Çarşamba, Temmuz 30, 2008

KAYBETMEDEN ARAMAK!...

Çare ararken, başımıza dertleri açanlardan medet umduğumuz için çaresiziz!
Anadolu'da, içinden çıkılmaz bir mesele olduğunda; "İşimiz Allah'a kaldı!" denir. Allah'a havale edilen işlerde insan parmağı olmaz ... Bir doğal afet, hastalık v.s. hallerinde kullanılır bu deyim.
Bir de insanların meydana getirdiği, içinden çıkılmaz haller vardır ki, bu gibi hallerde de; "Senin işin kaldı, tele sahibinin gelmesine!..." denir. Tele, tuzak demek. Yani senin işin, tuzak sahibinin gelmesine kaldı!...
Aylardır düşürüldüğümüz tuzaktan çıkamıyoruz! Tuzak sahibi de karşımızda oturmuş, -bize koydurduğu sigara yasağına inat- gülümseyerek pürosunu tüttürüyor keyifle!
Tuzağa düşen Türk!
Türk'ü tuzağa düşürmek için kullanılan av malzemesi, Kürt!
Türkiyeli tanımıyla netleştirilen kimlik erozyonu; alt-üst kimlik vehimleriyle içinden çıkılmaz hale getirildi. Türkiyeli denilinceye kadar da; onlarca yıl "halk" demişlerdi, "halklar" demişlerdi, "haklara özgürlük", "halkların kardeşliği" demişlerdi... Onlar demişlerdi, biz dinlemiştik...
Milletliğimizi hedef aldılar! Millet olarak kalmayı beceremezsek, devlet kalamayız diye yırtınıp durduk! Hala aynı söylemimizde ısrarcıyız!...
Erzurum halkı demenin mantığı olur. Diyarbakır halkı, Konya halkı demenin mantığı vardır ve doğrudur. Ama kimse, hele hele milliyetçiyim diyen hiç ama hiç kimsenin "Türk Halkı" demek hakkı ve benim bu gaflete rızam yoktur. "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran halklara Türk denir." tarifine kafa tutarcasına, bölücülerin ekmeğine yağ sürmecesine "halk" diyenleri uyarmaya devam edeceğim, devam etmeliyiz.
Milletlerin töreleri ve türeleri olur. Türk milletinin de 10.000 yıllık töresi, yine 10.000 yıllık türesi vardır. Törelerimizin adını gelenek-görenek; türemizin adını da yasa koyduk Anadolu coğrafyamızda. Töremize ve türemize sadık kalamazsak; törelerimize türelerimize sahip çıkamazsak; örfümüzün içini, kavramlarımızın içini boşaltarak boşaltmaya başlarsak veya kavramlarımızın içini boşaltanlara direnmezsek, milletliğimiz tehlikededir... Milletliğimiz tehlikedeyse, devletliğimiz bitmiştir bile!...
Milletliğimizi muhafa edersek ancak; Diyarbakır'daki, Ankara'daki, İstanbul'daki patlatılan bombalar hepimizin aynı derecede canımızı acıtır! Milletliğimizi muhafaza edebilirsek bütün oluruz. Bütün kaldığımız zaman, ne terörün ne de teröristin bize gücünün yetmesi mümkün olmaz!
Milletliğimizi muhafaza edemezsek; türelerimiz yani yasalarımız yaptırım gücü zaafiyetine uğrar! Yasaların yaptırım gücü azaldığında, yasaların verdiği cezaların caydırıcılığı kalmadığında, günümüzün kargaşası çıkar ortaya!
Geçenlerde bir hukukçumuzun ağzından dinleyerek hayretlere düşmüştüm. Mahkemelere intikal eden olayların failleri olarak tutuklananların, %60' ı , birinci veya bir sonraki mahkemede tahliye oluyormuş! Bu oran, Japonya'da %5 miş. Yani japonya'da, göz altına alınan kişiler %95 gibi ezici bir oranla suçlu olur. Mahkemeye gelmeden, getirilmeden ön hazırlık bu kadar ciddi yapılır. Bizde ise; duyumlardan, senaryolardan hareketle yoldan geçen toplanır, sonra da %60' şı tahliye edilir.
Niye yakalandığını, niye yargılandığını bilmeyen, bilemeyen; aylarca hatta bazen yıllarca cezaevinde kalan kişiler, tahliye olduklarında da "Yaşasın adalet!" diye sevinç naraları atar! Eğer Okkır rahmetli gibi, sağlığı üzerinden pazarlık yapılmamış ve ölümüne iki gün kala ailesine teslim edilmemişse!...
Türemizin yani yasalarımızın böylesine komediye dönüşmüş olmasının baş nedeni, Milletliğimizi muhafaza edemeyişimizdendir! Millet; birbirine benzer insanlardan teşekkül eder. Birbirine benzer insanların; ayıp-günah kavramlarıyla oluşturdukları sessiz bir millî-ahlakî yaptırımları olur. Bu; ayıp-günah adlı sessiz yaptırımların üstündeki suçları yargılamak üzere de milletin türeleri-yasaları olur! Bu yasalarla muhatap olanlar içindir; "Şeriatın kestiği parmak acımaz." inancı...
Yoksa birinin hırsızı, diğerinin Köroğlusudur! Yoksa birinin haini, diğerinin kahramanıdır! Yoksa birinin hortumcusu, diğerinin akıllısıdır! Birinin mafyası, diğerinin gladiosudur!
Milletliğimizi muhafaza edemezsek; ayıp-günah kavramlarımıza sahip çıkamazsak; "Kendine hayrı olmayanın, kime hayrı olur!" mantığıyla kurnazlar, itibar görür ve en kurnazlar, taaa başbakanlığa kadar çıkabilirler!...
Ergenekonlar, Manaslar, Köroğlular da bu başkurnazlar sayesinde yaşanır!...
Sonra da; "Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi." mantığıyla kaybettiğimizi bularak sevinir ve oyalanır gideriz gittiği yere kadar!...
Bu sefer, kaybetmeden aramaya başladık mı ne?!...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com

Hiç yorum yok: