Pazar, Temmuz 20, 2008

KİM'E NÂMEM!...

Nefsime bir daha yenik düştü irâdem!
Oysa nefs atımın dizginlerini, ne de güzel topladığımı zannederdim! Nefsime eza verecek olan, olmamı sağlayacak olan zordansa, kolaya yöneldim bir daha ve beni yanıltan yine bir, "dost zannettiğim" oldu!
Tanışıklığın arkadaşlığa, arkadaşlığın yoldaşlığa, yoldaşlığın ülküdaşlığa, ülküdaşlığın dostluğa dönüştüğünü yaşayarak öğrenmiş olmam gerekirken; tanışıklıktan dostluğa terfi ettirdim birini ve yine bir yara vurdum kendi ellerimle sakındığım gururuma!
"Derdini söylemeyen, derman bulamaz!" diye tarif etmiş yüzyıllardır bilenler. "Ağlamayana meme yok!" diye tercüme etmiş avam kendince. "Ağzımla isteyip neremle yiyeyim?!" diye de tepki vermiş milletin gururu!...
İstemekten, yemekten ziyâde anlatmaya, söylemeye görevlendirdiğimiz ağzımızı; bir kere daha yıllar sonra istemekte kullanınca elbette yemeğe yer, istediğimizi öğütmeye uzvumuz kalmadı! İstediğimiz elimizde, suçluluğumuz isteyen dilimizde, kendi ellimizle açtığımız yaramız bir daha gönlümüzde kaldı!
Halimizi söyledik tanıdığımıza! Gönlümüzle yoğurduğumuz halimizi, lisan-ı münasiple -gûya- dilimizle söyledik! Dilimizin ağzımızda olduğunu, ağzımızla istediğimizi neremizle yiyeceğimizi atlayarak, unutarak!...
Zannederim derecelendirildik halimizi beyan ettiğimiz tarafından! Kendince mutlaka haklı! Mutlaka kendince arşını var, kulacı var, karışı var! Mutlaka kendince, kendi çizdiği veya kendi girdiği kulvarında yarışı var! Milli olduğu için kulvarında yabancı, milli olduğu için işbirlikçiler arasında yalnız!
Bu milliliğinden hareketle, kulvarındaki bu tekliğinden hareketle ve tekliğimizin verdiği, benzer zannettiğimiz cesaretle halimizi arz ettik, "Künyeye bak!" yönlendirmesiyle yol arkadaşlarımızı tanımakla tavsiyelendik!... Elinin sakatlığına üzülmüştüm oysa dili sakatmış!...
Ey vah ki ey vah!
Mermimiz kadar ateş edip, mermimiz bittiğinde kılıcımızla, palamızla, bıçağımızla; onlar da köreldiğinde yumruğumuzla yaptığımız savaşlardaki galibiyetlerimizi, galibiyetlerimizin sırrını unutarak cephe arkadaşımızdan mermi istedik!
Ey vah ki ey vah!
Unuttuk bütün tecrübemize rağmen cephedeki her kesin mermi hesabı yapacağını!
Kendinin bile haberi olmadan incindik istediğimizden! İstediğimiz için de, istediğimizi aldığımız için de, aldığımız mermi silahımıza uymadığı için de incindik! Silahımız var, mermimiz var ama cephede isteyerek aldığımız mermi, silahımıza uymadı! Mermili mermisiz, silahlı silahsız kaldık!...
Umarım hasımlarımız bilmiyor halimizi!
Yoksa bir kaşık suda boğmak için yıllardır yaptıkları planlarla, anlık ederler her halde yenilmezliğimizi!
Kime dedim? Niye dedim? Ne dedim? Biliyorum! Bir de haberi olursa ne dediğimi, kime dediğim anlayacak!
Anladığında da en az benim kadar incinecek biliyorum galiba!
Derdimizi "ülüzgâra", nâmemizi saba yeline, selâmımızı dilimize yazdık bir daha!...
Sözümüzü attık ortaya! Merak edenler olacak, merak edip sahiplenenler... Soranlar olacak; "Neden; Niçin? Ne diye?" Cevabımız olacak; "Ağzımla isteyip, neremle yiyeyim?" diye ama; sakındığım ağzıma, sakındığım dilime, çok güvendiğim gönlüme öylesine zor bir iş yaptırdım ki bir daha!...
Sakındığım, kıskandığım gönlümü öylesine yaraladım ki bir daha!
Yaramın pansumanını, vuran yapmazsa onmayacak biliyorum ve yaramı vurana asla söylemeyeceğimi de biliyorum!
Hepimiz aynı yapmaz mıyız? Yoksa sadece ben mi böyle yabancı, sadece ben mi böyle tekim?
Öyle de olsa; "Derdi veren şükür sana, bir de tesellî vermişsin." diye kendi kendimi teselli ederim vesselam...
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: