Sigarasını yokluktan değişmesi yüzünden öksürüyordu, öksürdükçe balgam sökülüyordu!
Her sökülen ve artık sakladığı haznesine sığmayan balgamını tükürmek zorundaydı, tükürdü!...
Görülecekti. Görülmemeliydi!
Bilinecekti. Bilinmemeliydi!...
Tükürdüğü balgamını, bedeninin dışında, dünyasında da saklamalıydı!...
Bastı yıllara direnmiş, yollara dayanmış, demir olmayan ayakkabısının temiz altını balgamına...
İçinin dayandığı, dayanılmaz pisliğe ayakkabısının altı dayanamadı!...
Ekşitti yüzünü, ezdiği için yüzüne bulaşan bu balgama ayakkabı altı!...
Ezdi yolcu!
Ezdi, ezdi, ezdiiiiiiiii....
Sürttü ayağını ileri geri, bıkmadan balgamının üzerinde!
Sürttü, sürttü, sürtü....
Yer kurudu. Görülmüyordu dayanılmaz kokulu, pis balgamı ama kokusu vardı. Kokusu saklanmayacak kadar pervâsızdı, cesurdu!...
Yürüdü...
Arkasına yine bakmadan. Arkasından geleni de, gelmeyenleri de merak bile etmeden.
Arkadaşı gölgesiydi, birde her sol ayağını kaldırdığında yayılan, hissedilen ezdiği balgamının pis kokusu!...
Gölgesiyle, bıkarak attığı balgamının kokusuyla, yürüdü...
Yürüyordu, yürüyecekti...
Ya yolu bitirecek, ya gidebildiği yere kadar iz yapacaktı. Yolun sonu Turan'dı. Tek kılavuzu Kur'andı. Sehpalardan esas duruş alan, kanlarıyla şafaklar oluşturan leventlerin; sinesine giren kurşunları boğan öldüren yiğitlerin, ölümü öldüren bir ölüşle şehitleşenlerin, yol arkadaşlığıyla yürüdü...
"Ülkü denen nazlı gelin, erde şan ister" di, "Büyük devlet kurmak için büyük kan ister." di. Nazlı gelinin istediği, şanlı erlere ulaşmak; büyük devlete lâzım olan büyük canların kanlarına ulaşabilmek için; "Kutlu Sefer"in süvarisi olarak yürüdü...
"Saksıda çınar yetişmez."di, yorularak duracağı yerin kendisine saksı olmasına izin veremezdi, yürüdü. Yürüyor. Yürüyecek...
"VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: