Pazar, Kasım 09, 2008

NE MUTLU BİZE...

Öğretmen gibi eğiticilerimiz, öğretmenlerimiz sayesinde; "Atatürk ölmedi, yüreğimde yaşıyor." inanç ve muhabbetiyle büyüdük.
Çocukla yetişkin arasındaki en belirgin fark; akıl, kemâle ermek yani aklı kullanabilmektir. Çocuk, kalbinin durmasıyla; yetişkin aklının sona ermesiyle, beyin fonksiyonlarının bitmesiyle ölür. Dolayısıyla çocuğun kalbinde yaşattığını, yetişkin aklında yaşatır.
Bu gün, 10 KASIM...
Muhteşem Türk Atatürk'ün; beden olarak aramızdan ayrılıp, fikirleriyle ölümsüzleşerek aklımıza yerleştiği günün, 70. (yetmişinci) yılı...
Yani; Atatürk ölmedi. Akıllarımızda, beyinlerimizde fikirleriyle yaşıyor. Yaşayacak...
Ölümsüzlüğe terfi edişinin yetmişinci yılında, bir zamanlama alâmet-i farîkası olarak seyre sunulan, seyretmediğim ve inadına seyretmeyeceğim "Mustafa" isimli sunumdan bahsedeceğim. Gıyabında olacak demeyeceğim. Çünkü o kadar şey yazıldı-çizildi, söylendi ki... Anılan gösterimde, kaynak gösterilen Ahmet Emin'in; 10 Ocak 1922'de Atatürk'le yaptığı ve devrin Vakit Gazetesi'nde yayımlanan mülâkatından-söyleşisinden bir iki paragraf aktaracağım sadece... Alıntıları; Varlık Yayınları'nca ilk baskısı Temmuz-1960'ta yapılan, Mustafa Baydar'ın derlemesi ve Falih Rıfkı Atay'ın ön-sözüyle yayımlanan "Atatürk'le Konuşmalar" kitabının 42-43. sayfalarından yapıyorum.
Sahte Atatürkçüler ve "Dolma Kalemler"ce 'Diktatör' diye tanıtılmak istenen, fedâkâr Türk Evlâdı'nın; en güçlü olduğu dönemlerde, tek adam olduğu dönemlerdeki düşüncelerini, göstermesi bakımından, bu sözlerini çok önemsedim.
10 Ocak 1922'de Atatürk, Ahmet Emin'e diyor ki:
"Teşkilât baştan sona kadar halk teşkilâtı olacaktır. Genel idareyi, milletin eline vereceğiz. Bu sosyal heyette hak sahibi olmak, çalışmayla mümkün olacak; Millet, hak sahibi olmak için çalışacaktır.
Düzeltilecek şeyler ekonomi ve eğitimdir. Bu sayede memleket îmar edilecek, millet refâh sahibi olacaktır.
Hiç bir millet ve memlekete karşı tecâvüz fikri beslemeyiz. Fakat varlığımızı ve bağımsızlığımızı koruyabilmek için, bir de milletimizin dediğimiz sahada tam bir güvenle çalışarak müreffeh ve mutlu olmasını sağlamak için her zaman memleket ve milletimizi korumaya gücü yeter, güçlü bir orduya sahip olmak ta en kutsal emelimizdir.
..........
Benim bütün düzenleme ve yapılan işlerde hareket kuralı kabul ettiğim bir şey vardır. O da meydana getirilen teşkilât ve kuruluşların kişiyle değil gerçekle sürekliliğinin mümkün olduğudur.
Binaenaleyh(bundan dolayı) her hangi bir program; filanın programı olarak değil, fakat millet ve memleket ihtiyacına cevap verecek fikirleri ve tedbirleri içermesi şartıyla kıymetli ve geçerli olabilir. Şahsî emeller, istinatgâh (sığınacak yer) bulamaz.
Misak-ı millî dairesinde(milli hudutlarımız içinde), varlığımız sağlandıktan sonra; gürültü çıkarıp fesâtçılık edecek ve tevsii arazi (toprak genişletmesi) fikrinde bulunacak adamlar ortaya çıkamaz. Bence buna imkân yoktur."
Günün sözünü de; ölümsüzleşerek akıllarımıza, millî vicdânımıza yerleşen bu Muhteşem Türk; 1919 Eylül'ünde Sivas'a gelerek kendisiyle görüşen general Harbord'a verdiği cevapla söylesin: "Biz; emperyalistlerin pençesine düşen bir kuş gibi tedrîci (yavaş yavaş), sefil bir ölüme mahkûm olmaktan ise, babalarımızın oğlu sıfatı ile vuruşa vuruşa ölmeği tercih ediyoruz."
Ve bütün dolma kalemlerin inadına, bütün aşağılık kompleksli en-tellek-tüellerimizin inadına, bütün kahpe bölücülerin ve en önemlisi Haçlı'nın inadına; ölümü öldürerek ölümsüzleşen Atatürk, Türk Milletinin vicdanında sonsuza kadar yaşamaya devam edecektir.
"Ne mutlu Türk'üm diyene." Ne mutlu, Atatürk'le ülküdaşlığın keyif ve onurunun farkında olabilen Türk Milletçileri'ne... Ne mutlu bize...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: