Perşembe, Temmuz 31, 2008

HAY AKLIMI SEVEYİM...

Aziz Nesin tarif etmişti. Öfkelenmiştim ama bıyık altından da gülmüştüm. Çünkü kendimi, aptal olmayanlar safında sayıyordum ve tarife çok fazla itirazım da yoktu!
Sonra Aziz Nesin'in tarifinin de üzerine çıkan tarifi, yıllarca kendim yaptım. 1982 Anayasası'na ve "Netekim Paşa'ya evet diyenler kadardır bu memleketin aptalları." Dedim. Kendim "hayır." dediğim için yine karşı saftaydım ve rahattım!
Ve reçetem, yanılmaz bir tabibin itiraz götürmez açıklıktaki reçetesiydi: "Türk Milleti zekidir. Çalışkandır." diye tarif ediyordu Muhteşem Türk Atatürk, Türk'ü ve tabi beni...
Son yılın, son beş ayında; düşüncelerimin, fikirlerimin, hayallerimin, düşlerimin kafasına sıkabilmek için silah arıyorum hayallerimde! Gerçek dünya zannettiğim bu rol yapanlarla dolu sahnede, rejisörle kavgaya niyetlendim! Sahneden inmeyi başaramadığım için, kulise girmeme asla izin verilmediği için yüz yüze gelemediğim için dövüşemedim rejisörle! Sadece küfredip dolaştım yıllar yılı ortalarda! Rejisörden, senaristten bir önemli rol kapabilme yalakalığında olan büyük aktörler, koşturarak götürüverdiler küfürlerimi rejisöre ve farkında olmadan üstlendiğim rolümden de azlettiler beni!...
Milletime; gayr-ı millilerin, milliyetçilerin, zilliyetçilerin, dincilerin, Allahçıların; birici veya bir yerci olamadan asla yürüyemeyen kiralık akıllıların "aptal" demesine isyan ederek geçirdim yıllarımı!
Sonra son yılın, son beş ayında bir de fark ettim ki kendime aptal muamelesi yapan kendimmişim!
Kendim, kendime aptal muamelesi yapınca da aptallık pâyesini hak ediyormuşum!Tanıdığım on kişinin en az yedisi; "Sana ne?" diyor yıllardır! Siyâsette kendini bir şey zanneden, senaristin sahnede etkin rol verdiği bazı önemli sayılan aktörler; "Dış politika Devlet politikasıdır. Devletimizin müttefiklerine saldırmak, dış politikamıza zarar verir. ABD'nin olmadığı, desteklemediği hiç bir siyasi oluşum devam edemez!" diye aba altından sopa göstererek tehdit etmiş yıllarca!
Dinlememişim adamları! Kavga etmediğim, barışık olduğum siyâsi parti de yok; artık sözüne güveneceğim aktör de...
"Abdala ayan olurmuş." tarifiyle bazen doğruları da yakalamışım! "Güç Yetmez Güç" adını koyduğum bir siyâsi yönlendirici tesbit etmişim! Bu doğru tesbitimin de adresini şaşırtmışlar benim gibi aptala! Kimi büyük aktör, AB demiş bu güce, kimisi ABD... Burnumuzun dibinde, dindaşlarımıza dünyanın gözü önünde insanlık dışı bütün muameleleri yapan terörist İsrail'e işaret etmeye çalışmışım, yine devreye usta aktörlerimiz tarafından "Dış Politika"mız sokulmuş!...
Ve ben; yıllar yılı, bu kimliksizlere, bu çok başarılı aktörlere, bu korkaklara itibar ede ede, aptallık tarifinin en üst derecesini yakalamışım!
"Güç yetmez Güç"ün Devletim olduğunu, arada bir söylemişim söylemesine de; inandığım, ağabeyleştirdiğim, alkışlayanları haddinden fazla aktörlerin itirazlarını hemen duyup etkilenerek vaz geçer olmuşum bu "Devletim" tarifinden!...
En sağcı geçinen, en solcu geçinen, en liberal, en ümmetçi geçinen siyasi partilerin tamamı; seçim beyannamelerinde "ABD ile en iyi müttefikliği biz yaparız." diye yazmış-çizmişler. Meydan meydan bağırarak söylemişler AB'cilik adındaki Haçlı yandaşlıklarını ama duymamak gibi aptallıkta ısrarcı olmuş, Aziz Nesin'i haklı çıkarmışım!
"...cı'ların, ....ci'lerin, ...cu'ların, ...cü'lerin" işgalindeki sahnede; senaryosunu değiştirmeye gücümüz yetmeyecek oyunun içine, dışardan doğaçlama tavrımızla müdahil olmuşuz ve aptaldan da öte "deli" payesi almışız!
En milliyetçi geçinen akademisyenlerimiz, en milliyetçi geçinen siyasilerimiz, kahraman ünvanlı emekli ve siyasete hazırlanan en milliyetçi asker eskimiz; "Türk halkı" demeğe başlamış ve maalesef ancak ondan sonra, aptallığımı kabullenebilmişim!
Bu kadim millete "halk" diyenlerin tamamını; "Al birini vur ötekine!" mantığı ile tarif ederek hürriyetimi, dolayısıyla da aklımın kuvvayı seyyareliğini ilan ediyorum bu gün... Halkları toplayarak milletleştirebilen tek milletin ferdi olmanın hazzıyla nara atıyorum.
Kimler, kimlerin yanında durarak aptallıkta ısrarcı olursa olsun; ben Devletim'in yanındayım! Bütün aptallarla beraber, aptallarımıza rol veren senaristi de tarihin çöplüğüne gömeceğine inandığım Devletim'in yanındayım. Hadi akıllılar, sizler de doğru safa koşun!...
Aptallıktan istifa eden aklımı seveyim!...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Temmuz 30, 2008

HAYIRLI OLSUN. KOLAY GELE!...

Temel, doktora gider. Canı müthiş acımaktadır. Tepeden tırnağa muayenesi yapılır. Filmleri falan çekilir ama hiç bir rahatsızlığına rastlanmaz. Sonuç; doktoru tarafından söylenir. Temel feryâd eder:
- Doktor nasıl pişeyum yok? Parmağımi yanağıma dokundursam, burnuma dokundursam, kulağıma dokundursam, nereme dokundursam canım yanayi! Nasıl pir şeyum yok? Doktorlar, çaresiz Temel'i bir daha muayeneye tabi tutarlar. Yeniden tahliller, filmler, kan değerleri v.s. Yeniden bir şey olmadığına karar verilecekken, devreye ortopedist doktor girer. Yaptığı kısa bir muayene sonucunda görür ki; Temel'in işaret parmağı kırıktır ve neresine dokunursa dokunsun canı yanmaktadır... Hissemizi alabilmek umuduyla bir daha lazım oldu fıkra!
Siyâseten Türk Milleti'nin işâret parmağı kırık! İşâret parmağının adı belli! İşâret parmağını neresine dokundurursa dokundursun milletin canı yanıyor ama, hedefi de o işâret parmağı ile göstermeye mecbur! Recep Tayyip Erdoğan!...
Gayr-ı millî olduğunu, milliciliğin anlamının ümmeçilik olduğunu, Türk olmadığını ve Türk Milliyetçiliği yapmadığını, yapmayacağını kendisi defaetle söylemiş ve söyler. Bu siyâsal yapısıyla, araç olarak kullandığı demokrasi sayesinde; Türk Milliyetçiliği esası üzerine kurulmuş bir devletin başbakanlığını yapar! Milliyetçilik, bağımsızlık esası üzerine kurulmuş bir Üniter Devlet'in başbakanı olarak; kendi siyasal duruşuna uygun işler yapar! Bu yaptıklarıyla devletin esasları uyuşmaz! Dolayısıyla devletin aslî kurumları ile siyasetin kavgasında, arada kalan millete olur ne olursa! Asıl mühimi ve tehlikelisi, devletin sistemi laşkalaşmaya; yönetimdeki partizanlığın hakimiyeti yüzünden toplumsal mutabakat tehlikeye düşer!
30 yıl önceden; İmam Hatip Liseleri, arka bahçe olarak ilan edildiğinde, rektörlerin türbana esas duruş göstereceği ilan edildiğinde, hakimiyetin kanlı mı kansız mı olacağının bilinmediği söylendiğinde, bu günlerin hazırlığı yapılmıştı!
Yerden göğe küp dizilip birbirine bent edildiğinde; bu günlere hazırlanılmıştı! Gûya muhalefetin, hem de "Okyanus ötesine kaçsa bile getirip yargılayacağını" söyleyen muhalefetin desteği ile Köşk'e kadar ulaşan zihniyetin önünde, en fazla beş yılı daha var!
Altı kişinin kapatılsın dediği Anayasa mahkemesi üyelerinin görev süresi dolanlarının yerine, önümüzdeki altı yıl içinde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül atama yapacak. Abdullah Gül'ün; "beraber yürüdük biz bu yollarda." şarkısıyla, yıllarca 'Yol Arkadaşı' olduğunu, bilmeyenimiz yok. Devletin zirvesi ile, icranın başının; "Yol Arkadaşı" mantığıyla, protokole hiç uymayan bir şekilde, bir başka yol arkadaşının evinde yaptıkları beş saatlik görüşmeden, artık ziyâdesiyle rahatsızım, endişeliyim!
Anayasa mahkemesi, ceza verdi doğrudur! Anadolu'da; "Fakiri döveceğine üstünü yırt!" diye söz vardır da, bahse konu AKP asla fakir değil! Hazine yardımının yarısı değil, tamamı kesilse ne yazar? Yedi yılda kendisini dünyanın en zengin sekiz lideri arasına sokmayı başaran, 'Yol Arkadaşları'nın rehberi, yol arkadaşlarına neler neler sağlamıştır! Olası ve artık kuvvetle muhtemel bir erken seçimde, AKP'nin hazine yardımına ihtiyacı yoktur.
Cumhuriyet ve laiklik kazanımlarını savunacağım derken, milletin dinine dil uzatarak, bilerek bilmeyerek milleti AKP'ye iteleyen ana muhalefeti; en milliyetçi tarifine rağmen milliyetçilik yapmayan muhalefeti de düşününce, Allah Türk Milliyetçilerine güçç versin diye duaya başladım bile!...
Millete, millet gibi küfrederek oy almayı başaran mazlum kabadayının artık önünde engel falan yok! İş birlikçilerin borazanlığını yapan, sermayesinin nere kaynaklı olduğu tesbit edilmeyen gazete adındaki paçavranın; "1923'te kuruldu, 2008'de temizleniyor." diye manşetten ilan ettiği uygulama, nasıl devam edecek göreceğiz!
Bu günler, serin günler!
Milletliğimizin hedefe koyulduğu, önümüzdeki beş bilemedin on yıllık sürece; Türk Milliyetçilerinin dayanıp dayanamayacağını, Muhteşem Türk Atatürk'ün vârislerinin direnip direnemeyeceğini yaşayarak göreceğiz!
Hadi Milletim! Bir daha; "Ananı da al git!" diye senin gibi küfrederek; "Şunları seçin!" talimatıyla seçim yapıyormuş rolünü oynamak üzere, baskın seçime! İşin çok zor! Vallahi kolay gele!...
Kendi düşen ağlamaz!
Neyine senin kıymetini bilmediğin demokrasi?!
"TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH"
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

KAYBETMEDEN ARAMAK!...

Çare ararken, başımıza dertleri açanlardan medet umduğumuz için çaresiziz!
Anadolu'da, içinden çıkılmaz bir mesele olduğunda; "İşimiz Allah'a kaldı!" denir. Allah'a havale edilen işlerde insan parmağı olmaz ... Bir doğal afet, hastalık v.s. hallerinde kullanılır bu deyim.
Bir de insanların meydana getirdiği, içinden çıkılmaz haller vardır ki, bu gibi hallerde de; "Senin işin kaldı, tele sahibinin gelmesine!..." denir. Tele, tuzak demek. Yani senin işin, tuzak sahibinin gelmesine kaldı!...
Aylardır düşürüldüğümüz tuzaktan çıkamıyoruz! Tuzak sahibi de karşımızda oturmuş, -bize koydurduğu sigara yasağına inat- gülümseyerek pürosunu tüttürüyor keyifle!
Tuzağa düşen Türk!
Türk'ü tuzağa düşürmek için kullanılan av malzemesi, Kürt!
Türkiyeli tanımıyla netleştirilen kimlik erozyonu; alt-üst kimlik vehimleriyle içinden çıkılmaz hale getirildi. Türkiyeli denilinceye kadar da; onlarca yıl "halk" demişlerdi, "halklar" demişlerdi, "haklara özgürlük", "halkların kardeşliği" demişlerdi... Onlar demişlerdi, biz dinlemiştik...
Milletliğimizi hedef aldılar! Millet olarak kalmayı beceremezsek, devlet kalamayız diye yırtınıp durduk! Hala aynı söylemimizde ısrarcıyız!...
Erzurum halkı demenin mantığı olur. Diyarbakır halkı, Konya halkı demenin mantığı vardır ve doğrudur. Ama kimse, hele hele milliyetçiyim diyen hiç ama hiç kimsenin "Türk Halkı" demek hakkı ve benim bu gaflete rızam yoktur. "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran halklara Türk denir." tarifine kafa tutarcasına, bölücülerin ekmeğine yağ sürmecesine "halk" diyenleri uyarmaya devam edeceğim, devam etmeliyiz.
Milletlerin töreleri ve türeleri olur. Türk milletinin de 10.000 yıllık töresi, yine 10.000 yıllık türesi vardır. Törelerimizin adını gelenek-görenek; türemizin adını da yasa koyduk Anadolu coğrafyamızda. Töremize ve türemize sadık kalamazsak; törelerimize türelerimize sahip çıkamazsak; örfümüzün içini, kavramlarımızın içini boşaltarak boşaltmaya başlarsak veya kavramlarımızın içini boşaltanlara direnmezsek, milletliğimiz tehlikededir... Milletliğimiz tehlikedeyse, devletliğimiz bitmiştir bile!...
Milletliğimizi muhafa edersek ancak; Diyarbakır'daki, Ankara'daki, İstanbul'daki patlatılan bombalar hepimizin aynı derecede canımızı acıtır! Milletliğimizi muhafaza edebilirsek bütün oluruz. Bütün kaldığımız zaman, ne terörün ne de teröristin bize gücünün yetmesi mümkün olmaz!
Milletliğimizi muhafaza edemezsek; türelerimiz yani yasalarımız yaptırım gücü zaafiyetine uğrar! Yasaların yaptırım gücü azaldığında, yasaların verdiği cezaların caydırıcılığı kalmadığında, günümüzün kargaşası çıkar ortaya!
Geçenlerde bir hukukçumuzun ağzından dinleyerek hayretlere düşmüştüm. Mahkemelere intikal eden olayların failleri olarak tutuklananların, %60' ı , birinci veya bir sonraki mahkemede tahliye oluyormuş! Bu oran, Japonya'da %5 miş. Yani japonya'da, göz altına alınan kişiler %95 gibi ezici bir oranla suçlu olur. Mahkemeye gelmeden, getirilmeden ön hazırlık bu kadar ciddi yapılır. Bizde ise; duyumlardan, senaryolardan hareketle yoldan geçen toplanır, sonra da %60' şı tahliye edilir.
Niye yakalandığını, niye yargılandığını bilmeyen, bilemeyen; aylarca hatta bazen yıllarca cezaevinde kalan kişiler, tahliye olduklarında da "Yaşasın adalet!" diye sevinç naraları atar! Eğer Okkır rahmetli gibi, sağlığı üzerinden pazarlık yapılmamış ve ölümüne iki gün kala ailesine teslim edilmemişse!...
Türemizin yani yasalarımızın böylesine komediye dönüşmüş olmasının baş nedeni, Milletliğimizi muhafaza edemeyişimizdendir! Millet; birbirine benzer insanlardan teşekkül eder. Birbirine benzer insanların; ayıp-günah kavramlarıyla oluşturdukları sessiz bir millî-ahlakî yaptırımları olur. Bu; ayıp-günah adlı sessiz yaptırımların üstündeki suçları yargılamak üzere de milletin türeleri-yasaları olur! Bu yasalarla muhatap olanlar içindir; "Şeriatın kestiği parmak acımaz." inancı...
Yoksa birinin hırsızı, diğerinin Köroğlusudur! Yoksa birinin haini, diğerinin kahramanıdır! Yoksa birinin hortumcusu, diğerinin akıllısıdır! Birinin mafyası, diğerinin gladiosudur!
Milletliğimizi muhafaza edemezsek; ayıp-günah kavramlarımıza sahip çıkamazsak; "Kendine hayrı olmayanın, kime hayrı olur!" mantığıyla kurnazlar, itibar görür ve en kurnazlar, taaa başbakanlığa kadar çıkabilirler!...
Ergenekonlar, Manaslar, Köroğlular da bu başkurnazlar sayesinde yaşanır!...
Sonra da; "Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi." mantığıyla kaybettiğimizi bularak sevinir ve oyalanır gideriz gittiği yere kadar!...
Bu sefer, kaybetmeden aramaya başladık mı ne?!...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com

Salı, Temmuz 29, 2008

KİM SUSSUN?!...

Her yerle, her kesle kavga ederek, tek başımıza kaldık galiba!
Bu tekliğimizle de övünmek istiyorum izninizle!
"Dünyayı Türkçe Okuyun" diye reklâmımız var. Dünyaya Türkçe bakıp, olayları Türkçe yorumlayıp, elimizden geldiğince de Türkçe anlatmaya gayret ediyoruz ki, "Dünyayı Türkçe Okuyun" diye tavsiyede bulunmak gibi bir hakkı kazanalım.
Bu seslenişimizden sonra; "Dünyaya Türkçe Öğretmek"le övünen veya dünyaya Türkçe öğrettiği savunularak propogandası yapılan, ABD'de mukîm ve ne hikmetse Türkiye'deki taraftarlarının Türkçesini bozanlara, Türkçeden anlamayanlara seslenmek istiyorum!...
Bizim dilimiz, hem de ana dilimiz Türkçe. Tahsil hayatımızda; "İnsanlar ana dilleriyle düşünür." diye öğrendiğimizden hareketle, anadilimizle yani Türkçe düşünürüz. Düşüncemiz Türkçe olunca anlattığımız da Türkçe olur.
Kıymetli zamanlarını ayırıp bizleri önemseyerek okuyan, her kese elbette şükran borçluyuz. Hele okuduktan sonra tenkîd zahmetini gösterenlere defaetle müteşekkirim. Onlar olmasa hatalarımızda ısrarla -Allah korusun- suçlu konumuna düşebiliriz! Bu suçlu tarifini de açmak gerek. Bahsettiğim suçluluk; kendilerini hakim güç zannedenlere karşı düşeceğim durum asla değil! Hukuka sonsuz güveni olan birisi olarak hukuka karşı düşeceğim durum da değil! Kamu vicdanına karşı yani; Türkçe düşünen, Türkçe konuşan, olaylara Türkçe tepki veren milletime karşı düşeceğim durumdur.
Aslında bu gün; Doğu "Derinçek"ten, Yalçın Küçük'ten, Ahmet Altan'dan, Yasemin Congar'dan v.s. bahsedecektim! Kandil dağı'nda Apo çukuru ile sarmaş-dolaş resimlerini yıllarca izlediğimiz, PKK'nın dişlerinden kan damlayan sapkınlarının ellerine bir gitar vererek resimleyen ve onları gerilla hüviyetine sokmak için yıllardır gayret eden demokrat maskeli hainlerden bahsedecektim!
Hangi taşı kaldırırsanız onun altından çıkan; Muhteşem Türk Atatürk'ün devrimlerinin kazanımları olan Türkiye Cumhuriyeti'ni bölmek, parçalamak için olmadık mel'anetlerde bulunup sonra da, geçmişi unutturacağını zannederek "Ulusalcı" kimlikle çıkıp; ne dediğini, ne yapmak istediğini bir türlü anlayamadığım, -sadece onunla Avrupa'da göründüğü için çok sert münakaşa ettiğim Rahmetli Dostumu da hatırlayınca öfkeden kudurduğum- "Derinçek"ten bahsedecektim!
Bırakmadılar!...
Bırakmıyorlar! Canımızı acıtıyorlar! Kanımızı akıtıyorlar! Gündemimizi istedikleri zaman kanımız pahasına değiştiriyorlar! Bunlara müdahil olması gereken tek makamın Başbakanlık, bu olaylara müdahele etmesi gereken tek kişinin Başbakan olması hasebiyle; Başbakan'a ve hükümete sesleniyoruz!
Bu sefer de; bizleri okumak zahmetine katlanan bir hükümet yanlısı okurumuz; "Sizler daha iyi biliyorsunuz ülke nezaman iyi günlere kavuşmaya başlıyor terör azıyor. Ülkenin gelişmesini iste/me/yen düşmanlar var. Ne yazıkki bu devlet düşmanlarının istediği kaos ve güvensizlik ortamı oluşturup ülkenin önünü kesmektir. Sizlerden ülkeyi birleştirici yazılar beklerken terör odaklarının amacı doğrultusunda yazılar görmek üzüyor. Şikayet değil çözüm üretin ve buradan sunun yoksa susun." diye sertçe uyarıyor!...
Kabul susayım kardeşim!
"Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır." öğretisini unutarak sizin gibi ben de susayım! Teröriste karşı silahlansam, hemen herkesten önce siz beni terörist diye isimlendireceksiniz! Teröriste karşı Ordum'dan yardım istesem; hemen gene her kesten önce siz beni cuntacılıkla, ergenekonculukla, darbecilikle suçlayacaksınız! Cumhuriyet Savcılarımıza şikâyette bulunsam; yine her kesten önce siz beni ihbarcılıkla suçlayacaksınız!
Bu gün; iki yüze yakın insanımızın yaralandığı, 20'ye yakın insanımızın gezdiği yerde Hakk'ka yürüdüğü olay, dünyanın neresinde olsa hükümet istifa ederdi diye düşünüyorum! Sadece Irak'a demokrasi getirdiğini söyleyen utanmaz Haçlı, İkiz Kuleleri bombalandığında istifa etmeyerek bir yerlere saldırır! Bir de;-benzetmem Vallahi tevafuken oldu- biz de ABD'ci hükümet, vatandaşını koruyamadığı teröriste karşı milliyetperver, vatanperver, cumhuriyetperver ve orduperver millete saldırır!
Şimdi kimin susması gerektiğini bir daha düşünelim mi?
Şahsen susarsam namertim. Susması gerekirken susmayanlar da.....
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Temmuz 28, 2008

GÜLEYİM İSTİKRARINIZA!...

Hükümet, böyle olunur işte!
Asayiş böyle sağlanır, vatandaşın can ve mal güvenliği böyle sağlanır ve huzur böyle temin edilir!
İstikrar böyle korunur işte! Bu hükümete, bu hükümetin uyguladığı huzur sağlayıcı davranış ve uygulamalara söz söyleyen de böyle çarpılır işte!...
Allah müstehakınızı versin!
Her gün üçer-beşer Mehmetçiğimizi toprağa veriyoruz! Alıştık!
Vatanın bölünmezliğinin, devletin bekâsının bedeli candır; Mehmetçiğimiz yüzlerce-binlerce yıl olduğu gibi devletin yaşatılmasına, vatanın vatan kalmasına bedel olarak can verirken "Vatan sağ olsun." diyeceğiz yüksünmeden!Alışkınız!
Sınırlarımızı ve sınırlarımızdan içimize sızarak huzurumuzu bozmaya çalışacak terörist alçakları itlaf etmekle meşgul olan Ordumuza dualarımızla ve her türlü lojistik katkımızla destek olmaya devam edeceğiz elbette! Asker milletiz çünkü...
Şimdiii; bu istikrar sağladığını, Atatürk'ün kazanımlarını ve emeklerini inkâr edenleri, AB-D istiyor diye demokrat saydığını, demokrasi ve cumhuriyeti korumak için görevdeyken verdiği mücadelelerinden dolayı güvenlik güçleri ve ordu mensuplarımızı çete üyesi sayarak "temiz eller" operasyonunu başlattığını vehmedenlere, seslenmezsem ölmem mi?...
Görevdeki veya emekli olmuş görevli devlet memurlarının özel hayatlarını takibe aldırıp dinlettirdiğiniz ekip ve ekipmanlar nerdeeee?
PKK'nın başıyla mutat görüşmelerini yaptıklarını söyleyebilecek kadar ukalalaşan avukatlık mesleğinin yüz karalarını neden takip ettirmezsiniz? Onların konuştuklarını, birbirlerine söylediklerini neden kaydettirmezsiniz?
Adamlar, Ankara'da göbeğinize basa basa; "Partimizi kapatabilirsiniz ama Kürtleri asla susturamazsınız! Partimizi kapatırsanız bizi başka yollar aramaya mecbur edersiniz." diye tehditler savurduğunda neredeydiniz? Agarta'nın açtırdığı yer altı tünellerinde Orta Asya'da Türklere yol gösteren Bozkurt'un izini mi sürüyordunuz?
600 yıllık gizli örgütleri bulup çıkaracak kadar ehil araştırmacılarınız, istihbarat mensuplarınız, bu PKK'lıların izini bulamadı mı?
Yoksa bütün izlerin de, bu gizli örgütün tünellerinin de Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne çıktığını mı fark ettiler? Fark ettiler de dokunulmazlığa mı tosladılar?
İstanbul'un göbeğinde, 14 vatandaşımızı katledip yüzlerce vatandaşımızı bombayla parçalıyorlar! İçişleri Bakanı, Emniyet genel Müdürlüğü'nün terörle ilgili birimleri, istihbaratçılar neredesiniz? Hâlâ Agarta'nın derin ve karanlık, 600 yıllık tünellerinden gün yüzüne çıkamadınız mı?
Allah müstehakınızı versin!
Yusuf Has hacib'in Kutatdgu Bilig'inden defalarca hatırlatmıştık. AB'nin dikte ettirdikleriyle, bu memlekete huzur getiremezsiniz. Kutatgu Bilig'de vatandaşa söylettirilen üç maddelik Hakan isteğine, üç maddelik cevabı bir daha hatırlatmak durumundayım.
Hakan; "Yasalarıma uyun.", "Vergilerinizi ödeyin.", "Dostumu dost, düşmanımı düşman belleyin." diye isteklerini duyurur. Vatandaş ta ilk divanda; "Yasalarına uyarız ama adil olursa.", "Vergilerimizi öderiz ama gümüşün ayarını düşürmezsen.", "Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan." diye cevap verir.
Sıkıntı üç madde ve reçete de üç kalem!
Allah müstehakınızı versin!
Bu şartlarda; bize ne sizin yasalarınızdan, bize ne sizin vergilerinizden ve bize ne sizin dostunuzdan veya düşmanlarınızdan? Can ve mal güvenliğimizi kendimiz sağlamaya çalışıyor ve yüze yüzer can veriyoruz!
Huzurunuz da sizin olsun istikrarınız da ve hiç bir şeye yaramayan partileriniz de!...
Umurumuzda değilsiniz!
Can çekişiyor ve şehrin göbeğinde can veriyoruz! Kör müsünüz? Sağır mısınız? Duygularınız bu kadar mı yok oldu?
Yine yastasın Milletim!
Başımız sağ olsun!
Allah, bu badireleri atlayana ve yetkililerimiz atlatana kadar direncimizi, metânetimizi korusun...
İstikrar ve huzur getirmişlermiş te "Ergenekon Çetesi" bozmuşmuş!...
Güleyim istikrarınıza, millet iki gözü iki çeşme ağlarken!...
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Temmuz 26, 2008

GÜÇ YETMEZ GÜÇ...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Ergenekon operasyonu hakkında sorulara; "Hukuki süreci düşünün. Operasyon deyince benim aklıma Kuzey Irak operasyonu geliyor." yanıtını vererek;
"Halka çağrınızın amacı neydi?" sorusuna;
"Yasal olmayan hiçbir beklentimiz olamaz. Demokratik olmayan hiçbir tepki doğru olmaz. TSK’nın en büyük gücü nedir? TSK’nın en büyük gücü millettir. Millet bize çok büyük güven duyuyor. TSK olarak bizim de ona layık olup, hata yapmamamız lazım. Eh ben bir rahatsızlık duyuyorsam, o güç kaynağım olan millete söylüyorum. Bu eline silah alsın dışarı çıksın anlamına mı geliyor? Bakın, demokratik ve yasal tepki demek bütün Batı toplumlarında olan şeyleri içeriyor. Şiddet içermeyen, yasaların dışına çıkmayan tepkiler olabilir. Mesela milletimiz duygularıyla da ifade ederek destek verebilir." diyor ; "Sizi destekliyoruz’ diyorlar. 'Silahlı kuvvetlere yıpratma kampanyalarını kınıyoruz.' diyorlar. Yasal yollar olmak kaydıyla karanlık yollara sapmadan bizim beklentimiz de budur." diye devam ediyor. "Sivil toplumu da kastediyor musunuz?" sorusuna ise müthiş bir Türkçe ile cevap veriyor; "Yok ben millet diyorum. Milleti kastediyorum."
Bu çok açık ve Türkçe cevapla aklım yeniden başıma geliyor.
Yıllar öncesinden, ben fakîri de aralarına alarak yeni bir siyâsi oluşum meydana getirmek isteyen duyarlı dostlarımı nazikçe reddettikten sonra; "Bu memlekette, adını bilmediğimdem 'Güç Yetmez Güç' diye adlandırdığım bir güç var. Tamamen millî bir siyâsete soyunanın bu güce karşı direnmeğe hazır olması gerek! Bu direnmenin de iki şıklı sonu var; ya başarı, ya da ölüm!" diye düşündüklerimi seslice dillendirmiş, yazmıştım.
Adına kim ne derse desin; son operasyonları iddianameyi okuduktan sonra defalarca yorumlayacağız biliyorum.
Okumaya başladığım iddianameden anladığım kadarıyla, gününden önce ve becerebilirsem herkesten önce düşüncemi arz edeyim: Sözlü olarak 10.000 yıl, yazılı olarak 3,500-4.000 yıllık tarihe sahip olan bir milletin devleti, kendini koruyacak refleksini mutlaka göstermeliydi ve göstermiştir!
Bu olanlar; çok ağır ve sıfır hata ile işlediği için varlığını bile unutturmayı başaran Türk Devleti'nin, kendini koruma refleksi ve içinde gelişip kontrolden çıkan birim ve şahısları tasfiye hareketidir! Başka senaryoya artık inanmam.
Komplo teorisyenleri, hayal edebildikleri kadar korkarak veya Haçlı amcalarından aldıkları cesâretle; "Ergenekon iddianamesi, derin cumhuriyeti ilk kez yargı önüne çıkardı." diye ve; "1923'te kuruldu, 2008'de arınıyor." şeklinde sürmanşet haber yapacak kadar hadlerini aşsalar da, olan budur!
Binlerce yıllık teamülleriyle, kangren olan uzvunu kesip atabilecek kadar kararlı olan Türk Devleti; bu kendini bilmez hainlerin de kulaklarına yapışır veya onların ağa-babalarına gereken cevabı, gereken mahfillerde veya ortamlarda verir diye inancım var!
Güvenim yerine geldi, "Güç Yetmez Güç."!...
Sana olan inancımı hiç kaybetmemiştim Devletim!
Devletimizi korumak için harekete geçen Devlet Kurumlarım; bir ihbar da ben yapayım: Kimin ve kimlerin parasıyla çıktığı, çıkartıldığı belli olmayan bu gazete adındaki paçavrayı ve orada milletimize ve devletimize hakaret edenleri, Muhteşem Türk Atatürkümüz'ü de saçma sapan tariflere sokan kiralık dolma kalemleri de atlamayın lütfen!...
Genel Kurmay Başkanımız'ın söyledikleri ile, bu uzaktan kumandalı dolma kalemlerin söyledikleri aynı güne denk gelince aklıma; ya "Eceli gelen it cami duvarına siğermiş!" ata sözümüz geliyor, ya da "Güç Yetmez Güç diye adlandırdığım güç, Devletim değil başka bir güçmüş!" endişesi...
Devletim; lütfen bu hainleri keyfimize dokundurtma!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

HIRLAMANIN NE GEREĞİ VAR?!...

Sevilen ve korkulan insanların, dedikoduları çok yapılır.
İkisine de güç yetmez çünkü. Birinden korkulduğu için güç yetmez; diğerini, incitmekten korkulduğu için!...
İkisi de korku aslında ama ne kadar farklı olduklarının farkında mıyız?
İki kişiden de korkulur; birine güç yetmediği için, diğerini incitmekten korktuğumuz için... Ne kadar farklı, ne kadar birbirine yakın ve ne kadar birbirinden uzak duygular... İnsan olarak, insanlık olarak bu birbirine çok yakın ve birbirinden tamamen farklı duygular arasında bocalayıp dururuz.
Taaaa ki en korktuğumuz ve ne kadar kaçarsak kaçalım sonunda ve zamanı geldiğinde yakalanacağımız ve tadacağımız ölüm gerçeğine kadar...
Ölüm var! Ölüm gerçek... Ölüm kaçınılmaz ve kaçarsak ta, kovalarsak ta yakalanacağız ölüme ve Kur'an'ın muhteşem tarifiyle "tadacağız" ölümü... Ölüm gerçeğini, "ölümü tatmak" diye tarifleyen Allah(c.c.) hükmünü düşünelim istedim...
Tad, lezzet, tadına bakmak, tadmak... Bu kavramların içinde korku yok! Korkmak ve korkutmak yok! Ama korkulur ölümden ve öylesine korkulur ki, hatırlamamak adına dedikodusu bile yapılmaz!...
Oysa Hz.Peygamberimiz(s.a.v)'in; "Günde 17 kez ölümü hatırlayanın kabir azabı hafifler." dediğini hatırlarım. Elbette hatırlayanın, hatırlatması da gerekir diye düşünürüm.
Mesela; ataların, "Ölmek, ölmek!... Hırlamaya ne gerek var?" şeklindeki -muhteşem ve kafa tutar gibi görünse de- teslîmiyetini hatırlarım... Yine bir ölüm şekli olan şehâdetin tarifinde; "Onlara ölü demeyiniz. Onlar diridirler..." mealindeki Ayet-i Celile'yi hatırlarım...
Demek ki; ölmek var, ölmek var!...
Birinde ölümü tadarak, lezzetine vararak şehid olmak, diğerinde korkulmasına rağmen yine tadarak yine acı lezzetini hissederek ölmek!... Tatlardan birbirinin zıddı olan iki tat var; acı-tatlı... Ölümün acı ve tatlı tadını tadmak; illaki İlahi buyruğa göre olacaksa da, bu tadlar arasındaki tercihi kendimiz yapabilir miyiz diye düşünürüm...
Peybamberimiz(s.a.v)'in; "Aguşunu açarak" beklediği bir ölümü yani ölümün tatlı tadını tadmak veya, korkudan ödümüz patlayarak ölümün acı tadını tadmak elimizde midir diye çok düşünürüm...Ve her ölümü hatırladığımda varlıklarıyla müftehir olduğum Şehit arkadaşlarımı hatırlar, bir Fatiha gönderir ve Rabb'im'den beni de onlara yoldaş etmesini niyaz ederim...
Aldığım her nefeste, verdiğim her nefeste hızla yaklaştığım mukadder akıbetimden dolayı -tanımakla müftehir olduğum- şühedamı kıskanırım...
"Yatağında ölmeyi hatırından sök çıkar
Döşeğin kara toprak yorganındır belki kar
Sen gurbette kalırsan ben ölürsem ne çıkar
Ruhlarımız buluşur elbet Tanrı Dağı'nda.." diye ölüm tarifini güzelleştiren, muhteşemleştiren, ölüme bir vuslat havası veren Atsız Hoca'yı da kıskanırım...
"Dönülmez akşamın ufkundayım vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç.." diye feryad eden Yahya Kemal'in, duygularını anlamaya çalışırım...
İki ölüm tarifi, iki farklı yaklaşım ölüme... Birinde ölüm, vuslat; diğerinde kaçılması mümkün olmayan bir son!...
Cehennem Sıcaklarını andıran, mevsim normallerinin üstündeki sıcaklardan korunmak için kendimi hapsettiğim evimde, kendimle başbaşa kalmışlığımın verdiği bir hâlet-i rûhiye... Bir de istemesek te çok ısınan, ısıtılan yakıcı, sûni gündemler var olunca....
"Mukadder Son" gerçeğini hep hatırlarım. Hiç unutmamaya çalışırım... Ama Haçlı'nın gözlerimizin önünde, toplu katliamlarla gerçekleştirdiği zulüm adındaki ölümlere çıkarmayışımızı da hazmedemem!... "Haçlı" adı koyulan kendi ordularının, Irak'ta yaptıklarına kafa tutan ABD vatandaşlarının protesto toplantılarını, görmezden geliriz, isyan ederim!...
Hristiyan Dünyası'nın hemen hemen her yerinde, İsrail adındaki, kendine devlet süsü veren en organize terör örgütünün yaptıklarını tel'in eden sivil başkaldırıları, görmezden gelmemize isyan ederim!...
AKP adındaki, bir yazar tarafından "Arap Kürt Partisi" şeklinde açılımı yapılan "deprem çadırı" sakinlerinden oluşmuş Hükumetimiz'in, hemen kapımızın önünde, daha dün bahçemiz olan coğrafyada ki soykırıma bigâne duruşunu anlamakta zorluk çekerim...
"Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ancak her kimin cezası, kardeşi tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır." Bakara-178- Ayeti'ni hatırlarım.
Allah adıyla siyaset yapanların, din ve dindarlık adıyla siyaset yapanların, bu gözler önünde pervasızca yapılan zulme, Allah(c.c.)'ın buyruklarına rağmen seyirci kalışlarını, anlamakta sıkıntı çekerim... Nihai yani son karar, elbette Allah(c.c.)'ın ama ölümün tadını tatlılaştıracak bir şeyler yapmamız lazım gelmez mi?!...
Allah(c.c.)'ın farz kıldığı kısası uygulamak içinde mi "Haçlı" birliği olan, AB veya ABD'den izin almayı bekleriz?
Ola ki, laiklik maskesine sığınmak gibi bir yeni takîyye ile, Ayetlerden uzak duruyoruz!...
Milletimizin, atalarımız ağzıyla söylediği sözü bir daha hatırlatalım; "Ölmek, ölmek! Hırlamanın ne gereği var?..."
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Temmuz 25, 2008

ATLA İTİN İZİ...

Kapı bekçiliğinin, sahibine sadakatin; aynı zamanda karın tokluğuna hürriyetten vaz geçişin, karın tokluğuna ırkına ihânetin timsali olarak tarif edilen, anlatılan ve çok sıkça örnek olarak kullanılan, iki yüzlülüğün de tarifi olan "it"e takıldı aklım!...
Hiç düşünmeden aklıma peş peşe gelen; hemen her kesin, her gün, bir kaç kere kullandığını zannettiğim "it"li sözleri sıralayacağım! Aklıma gelen son "it"li sözle de duracağım!
"İt, itin ayağına basmaz."
"İti an, çomağı hazırla."
"İt, itle boğuşur, yolcunun işi rast gider."
"İt, iti biner, döner kıçını yalar."
"İte vurma sinsidir, bu it te o itin cinsidir."
"İtin sahibi, karnını doyurandır."
"Taşlamayla sürüye giden it, koyunu kurda verir."
"İt, korktuğu yere ürür."
"Yürümesini bilmeyen it, ürümesine kurt çağırır."
"İtin ahmağı, kayganadan pay umar."
"Kapıya it alırken doğan kancığı araştır."
"İte bulaşmaktansa, çalıyı dolaşmak iyidir."
"İtten korkan kurt avına gidemez."
"At izi, it izine karıştı."
Bir çırpıda aklıma gelen bunlar! Düşünerek yazarsam veya siz dostlardan ufacık bir yardım istesem, zannedersem yüzlerce, "it"le ilgili söz buluruz, daha doğrusu biliriz. Metropolde yaşayanımız da, apartmanda yaşayanımız da, bahçeli evde yaşayanımız da, kırsalda ve köyde yaşayanımız da iti bilir, iti tanırız!
İti sevmeyenimiz olmadığı gibi itten korkmayanımız da yok!
Son yıllarda, aylarda ve çok sıklıkla son günlerde; "At izi, it izine karıştı." diye bir söz var dillerde, cümlelerde... Zannederin bu yüzden de o sözde karar kıldık!...
Bildiğim veya yorumlayabildiğim kadarıyla at izi ile it izi; ancak sürek avlarında bir arada olur ve karışabilir! Demek ki; onlarca yıl süren bir sürek avı sonrasındaymışız!...
İtten geçilmez sokaklarımızda! Sokaklarımızda açlıktan, soğuktan ölüme terk edilen insanlarımız varken; onları bağımlılıkla, tinercilikle, toplum dışılıkla suçlayan en-tellek-tüellerimizin ısrarlı istekleriyle, sokak köpeklerine barınma evleri yaptırarak asrîleşiriz!
Yani itlik, mükemmel bir ayrıcalık oldu günümüzde hem de en-tellek-tüellerimizin avrupaîlikleri sayesinde!...
İtin hukukî hakkı var, sokak köpeklerinin barınak hakkı var, korktuğun ite taş atmak hakkın yok! Hukuk devletiyiz ya!...
Taşlar bağlı, itler başı boş, sokaklarda! Her yere olduğu gibi sokaklarımıza da hukukumuz hakim ya!
Onar yıllık periyotlarla ve onlarca yıldır hiç şaşmadan, aksamadan teamülleştirilen bir gelenekle; on yıl öncenin hâinini kahraman, on yıl öncenin kahramanını hâin ederiz! Sonra da; "At iziyle it izi birbirine karıştı!" diye itiraz eder, feryâd ederiz!
Biliyorum ki ve Allah ömür verirse göreceğim ki; bu günün hâinlerini de, on yıl sonra kahramanlaştıracağız! Hele bir kaç tanesini AB ve ABD istedi diye bi asabilsek! Seyreyle şimdiden on yıl sonrasını!
İâde-î İtibar mı, anıt mezarlar mı, demokrasi kahramanlıkları mı, şehit mi, mücahîd mi?...
Onlarca yıldır iti itle boğuşturan, atı torbalı dövüştüren at ve it bakıcılarını tanıyamamışız, ona yanarım!
İt itle boğuşurken yolcunun işi rast gelmiş gelmesine doğrudur da, bir gün de biz yolcu olamadık mı bu kadar yıldır?!...
At izi, it izine karışmış mış!
Atınıza da başlarım sizin, itinize de!...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Temmuz 24, 2008

ALDATMAYA, ANLATMAYA DEVAM!...

"Söylesem te'siri yok sussam gönül razı değil." diye yüzlerce yıl önceden sitem eden Fuzuli'yi bu kadar anlamama vesÎle olanlara, kızsam mı, dua mı etsem?!...
Acemi olsa, amatör olsa görmezden gelecek hatta hoş göreceğim ama "yaygın basın"dan birinde yazan, milliyetçiliği ile de -Allah için- tanınan bir kalemden, böylesine amatör sözler çıkınca benim de tansiyonum çıkıyor!
Bahçeli; dolaşması gereken zamanlarda köşkünden dışarı çıkmamışken; tam da kapatma davası, sımsıcak gündemde ve bütün değişip-gelişenler, gömlek değiştirenler mazlûmlaşarak millete fısıltıyla her kesi şikâyete başlamışken Türkiye'yi dolaşmaya başlamışmış! BOP Eş Başkanı'na oy lâzım ya! Kapatılacağın yerine yenisi hazır ya!
Dört günde yedi vilayet gezecek ve "Aldatmak yok, anlatmaya devam." sloganıyla, mesajlar verecekmiş!...
Bu güzel yürekli ve heyecanlı kardeşimiz Tercüman'da yazıyor. Gazeteyi söyleyip yazanı söylemeyeyim ki belki hak vererek sözünden geri dönsün! Hatada ısrarcı olmayacağını düşünüyorum çünkü...
Bu kardeşimiz, yazısında tırnak içine alarak bazı başlıklar koymuş hem de epeyce... Zannederim Sn. Bahçeli'nin söylemlerinden almış veya tırnaklardan ben öyle algıladım.
İki tırnak içi, yani alıntı cümle, dikkatimi çekmekten öte öfkelendirdi beni!
Bu tırnak içi cümlelerin birinde; "Bölücülük faaliyetleri, bu karanlık içinde kendisine yeni yaşama alanları bularak sinsice ilerlemiştir." denmiş!
Adamlar ne zaman sinsice ilerlediler diye sormayayım mı şimdi ben? Adamlar açıkça bağımsız aday olup seçim barajını aşarak meclise girmediler mi? Bahçeli de onlarla sarmaş-dolaş olarak, hatta "Gel Hasip! Meclisin rengini tamamlayalım." diye "farklılıkların farkında" olduğunu ispatlamadı mı? Şimdi; kime, bunu, hangi yüz ve mantıkla, nasıl anlatacak? Millete kimi ve niye şikâyet edecek?
Bir başka cümle de aynen şöyle; "MHP'nin neyi, neden yaptığını anlamadan, 'MHP, AKP'nin koltuk değneği oldu!' benzetmesi yaparak kamuoyunu yanıltmaya çalışan yazar çizer takımına da, 'MHP, ne AKP'nin, ne de bir başka partinin koltuk değneği olmaz. MHP, sadece yüce Türk milletine koltuk değneği olur.' mesajı verecek..."
Bu cümlelerin sahibi; konuşma ve ifâde özürlü değilse, bu yazılanları kendisi de söylemiş olsa, bir başkasının sözlerinden alıntı da yapmış olsa, hemen Türk Milleti'nden özür dilemek zorundadır! Tabi zerre kadar aklı-ferâseti varsa, savunduğunu zannettiği MHP'den de özür dilemelidir!
*Biiir; MHP'nin koltuk değneği olduğu, ancak bu kadar açıkça ve taraftarca söylenebilir! Devlet Bahçeli'ye rağmen koltuk değneği olmuş MHP'ye üzülür, hatta cenazem varmışçasına yas tutarım!
*İkiiiii; Türk Milleti'ni koltuk değneğine muhtaç olacak kadar sakat tarif etmek; kimin, hele hangi milliyetçilikten geçinenin haddinedir?
Yedi bin yıldır, bütün dünya ve dünya milletlerine rağmen sapasağlam kalmayı başarmış; gözleri önünde batarak yok olan medeniyetleri seyrederek bu günlere kadar gelen bir cengâver milleti; iki tane değişen-gelişen-gömlek değiştiren mi koltuk değneğine mecbûr bıraktı?
Hadi baltanın sapı bizden mantığıyla buna olabilir diyelim de; pekiiii bu asil millet koltuk değneğine mecbur oluncaya kadar MHP ve Devlet Bahçeli neredeydi? "Toplumsal dayanışmanın siyasal iz düşümü", Türk Milleti'ni topal ettikten sonra koltuk değneği olmaktan mı geçiyor?
Akıllı olun kardeşim!
Bu millet; Nuh Tufanı'ndan beri çoğalarak, başlıya baş eğdirip, dizliye diz çöktürerek, yoksulları bay edip, ulusları budun ederek gelegelmiştir!
Şimdi de Allah'ın ve tarihin huzurunda halkları milletleştirme göreviyle mes'uldür! Bu görevin, en-tellek-tüellerimizin deyimiyle bu misyonun farkında olan Haçlı, bütün gücüyle bu yüzden saldırmaktadır! Bu cengâver millet, bu tazyikleri de püskürtecektir!
Koltuk değnekleri de; hangi marangoz, kim için hazırlamışsa orada kullanılmak üzere kapının arkasına dayanacaktır!
Bütün kızgınlığıma ve bütün öfkeme rağmen, hayatımın 42 yıllık nerdeyse bütününe hakim olmuş MHP'liliğimin verdiği taassupla, yine de derim ki; Allah aşkına dolaşmayın -hiç değilse- bu ara! Susarak siyâset yapılır gibi bir tarif yaptılar "dolma kalemler" sizin için! Bu tarife uyarak susun bari! Millet, "Konuşursa neler söyler neler." diye hayal ederek belki alışkanlıkları dolayısıyla ve ülkücülerin hatırına yine bir şeyler yapabilir!
Ayrıca; gönderinden Al-Bayrağımızın indirildiği Diyarbakır'a gitmeden de sakın kimse, Türkiye'yi dolaşarak; "Aldatmak yok, anlatmaya devam!" falan demeye kalkmasın! İnandırıcı olmaz vesselam...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

HADİ MİLLETİM SEÇİME! KOLAY GELSİN!...

Beni; "Sevgimin Cihadı"nı açıklamak zorunda bırakanların kulaklarını çınlattıktan sonra, becerebilirsem biraz da sağır kulakları çınlatayım!
İmralı mahkûmu'nun; avukatları vasıtasıyla yaptığı basın toplantısı(!) nın canımı ne kadar incittiğini, "sevgimin Cihadı"nın neden farz olduğunu anlatmaya niyetlenmişken, yeni bir haber düştü sitelere:
"AKP'yi kapatma davasında süreç devam ederken, erken seçim olasılığına karşı milletvekillerine bir yılda emeklilik hakkı getiren teklif Meclis Başkanlığı'na sunuldu."
Hadi gel de şaşır veya şaşırmış rolü yap! Yap ki adamlar, aptallığın tescilini kendimize yaptırsın!
Kanser teşhisi koyulmuş ve hastalığının son evrelerinde olduğunu öğrenen varlıklı zengin misali; babadan miras serveti, -ne kadarını yersem o kadarı kârdır zihniyetiyle- har vurup harman savuran; Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarından bütçeye katkı veren kurumlarını, tek tek satan veya yakınlarına peşkeş çeken ama bu suçlarından değil de "Laikliğe karşı odak olma" suçlamasıyla hakkında kapatma davası açılan AKP'nin baskın seçim alternatifini düşündüğünü her kes biliyordu!
Ama iki yılları dolmadığı için kıyak emeklilikten istifade edemeyecek olan vatanperver, fedakâr millet vekillerinin bu erken seçime evet demeyeceklerini bilerek teselli ediyorduk kendimizi!
Bu tesellimizi de aldılar elimizden!
Bir yıl millet vekilliği yaparak dokunulmazlık zırhının tarifsiz keyfini yaşayarak çok yorulan "Genel başkan vekilleri", yine genel başkanlarına itiraz etmesinler diye, bütünlük görüntülerine bir zarar gelmesin diye, 1 yıl milletvekilliğinden sonra kıyak emeklilikten istifade edecekler!
Bu; baskın bir erken seçim demek.
Şaşıran veya şaşırmış rolü yapan olursa vallahi ben şaşırırım!
İmralı mahkûmu; "Benim projelerimi uyguluyorlar!" diye sitemler gönderiyor! En milliyetçi tarifli milliyetsiz siyasiler; "Farklılıkların farkında olarak" siyâset yaparak merkeze doğru, "merkez çek" kuvvetine doğru akıyor! "Tek vatan, tek bayrak, tek devlet ve tek dil" tarifimizden "tek dil"i; iktidar, ana muhalefet ve milliyetçi muhalefet birlikte çıkardılar! Tek vatan'ı da müttefiklerimiz AB ve ABD istemiyor! Yakında "Şehitler ölmez, vatan bölünmez!" şeklindeki millî naramız da boşa çıkar!
Müthiş devlet malı talanında; yandaşlar arasında tercih yaparken ki dayanılmaz eforla, çok yorulan ve kıyak emekliliği bihakkın kazanan milletvekillerimizin itirazsız imzalarıyla erken seçime gideriz!
Belediye başkanlık adaylarını en erkenden açıklayan MHP'nin; bu baskın olacağını aylardır bağıran AKP'ye rağmen, millet vekili aday adaylarını ne zaman açıklayacağını da merak ettim hemen!
Biliyorum bir yerlerden, birileri; "Sana ne?" diye nara attılar bile!
"Bana ne?" olduğunu; nasipse yakında başlayacak olan seçim sahnesinde çok çıplak ve tevilsiz ifadelerle söyleyeceğim!
MHP'den aday adayı olabilmenin kriterinin; Ülkü Ocaklı olmak değil, halkın tanıdığı kişiler olmak olduğunun ve bu kriterin; ne AKP'nin, ne CHP'nin, ne de PKK'nın adaylarından farklı kriterler olmadığını söylemeğe başlayacağım!
Söyleyeceğimi şimdiden söylüyorum ki; inşallah canları acıyan ve hâlâ ülkücü karakter taşıdıklarına inandığım MHP'deki ülküdaşlarımın tedbir almaya başlamalarına vesîle olsun!
İşte hesaplaşma zamanı!
İşte sevgileri cihada çıkarmanın zamanı!
İşte Türk oğlu Türklerin ve "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenlerin; kimsenin emrine girmeden, sine-i millete; Türkçe duruşla, bağımsız olarak atılmalarının zamanı!
Tabi ki yürek ister ve de -üzülerek söylemek zorundayım- el kiri tarifli para!...
Hadi Milletim kolay gelsin!
Hadi Yiğit Türk Siyâsetçileri, kolay gele! Gün, bu gündür işte!
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Temmuz 23, 2008

HUZURSUZ SUÇSUZLAR!...

"Ooof!" desem, aczim sayılır, "Öööff!" desem saygısızlık!...
Türklüğümden kaynaklı, "Eşhedü en lâilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve resûluhü" kelime-i tevhidimle besli yüreğimin, hükümrân yeri acıyor!
"Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır." Hadisinden de hareketle, susarsam Peygamber(s.a.v.) emrine muhalefetim olur diye, susarsam kendime olan saygımda irtifa kaybım olur diye korkulardayım!...
Türk'üm demek suç oldu!
Diyarbakır şehrimde, gönderden bayrağım indirildi!
Ankara'da, Başkentimde; meşrû parti görünümündeki yasa tanımaz, Haçlı taşeronları; İstiklal Marşım'ı okumadılar! Mehmetçiğime yaptıkları hain saldırıyı anlatan kendilerine göre başarılarının simgesi türkülerini söylediler!
19 mayıs 1919'un efsâneleştiği Samsun'da; Muhteşem Türk Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarımıza alternatif toplantılar yapıldı! Samsun'da; 2.cumhuriyetçiler, Cumhuriyetimize karşı açıkça hareket başlattı!
Ser verip sır vermemekle ünlü devlet ricalimin, hali perişan!
Ana Muhalefet Genel Başkanı'nın; "13 yolsuzluk dosyası, dokunulmazlık yüzünden rafta bekletilen birinin 'Temiz Eller' operasyonu yapmaya hakkı olamaz! Hadi senin ve benim dokunulmazlıklarımızı kaldıralım da Temiz Eller Operasyonu başlasın!" seslenişi; kiralık basınca, dolma kalemlerce atlandı, saklandı!
Şanlı Ordum; son günlerde onar onar, PKK'lı itlâf etmeğe başladı! Şehit ailelerimizin, gazilerimizin yüreklerine sular serpildi. Mehmetçiğimin şanına şan katan güzellikler var ha bire ama kiralık basın, dolma kalemler bunları yazmadılar, duyurmadılar, duyurmazlar!...
Varsa yoksa "Ergenekon çetesi", varsa yoksa hayali suçlamalarla, göz korkutma amaçlı tevkifler! Suçlu kimse, ne suç işlemişse yasalarımız karşısında elbette hesap versin vermeli! Ama bu suçlu kim olursa olsun şeklinde tecelli etmeli bu hukuk hakimiyeti!
Adının başında Cumhuriyet ünvanını taşıyan tek kurumumuz olan Cumhuriyet Savcımız'da; basın mensupları önünde, gizliliğe riayet etmeyen basından şikâyetlenirse; hukukun hakimiyetine ne kadar inanırım?
ABD adındaki 21.yy. Haçlısının şilahşörü ABD'nin eski büyük elçisi; Anayasa Mahkememiz'in vereceği karar hakkında tavsiye görünümünde i'lâm dikte etmeye teşebbüs ederse; Anayasa Mahkemesi'nin, AKP'nin kapatma davası ile ilgili her açıklama yapacağı günde sansasyonal operasyonlar ve tutuklamalar gündemi oluşturursa; Hukukun hakimiyetini vicdanlar yargılamaz mı, sorgulamaz mı?
Hak; haklının mı, yoksa güçlünün mü? Güç; hukukta mı, yoksa siyâset zorbalarında mı? Tek kişi de olsam; AKP'ye oy vermemiş, dolayısıyla AKP'ye muhalif bir vatandaş olarak benim muhalefet etme yetkim, hakkım yok mu?
Gasp edilen vatandaşlık haklarımı; Türk Milletini temsilen sevdiklerimize uygulanan zorbalıkları, Cumhuriyet Savcılarımız'a duyurma hakkım yok mu?
Milliyetçilikten, vatanperverlikten, devletperverlikten, cumhuriyetçilikten, Atatürk severlikten rahatsız olanlarca edildiğim tacizin hesabını sorabilecek yetkide bir Devlet Kurumum kalmadı mı?
Biz uyanıkken uykuda sayılarak, devletimiz bir işgâl yaşadı da bizim mi haberimiz yok?
İşgâldeysek ona göre, müstakil ve hürsek ona göre davranma hakkımı; Türk ve Müslüman olmam vermiyor mu?
Hukukun ucu açık kararı mı olurmuş?
Kime, nasıl, hangi üslûpla, saygımı kaybetmeden ne sorayım? Cevabı ortada olan o kadar cevaplı soru var ve o kadar kişi tarafından soruldu ki!...
Soran çok, duyan yok! Söylenen-söyleyen çok, cevaplayan yok!
Huzurumuz yok Beğler!
Vallahi huzurumuz yok! Evimizde bî-huzuruz!
Ve huzurumuzu korumakla mükellef siyasilerimiz, sizlerin yüzünüzden!
Şu sandık denen sihirli kutu, bir önümüze gelsin; görürsünüz huzur nasıl kaçırılırmış!...
Artık ben de, huzursuz suçsuzlardan sayılıyorum!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SEVGİMİN CİHÂDI!...

"Sevgiyi yaz!" dedi sevdiğim biri. "Ama içinde kavga olmasın!" diye de tembihledi sevgiyle!...
Sevenin sevdiği için nasıl ölümüne kavgalara hazır olduğunu; ya bilmedi, ya bilemedi, yada sevenin, sevileni için ölümüne kavgalarına razı olmadı sevgisi!...
Cemal Sâfi Ustayı hatırladım bu söz üzre; "Kavgalarda ve savaşlarda önce şairler ölür." der Cemal Sâfi! Ölesiye sevmenin, öldüresiye sevmenin, öldürdüğünün başında ölesiye ağlamanın ne zor iş olduğunu; bunu sevmeyenin, sevgiyi bilmeyenin, sevgiyle tanışmayanın anlaması ne mümkün? Demiyor mu böyle derken Usta?...
Tanıyanın, anlatması mümkün değil sevgiyi!...
Güzelin adını, sevgiyle bakan verir. Lezzetin adını, sevgiyle yiyen koyar. İyiyi, doğruyu, muhabbeti, sevgiyle bakanlar isimlendirir...
Sevginin olmadığı yerde; kötü vardır, çirkin vardır, acı vardır; hüzün, gam, kasavet vardır!...
Öylesine bir güç ki bu sevgi; hiç kimsenin, hiç bir zaman gücünün yetmeyeceği kötüleri, kötülükleri sessiz sedasız yok eder kendi içinde!
Sevgi, fedakârlık; seven, fedakârdır tek kelimeyle...
Seven, verir sadece istemek gelmez aklına. Seven, ölür sadece öldürmek gelmez aklına sevilenine bir zarar geleceği endişesi taşımadığı sürece...
"Sevgi; hayatın temeli
Sevgi; sevenin emeli
Sevgi, sevgiyle beslenip
Sevenlerde yeşermeli..." desem kendimi zorlayarak; eksik olur, sevgiyi tarife yetmez!
"Sevgiyi yaz!" dedi, sevdiğim biri!"Ama içinde kavga olmasın!..." diye de tembihledi özellikle! Sevgiye susamış, sevgiye doymamış, sevgiye hasret, ama ha bire sevgi üreten yüreklere seslen dedi zannedersem bu sevdiğim!
Sevdiğimi bile bile, yüreğime koyduğum sevda yasağına rağmen; sevdiğimi bile bile, seven yüreğimi târ u mâr eden sevilenlere rağmen; ihânetlerinden başka bütün yanlışlarını sevgimle güzelleştirdiğim sevilenlere rağmen, "Sevgiyi yaz!" dedi, sevdiğim biri!...
Yani yazı yaz ama sipariş üzre olmasın! Yani öyle anlat ki daha önce anlatılmış olmasın! Yani olmazı oldur diye rica ederken emretti bu sevdiğim ve mümkün olamayan bir şeye olan hasretini anlat dedi demek ki!...
Sevmeyenin, sevgiyi tanımasının mümkün olamayacağına inancımla; bu rica sahibinin sevdiğine hükmetti seven yüreğim! Hükmetti hükmetmesine de, böyle olsun istedi belkide seven yüreğim ama; "Neden kendi yazmaz ki?" diye de meraklandı ölesiye!...
Sevgiye hasret, sevgiye muhtaç; sevgisizlik yüzünden saygısız, sevgisizlik yüzünden kavgalı ama sevgi uğruna ölümüne savaşlara hazırlanılan bir zamanda; "Sevgiyi yaz!" isteği, korkuttu seven yüreğimi!...
Sevenler saf oldular! Sevenler saf tuttular!
Kendi sevdiklerini, sevmeyenlere sevdirmek üzere ötekileştirilmişlere saldırmaya hazır seven yüreklerle dolu her yanımız!
Kaçanın da, kovalayanın da "Allah!" dediği bir sevgi karaborsasında; sevgileri ters yüz olarak nefrete dönüşmüşlere sevgiyi anlatmak kolay mı? Demeyeyim mi? Sormayayım mı?
Sevginin yasaklandığı, sevmenin zorlaştığı; "Ucuz etin tiriti olmaz." özdeyişinden hareketle, zorlaştığı kadar kolaylaşan, kolaylaştığı kadar zorlaşan sevmeyi, sevgi adına bir daha sürmeyelim mi savaş meydanlarına?
Nefreti, öfkeyi, kötüyü, kötülüğü yenebilecek tek cengâver değil mi sevgi?
Menfilerin tamamıyla, müsbetlerin tamamını içeren sevgi savaşmazsa; kimin gücü yeter bu nizam bozuculara?
Hem sevgiyi anlatmaya soyundum, hem de sevgimi bir daha savaş meydanlarına sürdüm ölesiye, öldüresiye...
Seversem böyle; sevgim ve sevdam uğruna böyle savaşırım savaşırsam! Yoksa susarım sevgimle, sevdamla ölesiye; sevgiler sevgimi uyandırıncaya kadar!...
Bu da sevgimin cihâdı mı ne?...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Temmuz 22, 2008

ÜLKÜCÜYE HAK OLUYOR!...

Alttan-üstten, sağdan-soldan, önden-arkadan, müthiş bir saldırıya, müthiş bir tazyike muhatabız!
Tarih diyoruz, gerici oluyoruz! Türk diyoruz, "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyoruz; ırkçı oluyoruz! "Bayrak" diyoruz! "Bayrak" diyoruz, birilerini tahrik eden oluyoruz! Ve Bayrağımızı yerlere atıyorlar, gönderden indiriyorlar seyrediyoruz!
Birilerine; işbirlikçi, Karen Fogg çocuğu, Dolma kalem, rüzgâr gülü, siyâsi topaç, milliyetsiz milliyetçi, v.s. diyoruz; "Ergenekoncu" oluyoruz!
Adamlar, saydığımız kimlikleri, saydığımız sıfatları hiç saklamadan, yüksünmeden taşıyarak; bazen ağlayıp bazen yalvararak, ne yapıp edip milleti kandırarak %47 oy alıyorlar! Kandırarak ta olsa oy alıp mecliste çoğunluk oldukları için; "Güç bendeee!" diyorlar! Demokrasiyi araç olarak kullandıklarını hiç saklamamışlardı, saklamıyorlar ve bizler, gûya onlara karşı olan ve herşeye rağmen onlardan fazla olan bizler; %53 olarak tam 53 parçayız! Ne kadar parçalansa, ne kadar bölünse de birbirinin aynı adamlar olan karşı grup, zorda-darda bir araya gelebiliyor ama bizim bir araya gelebilmemiz mümkün değil!
-Gûya %47' ye karşı olan- %53' ün, çok önemsediğim üçü ile biraz dedikodu yapmak geldi içimden! Yüzde üç var mı bilemiyorum artık! Yüz kişi içinde üç kişinin rakam olduğunu ve mutlaka kendisini hissettirebileceğini yaşayarak öğrenmiş olmamız lâzımken, hiç hissedilmediğimize, hiç kaale alınmadığımıza göre gelin biraz sesli düşünelim!
Bizden bahsediyorum! Türk Milleti'nin refleksi olduğunu iddia eden bizden bahsediyorum! Atsızla Türkçü, Arvasi ile Türk-İslamcı, Kısakürek'le Büyük Doğucu-ümmetçi, Bahçeli ile AB'ci, şimdi son zamanlarda Fetullah Gülenle Fetullahçı olan; yarın kimlerle neci olacaklarını artık tahmin edemeyeceğimiz, bu kadar değişken, bu kadar sebatsız veeee kimler kusura bakarlarsa baksınlar bu kadar dirençsiz bizden, Ülkücülerden bahsediyorum!...
"Ülkücüyüm." diyenlerden, ülkücü geçinenlerden bahsediyorum!
Ülkücülükten geçinenleri asla hesaba almadım almayacağım ama onların, her zaman bir şeycilikten geçinme yollarını bulduklarını, bildiklerini de biliyoruz!
"Devlet Bahçeli ile olmaz!" dedik, terk ettik! Terk etmeyenleri tard ettiler! Terk edenler ve tard edilenler bir araya gelmedik, gelemedik! "Büyük Birlik"te birlikte olalım dedik; "Olmaaaaz! O terk etmişti!" dedik! Bu terk etmek nasıl ve nemenem bir şeyse biz yapınca kabadayılık ama başkası yapınca ayıp!
"ATP'de bir arada olalım. Alparslan Türkeş Partisi diye seslice açılım yaptığımız yerde bir arada olalım." dedik; "Olmaaaaaaz! Onlardan bir yol olmaz." dedik!
Her birimiz; kaplumbağa misali dünyalarımızı sırtımıza alıp, kaplumbağa sür'atiyle tavşanlarla yüz metre yarışına durduk! Tavşanın bizi geçmesi mukadderdi ama ne yazık ki genç kaplumbağalar da geçtiler bizi!
Geride kaldık dostlar! İster ihtirasla, ister dalavereyle hep ileri ileri gidenler; artık geri dönüp baksalar bile görülmeyecek kadar geride kaldık!
Çünkü hepimiz; şeytanın kendimizdeki temsilcisi nefsimize yenik düşerek "ben"leştik! Gûya biz; -nasıl olacaksa- "ben"lik yaparak rahmani durduk! Elin oğlu, şeytani davranışlarla "biz"leşti ve "biz"leşenler, "ben"leri tek tek, ezdi geçti!
Ezilen, ezip geçilen, yok edilen sadece "ben"ler olsa; "Bana ne?" deme şansımız belki olabilir ama ezilen, yok edilen koca bir milletin ziyan edilen zamanı oldu!
Müsebbip biziz biliyor musunuz?
Nelere, nasıl kötü sonlara, nasıl hak edilmemiş mağlubiyetlere müsebbibiz biliyor musunuz?
Kulağıma sesler geliyor! Birinci ağızdan, Türkiye'de bir "İlk hareket" başlatıldığını duyuyorum. Başbuğ Alparslan Türkeş'in; "Abdulkadir Erdil'de; temiz ve ihlaslı bir Anadolu Türkmenidir. Avşardır, benim aşiretimden boyumdandır. Denenmiş fedakâr bir kimsedir." diye malum mektubunda tarif ettiği Kadir Hoca'nın, adını "İlk Parti" koyduğu bir hareketi duyuyorum. Benim duyduğumu elbette biliyorum ki "ülkücüyüm." diyen her kes duyuyor. Bu harekette bir arada durabilir miyiz diye sormuyorum bile!
Öldüğünü deklere ederek Alparslan Türkeş'in bittiğine hükmeden ülkücülerde, Abdulkadir Erdil'i tarif eden yazılı cümlenin hükmü ne ola ki?
Doğruyu söylediğimi ve doğruyu söylediğim için "ülkücüyüm" diyen herkesi rahatsız edeceğimi biliyorum! Ve biliyorum ki rahatsız olan her ülkücü de doğru söylediğimi bile bile kızacak! Bize hak oluyor vesselam!
Bize hak oluyor da gerçekte olan, sadece millete oluyor, ona kahroluyorum!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Temmuz 21, 2008

CEVAPLI SORULAR!...

AB adındaki Haçlı Birliğinin temsilcisi; Ümraniye Bombaları ile başlatılıp sonradan Ergenekon'laştırılarak Türk Milleti'nin tarihine de saldırmanın planlandığı, tamamen siyâsi intikam kokan operasyonlarla ilgili ve emekli generallerin derdest edilmesinden aldığı hazzı saklamadan; "Önemli olan büyük balığa ulaşmak." demişti!
Daha önce, BOP Eş Başkanlığı'nı övünerek kullanan bir Başbakan'ın kabinesindeki Adalet Bakanı'na bağlı; atanmış, atanabilecek, sürgün edilebilecek bir Savcı vasıtasıyla Şemdinli Olayları'nda, şimdiki Genel Kurmay Başkanımız'ı çetecilikle suçlama cüreti gösterilmişti!
Son yıllarda; Türk Milleti'nin göz bebeği olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesine karşı, çok çirkin saldırılar başlatıldı! Başımıza geçirilen çuval olayı ile tarihimize yüz karası olarak geçen ama demokratlığa soyunan bir paşamızın anlaşılmaz ve anlatılamaz davranışlarıyla, Ordumuzun komuta kademesine karşı nerdeyse siyâsi bir linç başlatıldı! Müttefik(!)imiz ABD ve Haçlı Birliği AB'nin ısrarlı dayatmalarıyla; etkisiz, her ne yapılırsa yapılsın ses çıkarmadan seyreden bir ordu isteniyordu, isteniyor! Muhteşem Türk Atatürk'ün, millet gönlündeki muhteşem yerinden duyulan korku, açıkça ortaya koyularak Kemalizm, bulaşıcı bir hastalık olarak tarif ettirildi yerli işbirlikçiler ve "dolma kalemler"e!...
İstiklâl Mahkemelerinde Vatana İhanet suçları sabit görülerek idam edilenlerin intikamını almaya soyunanlarla, 2.Cumhuriyetçiler adıyla arz-ı endam eden "Yeniden Osmanlıcılık" maskesiyle de kamufle olmaya çalışan demokratlar vasıtasıyla Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarımıza müthiş bir bombardıman başlatıldı!
Dört günlük göz altından sonra "korku tellallığı"na soyunan demokrasi kahramanları(!)nın propogandaları sayesinde, cesur kalemler sustular nerdeyse! Bu toz-duman içinde, bu cadı kazanı fokurdamaları arasında; AKP'nin kapatılma davası, epeyce gündemden uzaklaştırıldı! Bu konuda beklediğimden çok daha başarılı oldular maalesef!
İstanbul Cumhuriyet Savcısı; hukuka, adalete ihtiyacı olan her kesin ilk baş vuracağı merci olmasına rağmen, gizlilik gerektiren soruşturmayla ilgili basının sızdırdığı yalan haberlerinden şikâyetlendi ve benim de aklıma hemen Adalet Bakanlığı ve bu bakanlığın savcılar üzerindeki yaptırımı geldi! Şikâyetin yapılacağı ilk merci, şikâyetleniyordu! Ama kimi, kime şikâyet ettiğini ne kendisi biliyordu, ne de bir bilen çıktı!
Anayasa mahkemesi'nde süren, AKP'nin kapatılması istemli dava sonucunu, elbette bütün millet heyecan ve merakla bekliyor. Hukukun vereceği karara itirazın olmayacağını, şeriatın kestiği parmağın acımayacağını her kes biliyor. Biliyor da; tamamen gizli olması gereken bu dava hakkında, ABD Eski Büyük Elçisi Marc Parris; “AKP’nin kapatılması bir ay öncesine oranla daha az ihtimal...” diye mahkeme sonucunu ilan ediyor nerdeyse!
11 Eylül 1980 tarihindeki, ABD'nin "Bizim Çocuklar"ının yaptığı, yaptırdığı 1982 Anayasası'nı, Türkiye'nin bütün en-tellek-tüellerine savunduran ABD; şimdi de o anayasa ile kurulmuş olan bir mahkemeye, nerdeyse mahkeme ilamı dikte ettiriyor! Farkında mıyız?
Ve bunun adı, demokrasi veya demokratlık öyle mi?
ABD'nin getirdiği-getireceği demokrasiyi, hemen burnumuzun dibindeki ve 400 yıllık tebaamız Irak'ta göremiyoruz değil mi?
BOP Eş Başkanı Başbakanımız'ın, eğer AKP kapatılırsa tepki vermelerini istediği 27 AB üyesi ülkeden önce, ABD'nin verdiği desteği, milletin nasıl yorumlaması bekleniyor?
Tam da bu günlerde Genel Kurmay Başkanlığı, yaptığı bir açıklamada; “Türk Silahlı Kuvvetlerine yöneltilen hukuk dışı saldırılara karşı yalnız Türk Silahlı Kuvvetlerinin değil, onun gerçek sahibi yüce Türk milletinin de yasal ve demokratik tepki göstermesi doğal bir beklentidir.” diyor...
Bir Türk olarak, bir millet ferdi olarak benim anladığımı hâlâ anlamayanlar var mıdır? Eğer varsa onların dili Türkçe midir? Yoksa kendi yasal kurumlarından ziyâde başka yerleri mi dinlemektedirler?
Ooooof! Çok sordum ve cevaplarını da biliyorum...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Temmuz 20, 2008

KİM'E NÂMEM!...

Nefsime bir daha yenik düştü irâdem!
Oysa nefs atımın dizginlerini, ne de güzel topladığımı zannederdim! Nefsime eza verecek olan, olmamı sağlayacak olan zordansa, kolaya yöneldim bir daha ve beni yanıltan yine bir, "dost zannettiğim" oldu!
Tanışıklığın arkadaşlığa, arkadaşlığın yoldaşlığa, yoldaşlığın ülküdaşlığa, ülküdaşlığın dostluğa dönüştüğünü yaşayarak öğrenmiş olmam gerekirken; tanışıklıktan dostluğa terfi ettirdim birini ve yine bir yara vurdum kendi ellerimle sakındığım gururuma!
"Derdini söylemeyen, derman bulamaz!" diye tarif etmiş yüzyıllardır bilenler. "Ağlamayana meme yok!" diye tercüme etmiş avam kendince. "Ağzımla isteyip neremle yiyeyim?!" diye de tepki vermiş milletin gururu!...
İstemekten, yemekten ziyâde anlatmaya, söylemeye görevlendirdiğimiz ağzımızı; bir kere daha yıllar sonra istemekte kullanınca elbette yemeğe yer, istediğimizi öğütmeye uzvumuz kalmadı! İstediğimiz elimizde, suçluluğumuz isteyen dilimizde, kendi ellimizle açtığımız yaramız bir daha gönlümüzde kaldı!
Halimizi söyledik tanıdığımıza! Gönlümüzle yoğurduğumuz halimizi, lisan-ı münasiple -gûya- dilimizle söyledik! Dilimizin ağzımızda olduğunu, ağzımızla istediğimizi neremizle yiyeceğimizi atlayarak, unutarak!...
Zannederim derecelendirildik halimizi beyan ettiğimiz tarafından! Kendince mutlaka haklı! Mutlaka kendince arşını var, kulacı var, karışı var! Mutlaka kendince, kendi çizdiği veya kendi girdiği kulvarında yarışı var! Milli olduğu için kulvarında yabancı, milli olduğu için işbirlikçiler arasında yalnız!
Bu milliliğinden hareketle, kulvarındaki bu tekliğinden hareketle ve tekliğimizin verdiği, benzer zannettiğimiz cesaretle halimizi arz ettik, "Künyeye bak!" yönlendirmesiyle yol arkadaşlarımızı tanımakla tavsiyelendik!... Elinin sakatlığına üzülmüştüm oysa dili sakatmış!...
Ey vah ki ey vah!
Mermimiz kadar ateş edip, mermimiz bittiğinde kılıcımızla, palamızla, bıçağımızla; onlar da köreldiğinde yumruğumuzla yaptığımız savaşlardaki galibiyetlerimizi, galibiyetlerimizin sırrını unutarak cephe arkadaşımızdan mermi istedik!
Ey vah ki ey vah!
Unuttuk bütün tecrübemize rağmen cephedeki her kesin mermi hesabı yapacağını!
Kendinin bile haberi olmadan incindik istediğimizden! İstediğimiz için de, istediğimizi aldığımız için de, aldığımız mermi silahımıza uymadığı için de incindik! Silahımız var, mermimiz var ama cephede isteyerek aldığımız mermi, silahımıza uymadı! Mermili mermisiz, silahlı silahsız kaldık!...
Umarım hasımlarımız bilmiyor halimizi!
Yoksa bir kaşık suda boğmak için yıllardır yaptıkları planlarla, anlık ederler her halde yenilmezliğimizi!
Kime dedim? Niye dedim? Ne dedim? Biliyorum! Bir de haberi olursa ne dediğimi, kime dediğim anlayacak!
Anladığında da en az benim kadar incinecek biliyorum galiba!
Derdimizi "ülüzgâra", nâmemizi saba yeline, selâmımızı dilimize yazdık bir daha!...
Sözümüzü attık ortaya! Merak edenler olacak, merak edip sahiplenenler... Soranlar olacak; "Neden; Niçin? Ne diye?" Cevabımız olacak; "Ağzımla isteyip, neremle yiyeyim?" diye ama; sakındığım ağzıma, sakındığım dilime, çok güvendiğim gönlüme öylesine zor bir iş yaptırdım ki bir daha!...
Sakındığım, kıskandığım gönlümü öylesine yaraladım ki bir daha!
Yaramın pansumanını, vuran yapmazsa onmayacak biliyorum ve yaramı vurana asla söylemeyeceğimi de biliyorum!
Hepimiz aynı yapmaz mıyız? Yoksa sadece ben mi böyle yabancı, sadece ben mi böyle tekim?
Öyle de olsa; "Derdi veren şükür sana, bir de tesellî vermişsin." diye kendi kendimi teselli ederim vesselam...
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Temmuz 18, 2008

KORKU TELLALLARI...

11 Temmuz 2008'de "Korku Tellalları" başlıklı bir yazımla, Mustafa Balbay'a ve Rıfat Hisarcıklıoğlu'na tepkimi göstermiştim. Yoğun ve suni olarak hükümet kanadınca oluşturulan dolayısıyla da takibi mümkün olmayan günden trafiğinde kaynadı gitti!
Sevgili Vedat YENERER'in Gazetemiz'e gönderdiği mektubu üzerine, tekrarlamak lüzumu hissettim.
Sevgili Yenerer, hukuken hesap soracağını belirttiği mektubunu; "......Şimdi inkâr etmesini anlayamadım. Kaldı ki ödül almak vermek suç değildir. Bu neyin paniği?.." soru cümlesiyle noktalamış. Zannederim, sorulan sorunun cevabını tevâfuken bulmayı Allah bizlere nasip etti...
11 Temmuz'da şöyle seslenmiş tepki vermiştik:
" KORKU TELLALLARI!...
Korkuyu ve korkağı; "Korkakların en büyük rakibi; karanlıkta yürürken kendi ayak sesleridir." diye öfkeyle tarif etmiştik... Çileye tâlip, yandıkça pişeceğini bilen, olmanın tek yolunun ölmekten geçtiğini bilenlerle; tuzu kuruların, eşeklerini gölgeye çekmişlerin, çile adamlarının yaşadıklarını anlatmakla kendilerini meseleye ortak sayanların farkı, o kadar net çıktı ki ortaya! Bu "Ümraniye Bombaları" davasına galiba teşekkür borçluyuz! Kucağında bomba patlayan yiğitler inlemezlerken, sadece sesinden kulakları rahatsız olan kahraman(!)ların feryadını anlamakta da, anlatmakta da sıkıntıdayım!... Mustafa Balbay serbest bırakıldığında geçmiş olsun dileklerimi seslendirmeye niyetlenmiştim! Korku İmparatorluğu'na tahmin edilenden çok daha fazla verdiği katkıdan sonra, vaz geçtim! Korkunun ecele bir faydasının olmadığı; okumuşların da, cahillerin de yaşayarak bildikleri bir gerçek olmasına rağmen nedense insanoğlu korkar! Serbest kaldıktan sonra; Balbay'ın, Çölaşan'la yaptığı söyleşiyi dinlerken ki kadar öfkelendiğimi, üzüldüğümü hatırlamıyorum! "Hiç kimse,makam ve konumlarına güvenerek bana bir şey olmaz demesin!" şeklindeki sipariş korku mesajı, iletilince, televizyonu kapattım! Bu gün basında bir benzer söylem daha var! Rıfat Hisarcıklıoğlu, Sinan Aygün'ün; "Hükümeti eleştirerek kötümser bir hava yaratmak... Ve bu yolla halkı isyana teşvik." suçlamasıyla sorgulandığını ve tevkif edildiğini söyledikten sonra, "Korku İmparatorluğu"nun mesajını tekrarladı; "Eleştirirken artık herkes dikkat etsin!...” Korkakla cesurun, çile adamıyla, dava adamıyla eyyamcının, kimin atına binerse onun düdüğünü çalanla, karakterin farkı, bu kadar açık! Her şeyin olduğu gibi; Vatanı, Devleti, Cumhuriyeti, Türk'ü,Türkiye'yi, Atatürk'ü sevmenin de bir bedeli mutlaka vardır ve olmalıdır. Atatürk hasımlarına, Cumhuriyetten intikama soyunanlara, idam edilen dedelerinin kan davasını güdenlere, tarihte bilmem kaçıncı kere Haçlı destekleri ile isyan eden ve cezalandırılanların intikam isyanlarına karşı çıkmanın elbette bir bedeli vardır ve bu bedel candır, ikbâldir, istikbâldir, şahsi çıkarlardan fedakârlıktır!Devlet olmanın ve devlet olduktan sonra devlet kalmanın tek bedelinin can olduğunu; yaşayarak, her gün ölerek, şehit olarak ispat eden bir milletin karşısına; dört günlük bir göz altından sonra çıkıp sanki; Ziverbey Köşkü"nden gelmişçesine, sanki C5'lerden-Mamaklardan gelmişçesine, sanki işkence tezgâhlarından çıkıp gelmiçesine anlatarak milleti korkutandan basın kahramanı mı olur?
Daha dün; "Şemdinli Davası" adıyla, bölücü hainlerin şimdiki Genel Kurmay Başkanımız'ı ve mesai arkadaşlarını görevlerinden dolayı suçlamaya niyetlendiklerinde, bu intikam senaryosu sahneye koyulmaya başlanmıştı! Sahnelenen oyunun perdelerini izliyoruz sırasıyla! Haçlı'nın sözcüsü Lagendijk'in; "Çok memnuniyet verici. Önemli olan büyük balığa ulaşmak." açıklamasının hemen peşine; dört günlük göz altından sonra Basın Kahramanı(!) Balbay; "Kimse mevki ve makamına güvenerek, bana bir şey olmaz diye emin olmasın!" tehdidini, heryere taşıdı!... Rıfat Hisarcıklıoğlu'da, tehdit eden "Korku İmparatoru"nun adını-kimliğini açıkladı! Ve bunlar demokratlar! Biri sağdan, biri soldan! Ve bunlar demokrasi havarileri!... Korktuklarını, korkutulduklarını söyleyemeyecek kadar da gayr-ı samimiler! "Sac düzene girmiş hamur bitmiş, ev düzene girmiş ömür bitmiş!" miş!... Korkmak insani bir özelliktir ve ayıp değildir ama korkağın cesur rolüne soyunması, bir kaç kere ayıptır ve komikliktir! Bir yılı aşkındır niye tutuklandıklarını, niye göz altına alındıklarını bilmeyen gazeteciler var! Bir yılı aşkındır tutuklu bir sürü şerefli insan var! Yoksa onların; "İnsan üç yolla; öldürülerek, hastalıkla ve hapsedilerek." tarifiyle, susturulduğu mu anlatıldı? Bu haksızlığa, bu despotluğa, bu faşizme kafa tutacak, baş kaldıracak yürekli Cumhuriyet severler, ehil emânetçiler olmayacak mı? Ölmekle bayılmak arasındaki farkı, sadece filmlerden izleyerek bilmek mümkün değil! Sevmenin bedelinin fedakârlık olduğunu, sevenler bilirler! Sevenle seven rolüne soyunmuşların arasındaki fark, o kadar çabuk belli oldu ki! Moralim; iki tane, "Korku İmparatoluğu"na -bilerek, bilmeyerek- ajanlık eden "korku tellalı"nın belli olmasıyla yerine geldi!...
Gidinin borazanları!...
"Keser döner sap döner, bir gün de hesap döner!" Millî tecrübelerimizden hareketle, teyakkuz halinde bekler ve günü geldiğinde de meşrû yollarla nasıl hesaplaşılırmış gösteririz Allah'ın izniyle...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Temmuz 17, 2008

ŞİKÂYETİM, ARZIM, SİTEMİM!...

Anlayanlar, anlamalı artık!
Anlayanlar; gözleri kör, kulakları sağır, kalpleri mühürlülere anlatmalılar artık!
Hukukun olmadığı yerde adalet olmaz! Adaletin olmadığı yerde anarşi olur! Anarşinin olduğu yerde gücü yeten yetene tarifli orman kanunları geçerli olur!
Hükümet edenler, Ana Muhalefet partisi, Muhalefet partileri, Aydıncılık oynayan uzaktan kumandalılar, işbirlikçiler, ipi başkalarının elinde olan siyazi topaçlar, rüzgâr gülleri, BOP Eş Başkanlığı'nı ünvanmış gibi gösterenler, sözüm size!
Dünümüzü bu günle buluşturup, bu günlerimizi yarınlarla yarıştırmaya uğraşan münevverler, sözüm size!
Vatanperverler, Devletperverler, Atatürk'ü ve Cumhuriyeti gerçekten sevenler, sözüm size!
"Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen topluluklar, millet olamaz." tarifinde birleşen, milletin asli mensupları, sözüm size!...
"Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle..." diyen yürekler, sözüm size!
Türk Milleti! Sözüm size! Hepinize!...
Bu kadar aymaz duramazsınız!
"Gaflet, dalâlet ve hatta hıyânet" içinde olanlara bu kadar bigâne kalamazsınız! "Biz bu Cumhuriyeti, sokakta bulmadık! Sokakta da bırakmayız!" diye cesurca seslenenler, sözüm size!
Cumhuriyet Savcıları; şikâyetim, suç duyurum, arzım size!
Ünvanında Cumhuriyeti taşıyan tek kurumumuzsunuz. Devletimizin, cumhuriyetimizin banîsi, Muhteşem Türk Atatürk'ün, ünvanınızın başına Cumhuriyeti koyarken sizlere bir mesajı yok muydu?
Soros'un kirli paralarıyla, bindirilmiş kıtalara; Samsun'da "darbelere hayır!" diye miting yaptırıldı! Neden samsun? 19 Mayıs 1919'da Samsunda ateşlenen Kurtuluş Hareketimiz'in ve Cumhuriyetimizin atılan temelinden intikama mı soyundular? Sorulmasın mı?
İstanbul Cumhuriyet Baş Savcısı; gizli kalması kanun hükmü gereği olan bilgileri, kasıtlı olarak yalan ve yanlış olarak millete servis eden gazetecilerden şikâyet etti! Cumhuriyet savcılığı, şikâyetlerin yapılacağı ilk merci değil midir? Cumhuriyet savcısı, kimleri kimlere şikâyet etti?
Diyarbakır'da; Meclisim'in dokunulmazlık zırhına bürünen, vergilendirilmiş kutsal kazançlardan milyar-milyar maaş alan, Devletim'in VIP imkânlarından sonsuz faydalanan, Meclis'te bölünmez bütünlüğümüzü koruyacaklarına şerefleri üzerine yemin edenlerin gözleri önünde ve milletin gözlerine bata bata Bayrağımızı gönderden indirdiler! Hesabını Hukukumuz sormasın mı?
Ümraniye Bombaları ile ilgili; yalan yanlış bilgilerle akılları karıştırarak suç işleyenler, şimdi de Anayasa Mahkemesi'nin AKP hakkında vereceği kararın tarihini, Avrupa'ya servis ediyorlar! Başbakan da gününden önce Fransa Devlet Başkanı'ndan; "AKP'ye kapatma kararı çıkarsa 27 AB ülkesinin tepki vermesini..." rica ediyor! "Neden?" diye sorulmasın mı?
Devletimizi, sistemimizi, Cumhuriyetimiz'i hatta Atatürkümüz'ü Avrupa'ya şikâyet eden edene!
Müstemleke miyiz? İşgalde miyiz? AB'nin dikte ettirdiklerine harfiyyen uyulan memleketimde, neden yasalarımızın yasaklarına uyulmaz? Soran bir Cumhuriyet savcımız olmasın mı?
Şemdinli'de; genel Kurmay başkanımız'ın yargılanmasını isteyebilecek kadar ileri gidebilen bir savcı kadar cesur, Cumhuriyete sahiplenecek Cumhuriyet Savcılarımız, çıkmayacak mı?
Yarın, çok geç olmayacak mı?
Millete sistem diye dayatılan bu sistemsizliğe, demokratik yollardan itiraz eden gerçek vatanperverlerin, gerçek cumhuriyeti emanet bilenlerin; bu korku tiranlığı karşısında, bu despotizm karşısında, bu partizan faşizmin karşısında sahipliğini yapacak bir Cumhuriyet Savcımız çıkmayacak mı?
Millet adına, Devlet adına, Devletim'in kurumları adına, Cumhuriyet Savcılarımıza şikâyetimdir! Arzımdır! Sitemimdir!...
Allah aşkına, Hukuk ve adâlet aşkına, Al Bayrağımızın rengini veren şüheda kanlarının aşkına, duyun artık sesimizi!...
Millet olarak artık söylenmiyor söylüyoruz!
"ADALET MÜLKÜN (DEVLETİN) TEMELİDİR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Temmuz 15, 2008

İSYANLARDAYIM!...

TEKTİM, TEKİM...
Tektim anamdan doğarken.
Dokuz aylık hayat seferine çıkarken tek...
Tektim dünyaya ilk "Innga"mla selam verirken
Anam tekti, Babam tek...
Sıcak sahra kumlarından geçerken iz bırakmadan
Korlar üzerinden, karlar üzerinden izsiz geçerken tektim,
Canımı yakanlar iz bırakamazken de tek...
Sevdamı sakınırken tektim,
"Kutlu Sevdam"ı, kalabalıklara anlatırken tek!
Teklikten korkuyordum ödüm patlayasıya
Öyle bir "Tekler Teki"ne teslimdim ki tek yüreğimle
"Tekler Teki"nin huzurunda da tektim tek...
Kavgalarımda tektim
Savaşlarda tek.
Korkularımı tek başıma tek tek yaşadım
İleri atılırken tek...
Teklik, Tek'e mahsus bilirim.
Tekler Teki'nin dileği ile karakterce tekim,
Günahımda tekim,
Sevabımda tek...
Eeeyyy Tekler Teki,
Eeeyyy tekliği tekliği ile güçlü Tek;
Tekliğinin azâmeti karşısında aczimde de tekim
Tek Sen'den korkumu sığdırdığım tek yüreğimde
Başka korkulara yer bırakmayan da Tek...
Ana rahmime düşerken tektim.
Doğarken tek, ağlarken tek;
Yaşarken tek kaldım meseleler karşısında
Ölürken de tekim, ölürken de tek...
Kavgalarımda tektim
Savaşlarda tek,
Korkumu hep tek yaşadım
Sakındığım sakladığım
Utandığım cesâretimi tek!....
Başlarken tek başlatılmıştım hayata
Bitirilirken de tek... 1 Haziran 2008 - Mustafa ASLAN

Başbakan'ın Savcılığa, Ana Muhalefet Liderinin Avukatlığa soyunduğu; hakimin belli olmadığı, diğer muhalefet partilerinin bırakın jüriliği seyirci olarak bile katılmadığı bir mahkeme görüntüsünde, ödü patlayan patlayana!
Siyâset kilitlenmiş, AB ve ABD'nin baskısıyla hedef alınan kurumlarımız tetikte, Cumhuriyetle 2. Cumhuriyetçiler savaşta, Devletle Millet karşı karşıya getirilmek üzere!
Bu korkunç kutuplaşmada; Diyarbakır'da Millet vekili ünvanlı terörist avukatlarının nezaretinde, bayrağımız gönderden indiriliyor! Kıbrıs'ta; Bayrağıma uzanan elin, ağzında sigarasıyla, öldüğünü bile anlayamadan gönderden süzülüşünü hatırladım! O Bayrağa uzanan eli gönderden aşağı akıtan kahramanlarımın uğradığı, muhatap olduğu siyâsi linçle mukayese ettim o muhteşem görüntüyü ve isyanlardayım!
Evet! Derin Devlet var, Ben'im!
Evet! Devlet yanlısı çete var, Ben'im!
Ben Türk'üm. Türk benim, Türkiye benim, Bayrağım benim, onların uğrunda ölenler Ben'im ve Bayrağıma uzanacak eli öldürecek olan da Ben'im!
Tahrikse tahrik, isyansa isyan!
Çünkü Türk olarak tarihte tektim, şimdi de tekim ve Türk'ü temsilen tek başımayım, tekim... Ne zaman geliyor veya kelepçeleri ne zaman gönderiyorsunuz? Sabah namazında mı? Bekliyorum!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

MÜLKÜN TEMELİ...

1960'lı yılların sonlarında Dedem'e;
- Bu memleketin hali ne olacak Dede? Diye sormuştum. 15-16 yaşın sade cesâretiyle. Dedem, yaşını başını almış bir ihtiyardı. Kurtuluş Mücadelemizi ve Cumhuriyetin tesis edilmesini bizzat izlemişlerdendi. Canlı tarihti üstelik.
- Yavrum! Serçe yeniden yürüyüş öğrenmeye niyetlenmiş! Kendi yürüyüşünü de kaybetmiş ve kalmış zıplaya zıplaya!... Diye cevaplamıştı sorumu! İçimden; "Bunamış artık! Ben ne soruyorum, o nediyor?" diye öfkelenmiştim...
Rahmetli, tesbitini 40 sene önceden yapmış. Biz anlamakta kırk sene gecikmişiz.
Dünümüzü, tarihimizi, kahramanlarımızı, var oluş mücadelelerimizi, 'Yedi Düvel'in bize ettiklerini unutmuş; bir daha yürüyüş değişmeye niyetlenmişiz ve zıplamamız aşikârlaşmış!
Önce Şemdinli'de bir savcı bulmuşlar, görevini yapan Silahlı Kuvvetlerimizin Komutanına -ki ilerde genel Kurmay Başkanı oldu- "Gladio, Çete, Derin Devlet, yargısız infazcı" dedirtmişler!
Bölücünün, hainin, eşkiyânın, PKK'lının adı; Özgürlük Savaşçısı edilmiş, gerilla diye sıfatlandırılmış; Vatanının bütünlüğünü, devletinin üniterliğini, Cumhuriyetini ve sınırlarımızı korumak için can verip can alan kahramanlarımıza "çete" denilmiş! Fark etmemişiz!
Zaman hızlı geçmiş, sahnelenen oyunun oyuncularının başarıları yüzünden, bir de demokratlık maskesiyle onları alkışlayan işbirlikçilerimizin de yardımlarıyla, gerillalaştırılan teröristlerin uzantıları Meclis'e kadar gelmiş! Meclis'e gelen terörist uzantılarından daha önce; onları alkışlayarak sırım oy sevdasıyla yanıp-tutuşan işbirlikçiler, Meclis'ten Muhteşem Türk Atatürk'ün mareşal üniformalı resmini kaldırtmak istemişler! Görmemişiz!
Sonra Ümraniye'den bir Savcı bulmuşlar! Yakalanan bombalarla ilgili tahkikatın adını hemen "Ergenekon"laştırmış ve "Devlet Yanlısı Çete" diye de sıfatlamışlar! Atatürk'ü sevenler, Cumhuriyet kazanımlarını savunanlar, gerçekten laiklik ve demokrasiden yana olanlar, Türklükleriyle iftihar edip "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenlerden yana olanların nerdeyse tamamını da, bu "çete"ye dahil görmüşler, göstermişler! Duymamışız!
Neyle suçlandığını bilmeden 13 ay cezaevinde kalan, orada yakalandığı hastalık yüzünden ölümüne 2-3 gün kala tahliye edilen ve çıkar çıkmaz başına ne geldiğini bile bilmeden, bir insanımız ölmüş! Bu ölen insan, güya bu "devlet yanlısı çete"nin kasasıymış! Ama ne hikmetse kefen parasızmış! Cenazeyi devlet kaldırmış! İncinmemişiz, canımız yanmamış! Olanları fark etmemişiz!
Bizim bildiğimiz ve gördüğümüz; bir insan her hangi bir gadre, hakarete, haksızlığa uğradığında şikâyetçi olur. Şikâyet merciinin adı, Cumhuriyet Savcılığıdır. Cumhuriyet Savcılığı müracaatı inceler ve şikâyeti haklı bulursa hemen bir iddianame ile yargının başlatılmasını ister. Hukuk yani yargı da, ne gerkirse onu yapar ve asla itiraz da edilmez!
Yeniden yürüyüş öğrenmeye niyetlenip serçeleştik ya! AB'ye gireceğiz yalanlarına inanarak olmaz güvercin taklaları atıyoruz ya! AB'ye girecek olan bu demokratlaşmış, hukuk devletinin İstanbul Cumhuriyet Baş Savcısı; 13 ayda zor hazırlanan 2500 sayfalık iddianame hakkında basına bilgi vererek kamuyu bilgilendiriyor! Ne güzel! Olması gereken! Ama aynı Savcı; soruşturması gizli olması gereken bir dava hakkında basının çoğu yanlış bilgiler verdiğinden şikâyetlenmiş!
Oysa yanlış bilgilerle milleti yanıltan ve dosya hakkında bilgiler veriyorlarmış edalarındaki işbirlikçi basın hakkında en az 3-4 kere ben suç duyurusunda bulundum! Bir şey olmadı!
Benim de aklıma; İstanbul'da Cumhuriyet Baş Savcılığı yapan, atamalarını Adalet Bakanlığı'nın yaptığı bir savcının, bir sabah kalktığında Şırnak'a tayin edileceği korkusu geliyor!
Neyse!...
İddianamesi 13 ayda zor tamamlanan, hele ek iddianamelerin de hazırlanacağı söylenen bu dava, artık yargının işi! Bu kadar kısa sürede iddianamesi hazırlanan dava, her halde bir 9-10 sene sürer! Şeriatın kestiği parmak ta acımaz!
Umarım bu arada, cumhuriyet kazanımlarımızdan bir bölümünü daha, AB-D'ye ödün olarak vermeyiz!
Nerdeyse özerkliğini ilan etmiş olan Diyarbakır'da, gözlerimizin içine baka baka bayrağımıza el uzatıldı! Farkındasınız değil mi Cumhuriyet Savcıları?
"ADALET, MÜLKÜN (DEVLETİN) TEMELİDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Temmuz 14, 2008

MUHARRİR HINCAL ULUÇ'A ALKIŞIM...

Ortalık toz duman! Göz gözü görmüyor!
Ormanlarımız yanıyor! Kapımızın önünde ABD'ye kızanlar, gencecik fidanlarımızı-polislerimizi kurşunluyor, ciğerlerimiz yanıyor!
Mutfaklarda başlayan yangın, pazar yerlerine ulaştı, ceplerde-cüzdanlarda yangın var!
Niye tutuklandığını, neyle suçlandığını öğrenemeden sapasağlam girdiği cezaevinden, ölüler çıkıyor, adalete sıçradı ateş, vicdanlarımız yanıyor!
En güvenilir kurum olmaktaki yerini hala ve işbirlikçilerin inadına sürdüren Silahlı Kuvvetlerimizin komuta kademelerine de, siyaset ateşi sirâyet etmişki, emekli olduktan sonra generallerimiz yanıyor!
Başımıza çuval geçirilirken demokratlaşan, "Kırmızı Çizgilerimiz" ihlâl edilirken güvercinleşen; siyasilere ve basına ordunun baskı yaptığı iftirasının, "O, Genelkurmay Başkanı olduğunda" biteceğinin Fetullah Gülen'ce söylediği anlatılırken, haykırılırken tekzip bile etmeyecek kadar demokratlaşan Paşa; emekli olduktan sonra da suskunluğuna devam ederek nerdeyse kendisini unutturmuşken yangına körükle giderek ortaya çıktı!
Paşalarımız arasında da, müthiş çekişmeler varmış! Taraf bir taraftan, tarafın işbirlikçi taraftarları bir taraftan saldırıya geçtiler; akıllarımızda, muhakeme yeteneklerimizde, sevgilerimizde, seven yüreklerimizde yangın var!
Bu kadar yangın telâşesi içinde, nerdeyse kaybolmaya yüz tutan bir erkek duruş var! Gazeteciliğin -herkese göre olması gerekirken- bana göre yüz akı, bir erkek yüreğin sesi, ya işitilmedi ya da işitilmesi engellendi bilinerek!
Hükümete yakın birilerine, hükümet tarafından, bir kaç günde devredilen Sabah Gazetesi'nin yaptığına, köşesinden aslanlar gibi kafa tutan bir gazeteci yürek oldu Hıncal Uluç!
Sabah Gazetesi'ndeki köşesinden; "Sabah'ın Haberciliği" diye nara attı Hıncal Uluç! 12 Temmuz 2008 günü, Hıncal Uluç'un köşesinden yaptığı, "muharrir gibi muharrir" liği görecek muharrir kalmadı mı Türkiye'de?
Milyon-milyon dolarlara transferler yaşayıp, "Şeyh'ül Muharririn" ünvanlarını da satın alan "Dolma Kalemler"in arasında, mesleğinin ilk yıllarındaki bir kaç sözleşmenin haricinde sözleşme bile yapmamış olan Hıncal Uluç'un sesini duyacak duyarlılıkta kulak, kalmadı mı ülkemde?
Kendini anlatırken ki kendi deyimiyle; ""Türkiye'nin en büyük sosyal demokratları ile solcularının ve sendikalarının kazığını yedikten sonra kendi kendime dedim ki kendinden ve Allah'tan başka güveneceğin kimse yok." tarifli Hıncal Uluç'a hiç değilse; "Tebrik ederim." diyebilecek bir "Şeyh'ül Muharririn" yok mu?
Ben tebrik etsem bilirim ki ukalâlık olur. Hadsizlik olur. Ama Hıncal Uluç izin verirlerse, mekteplerde bana öğretilen Muharrire çok benzeyen Hıncal Uluç'u, ayakta alkışlamak isterim. Başka bir şeye gücüm yetmiyor Hıncal Ağabey!
Babası Albay Fuat Uluç'un yakın dostu olması hasebiyle; "Aslan Amca"laştırılacak kadar samimi bir aile dostlarından da bahsetmek isterim ama öküzün altında buzağı arayanlar; "Dolma Kalemler", kalemşörler, şak-şakçılar, yağcılar korkarım ki bu yüreği üzmeye niyetlenirler! Güçlerinin yetmeyeceğinide bilirim ama yine de tedbîren, saygımdan dolayı bu konuyu bilerek atlayacağım.
Sipariş yazı yazanlara, -hükümete yakınlığı maharet bilerek- köşelerinden haber diye yağdanlık yapanlara, mahkemenin kadıya mülk kalmadığını unutarak kraldan fazla kralcı olanlara, eğer atlamışlarsa Hıncal ULUÇ'un; 12 Temmuz 2008 tarihli "Sabah'ın haberciliği.." başlıklı yazısını okumalarını tavsiye ederim. Ayıbı benim olsun!...
Hatta Basın-Yayın okullarında, bu yazının, müfredata alınması gereğini hatırlatırım.
Merakla bir daha hayatı hakkında bilgilenmeye çalıştığım Hıncal Uluç'un; bütün başından geçenlerden sonra, Bernard Shaw'ın; ""Yapan yapar, yapamayan eleştirmen olur." sözünü hayata geçirişini, ibretle ve yine izinleriyle ayakta alkışlayarak okudum keyifle...
Sütten bir kaç kere ağzım yandı! Allahını seversen beni yanıltma Hıncal ULUÇ! Bu toz dumanda keyfime değme!...
"Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytan gibidir."Hz.Muhammed(s.a.v.)
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Temmuz 13, 2008

YÜZ YILLIK SENARYO...

“ Ergenekon çetesinin galip gelmesi, böyle bir darbenin gerçekleşmesi bu ülkedeki solcuların, Kürtlerin, dindarların, liberallerin ağır acılar çekmesi demek..." Ahmet Altan
"Yalıkavak’taki bir balıkçının 'Ne olur ne olmaz' diyerek duvardaki Atatürk resmini indirmesi" Oray Eğin
"Milliyetçilik, çetecilik soygunculuk ve yağmacılık demektir."(20 Aralık 1920 Ferda Gazetesi)
"Saldırganlar Ülkücü ya da daha önce hırsızlıktan sabıkalı."(11 Temmuz 2008 Sabah Gazetesi)
"Doğuda Kürtler, batıda Yunanlılar... İşte, İngiltere'deki emperyalist parti hükümetinin, Türkiye'yi İngiliz egemenliğini kabul ettirinceye kadar sıkmakta olduğu kıskacın iki ucu."(1919 Times gazetesi)
"Doğunun esrarı bu. Kötü para verilen, kötü giydirilen, kötü beslenen Türk askerlerinin sadakat ve fedakârlığına hayran kalmamk imkânsız... Ayaklanmıyorlar; kumandanlarının emirlerine itaatkârlar, nereye gönderilirlerse gidiyorlar....."(Temmuz 1889 Le Figaro Gazetesi)
"Cihan bize düşman iken biz ne İngiltere'den ne Fransa'dan kendimize ufak bir yardım ve yakınlık beklemeyelim. Bizi kurtaracak olan kendi ruhlarımızın derinliklerinden doğan samimiyetle birbirimizin ellerini sıkmak, milli bünyemizi ezen canileri şiddetle cezalandırmak gereklidir."(1919 Hukukubeşer Gazetesi- Hasan Tahsin)
Günümüz gazetelerinden, aynı vatanda ve müttefik ülkelerdeki yüz yıl içindeki gazetelerden alıntıları, tamamen tesadüfi olarak harmanlayıp alt alta koydum!
Bu coğrafyada bu millet, bu filmi yüz yıldan fazladır onuyor ve seyrediyor!
Millî ve gayr-ı millî unsurların çatışması vardı, devam ediyor, edecek! Ya Allah korusun egemenliğimiz kayboluncaya, ya da milli unsurlar; "Aslî unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlâl mukadderdir." tarifini kavrayarak kesin galibiyetle yönetimi millileştirinceye kadar sürecek bu mücadele...
Olmuş olan bu, olan bu ve olacak olan da bu!
.........................
Bu arada, çok heves ve keyifle okuduğum; 240 sayfalık bir kitabı, 140 kaynakça göstererek hazırlamış olan İbrahim OKUR'un "Osmanlı'nın Son Yılları- Politika Kültürümüzün Kökenleri" kitabını, hararetle tavsiye ediyorum.
Basın ve basın üzerinden oynanan, tezgâhlanan oyunları bilmemize ve aynı tuzaklara düşmemize belki engel olur diye heveslendim. Okunması, anlaşılması ve anlatılması çok kolay bir kitap... Yukarıda arz ettiğim alıntıları, bu kitaptan aldım.
.............................
Bir de son günlerin akil adamını irdeleyelim.
Nedense unuttuk veya unutmamız için ne lâzımsa yapıldı. Eski Milletvekillerinden Emin Şirin'in, Nazlı Ilıcak'la evli olduğu yıllarda yaptıkları bir ABD seyahatini ve oradaki Fetullah Gülen ziyâretini unuttuk! Nazlı Ilıcak'ın; askerin siyaset üzerindeki baskısının ne zaman sonlanacağını sorduğu Fetullah Gülen'in; "Hilmi Özkök Genelkurmay başkanı olduğu zaman..." şeklindeki cevabını unuttuk!...
Bu anlatılanlara; itiraz edilmediğini, yalanlanmadığını, tekzip bile edilmediğini unuttuk!
Soran malûm! Sorulan malûm! Târif edilen ortada ve onun dönemlerinde Silahlı Kuvvetlerimiz'e uygulanan rencide edici olaylar ortada! Akil kişi tarifiyle Köşk'e davet eden ve edilen ortada!
Bu işler; öyle üç-beş aylık, günlük siyasetlerin oluşturduğu işler değil!
Yüz yıldan fazladır yaraladıklarını zannettikleri avlarını parçalamak, paylaşmak hevesiyle birbiriyle hırlaşan-çekişen Haçlı'nın senaryosunu yazdığı piyesin, sahnelerini oynuyoruz-seyrediyoruz!
Son cümleyi de, 86 sene önceki, işbirlikçi bir "Dolma kalem"den alalım: "Ben Türk Milletinde bu kadar büyük yaşama gayreti ve mücadele ruhu olduğunu bilmiyordum. Bu bilgisizliğimden dolayı da mazur görülmeliyim; çünkü hayatımın büyük bölümü yurt dışında geçmiştir."(4 Kasım 1922 Ali Kemal)
-Yakalandığında Kuvay-ı Milliye Komutanına verdiği ifâdesi. age s. 226-
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Temmuz 11, 2008

OKUNMASA DA OLUR!...

Evet okunmasa da olur!Kendimi, kendime şikâyetim çünkü!...
Tekiz, bir taneyiz ve de galiba ilkiz!
Acayiplikte, orijinallikte emsâlsiziz!
Legalle illegali, meşrû ile gayr-ı meşrûyu, bizim kadar içiçe barındırabilen; meşrûlarını gayr-ı meşrûlarına mağlup ettiren, bizim sistemimizden başka sistem yok!
Hatırlatayım, hatırlayalım ve ya övünelim, ya dövünelim!
Banka meşrû, tefeci gayr-ı meşrû. ikisi de aynı işi yapar! Tefeci bankadan fazla faiz verir. Tefeci, bankadan kolay borç verir. Banka süründürür, tefeci öldürür. İkisinin yaptığı da dinen haram!
Genel ev meşrû, randevu evi gayr-ı meşrû. İkisi de aynı işi yapar. Genel ev serbest olduğu için çok pis ama doktor raporuyla hijyen; randevu evi yasak olduğu için çiçekler gibi süslü ama, mikrop yuvası! Genel ev hiç bir şey yapmaz; randevu evi hem süründürür hem de rezil ederek öldürür! Genel ev patroniçesi, uzun yıllar vergi rekortmenliğini kimseye kaptırmaz, devletten madalyalar alır; randevu evi patroniçesi, kıvrak zekâsı ile aylarca hatta yıllarca en popüler haber kaynağı olarak popüleritesini korur. İkisinin yaptığı da dinen haram!
Milli Piyango İdaresi, Türkiye Jokey Kulübü meşrû, kumarhane gayr-ı meşrû. İkisi de aynı işi yapar, Kumar oynatır. İkisi de kazandırır veya batırır. Birisi devlete, diğeri kumarhaneciye kazandırır. İkisi de gözler önünde ocaklar söndürür. Hayalleri bitirir. Biri devletin kurumlarını besler meşru yoldan, diğeri devletin memurlarına çıktı(rüşvet) verir gayr-ı meşrû yollardan! İkisinin yaptığına da dinin izni yok. Haram!
TMSF meşrû, mafya gayr-ı meşrû. İkisi de aynı işi yapar! İkisi de iş yerlerine, taşınmazlara el koyar. Biri hükümet adına, diğeri çetesi adına. İkisi de öldürür. Öldürmezse süründürür. İkisi de son yılların popüler ekonomik reçetesi yabancı sermayenin gelmesini engeller, yerli sermayenin yurt dışına kaçırılmasına sebep olur. Meşru olanının da, gayr-ı meşrû olanının da yaptığı yanlış ve zararlı!
Diyanet İşleri Başkanlığı meşrû, tekke ve zaviyeler gayr-ı meşrû. İkisi de aynı işi yapar! İkisinin de işi din. Biri devlet adına dini kontrol etmeye görevli, diğeri din adına devleti yönetmeye talip! Meşrû olan zorda, darda yasalar yüzünden; gayr-ı meşrû olan hükümet kademelerini paylaşarak sahiplenmiş bile! Meşrûnun yaptığı eksik ve de vicdânen yanlış, diğerinin gayr-ı meşrû olanın yaptığı; dinen de yanlış, vicdânen de ama -maalesef- başarılı!...
Teşkilatlar, dernekler, sivil toplum örgütleri meşrû; illegal örgütler, çeteler gayr-ı meşrû. İkisi de aynı işi yapar. Toplumu yönlendirmekle meşguldürler! İkisi de korkutarak yapar işini! Biri hukukla, devletle korkuturken diğeri silahla, anarşiyle yapar işini! Meşrû olanlar; meydanlarda coplanır, yerlerde soğuk sularla sürüklenir; gayr-ı meşru olanlar devletle çatıştıkça, millet evlatlarını görevleri başında şehit ettikçe istediklerini biraz daha kabul ettirir! Yani hak, haklının değil zorbanın olur ve ikisinin yaptığı da vicdanen yanlış, dinen haram!...
Devlet meşrû, bölücü örgüt gayr-ı meşrû. İki de silahlı! İkisinin de işi savaşmak birbiriyle. İkisinin de müttefiki aynı! ABD ve AB ikisine de müttefik! Tavşana kaç derken tazıya tut diyen aynı! İki gücün de silahını, mühimmatını temin eden müttefik aynı!...
Görevdeki de meşrû, emeklisi de! İkisi de aynı işi yapar! Devleti milleti sevmek ve korumak-kollamakla görevli sayarlar kendilerini. Görevdeki paşaları koruyan yasalar var bu koruma-kollama görevlerinden dolayı, ama emekli paşaların koruma-kollama duyguları yasak!
Yıllarca; "Emekli olduktan sonra vatan kurtarmaya soyunanlardan kurtulmadıkça kurtulamayız!" diye feryat ettiğimizde bizi duymazlardı bu günün emeklileri, dünün görev ve sorumluluk sahipleri!...
Mesele asıl tekliğimizde, asıl ilkliğimizde:
Bir yıldır; iki meşrû duygu, iki meşrû ünvan; görevdeki ve emekli kahramanlar, birbirine düştüler-düşüyorlar-düşecekler! İkisinin yaptığı da yanlış! İkisinin yaptığı da vicdanları incitiyor! Biz de, millet olarak; "Aşağı tükürsek sakal, yukarı tükürsek bıyık!" açmazıyla balgamımızı ağzımızda tutmaya mahkûm!...
Gel de dayan bu "meşrû, gayr-ı meşrû çatışması"na, çekişmesine!... Ve gel de bu körler savaşından aracılık edeyim derken, yara almadan çık!...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KORKU TELLALLARI!...

Korkuyu ve korkağı; "Korkakların en büyük rakibi; karanlıkta yürürken kendi ayak sesleridir." diye öfkeyle tarif etmiştik...
Çileye tâlip, yandıkça pişeceğini bilen, olmanın tek yolunun ölmekten geçtiğini bilenlerle; tuzu kuruların, eşeklerini gölgeye çekmişlerin, çile adamlarının yaşadıklarını anlatmakla kendilerini meseleye ortak sayanların farkı, o kadar net çıktı ki ortaya!
Bu "Ümraniye Bombaları" davasına galiba teşekkür borçluyum!
Kucağında bomba patlayan yiğitler inlemezlerken, sadece sesinden kulakları rahatsız olan kahraman(!)ların feryadını anlamakta da, anlatmakta da sıkıntıdayım!...
Mustafa Balbay serbest bırakıldığında geçmiş olsun dileklerimi seslendirmeye niyetlenmiştim! Korku İmparatorluğu'na tahmin edilenden çok daha fazla verdiği katkıdan sonra, vaz geçtim! Korkunun ecele bir faydasının olmadığı; okumuşların da, cahillerin de yaşayarak bildikleri bir gerçek olmasına rağmen nedense insanoğlu korkar! Serbest kaldıktan sonra; Balbay'ın, Çölaşan'la yaptığı söyleşiyi dinlerken ki kadar öfkelendiğimi, üzüldüğümü hatırlamıyorum! "Hiç kimse,makam ve konumlarına güvenerek bana bir şey olmaz demesin!" şeklindeki sipariş korku mesajını iletince, televizyonu kapattım!
Bu gün basında bir benzer söylem daha var!
Rıfat Hisarcıklıoğlu, Sinan Aygün'ün; "Hükümeti eleştirerek kötümser bir hava yaratmak... Ve bu yolla halkı isyana teşvik." suçlamasıyla sorgulandığını ve tevkif edildiğini söyledikten sonra, "Korku İmparatorluğu"nun mesajını tekrarladı; "Eleştirirken artık herkes dikkat etsin!...”
Korkakla cesurun, çile adamıyla-dava adamıyla eyyamcının, kimin atına binerse onun düdüğünü çalanla, karakterin farkı, bu kadar açık!
Her şeyin olduğu gibi; Vatanı, Devleti, Cumhuriyeti, Türk'ü,Türkiye'yi, Atatürk'ü sevmenin de bir bedeli mutlaka vardır ve olmalıdır. Atatürk hasımlarına, Cumhuriyetten intikama soyunanlara, idam edilen dedelerinin kan davasını güdenlere, tarihte bilmem kaçıncı kere Haçlı destekleri ile isyan eden ve cezalandırılanların intikam isyanlarına karşı çıkmanın elbette bir bedeli vardır ve bu bedel candır, ikbâldir, istikbâldir, şahsi çıkarlardan fedakârlıktır!
Devlet olmanın ve devlet olduktan sonra devlet kalmanın tek bedelinin can olduğunu; yaşayarak, her gün ölerek, şehit olarak ispat eden bir milletin karşısına; dört günlük bir göz altından sonra çıkıp sanki; Ziverbey Köşkü"nden gelmişçesine, sanki C5'lerden-Mamaklardan gelmişçesine, sanki işkence tezgâhlarından çıkıp gelmiçesine anlatarak milleti korkutandan basın kahramanı mı olur?
Daha dün; "Şemdinli Davası" adıyla, bölücü hainlerin şimdiki Genel Kurmay Başkanımız'ı ve mesai arkadaşlarını görevlerinden dolayı suçlamaya niyetlendiklerinde, bu intikam senaryosu sahneye koyulmaya başlanmıştı! Sahnelenen oyunun perdelerini izliyoruz sırasıyla!
Haçlı'nın sözcüsü Lagendijk'in; "Çok memnuniyet verici. Önemli olan büyük balığa ulaşmak." açıklamasının hemen peşine; dört günlük göz altından sonra Basın Kahramanı Balbay; "Kimse mevki ve makamına güvenerek, bana bir şey olmaz diye emin olmasın!" tehdidini, heryere taşıdı!... Rıfat Hisarcıklıoğlu'da, tehdit eden "Korku İmparatoru"nun adını-kimliğini açıkladı!
Ve bunlar demokratlar! Ve bunlar demokrasi havarileri!...
Korktuklarını, korkutulduklarını söyleyemeyecek kadar da gayr-ı samimiler!
"Sac düzene girmiş hamur bitmiş, ev düzene girmiş ömür bitmiş!" miş!... Korkmak insani bir özelliktir ve ayıp değildir ama korkağın cesur rolüne soyunması, bir kaç kere ayıptır ve komikliktir!
Bir yılı aşkındır niye tutuklandıklarını, niye göz altına alındıklarını bilmeyen gazeteciler var! Bir yılı aşkındır tutuklu bir sürü şerefli insan var! Yoksa onların; "İnsan üç yolla; öldürülerek, hastalıkla ve hapsedilerek." tarifiyle, susturulduğu mu anlatıldı?
Bu haksızlığa, bu despotluğa, bu faşizme kafa tutacak, baş kaldıracak yürekli Cumhuriyet severler, ehil emânetçiler olmayacak mı?
Ölmekle bayılmak arasındaki farkı, sadece filmlerden izleyerek bilmek mümkün değil! Sevmenin bedelinin fedakârlık olduğunu, sevenler bilirler! Sevenle seven rolüne soyunmuşların arasındaki fark, o kadar çabuk belli oldu ki!
Moralim; iki tane, "Korku İmparatoluğu"na -bilerek, bilmeyerek- ajanlık eden "korku tellalı"nın belli olmasıyla yerine geldi!...
Gidinin borazanları!...
"Keser döner sap döner, bir gün de hesap döner!"
Millî tecrübelerimizden hareketle, teyakkuz halinde bekler ve günü geldiğinde de meşrû yollarla nasıl hesaplaşılırmış gösteririz Allah'ın izniyle...
"TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH"
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Temmuz 10, 2008

İSTİKRAR VE HUZURA DOYDUM ELHAMDÜLİLLAH!...

Yine ciğerlerimizi yaktılar, ciğerleri yanasılar!...
Karagümrük değil, ciğerimiz yanıyor!...
Ocaklara şivan düştü! Şehitlerimizin üçüne de Allah(c.c.)'tan rahmet, ailelerine, ana-babalarına sabırlar; Milletim'e-Devletim'e baş sağlığı dilerim!...
Başbakan açıkladı hemen; "İstikrar ve huzurumuzu hedeflediler!"
Patladım şu huzur ve istikrardan! Öldüm, öldüm, öldüm beee!
Çünkü doğru mu ne?!
1970'ten beri anarşi hiç eksik olmadı bu memlekette! Anarşide istikrarlıyız evet!
Adaletin, hukukun olmadığı yerde anarşi olur diye bellettiler bize demek ki yıllardır hukuksuzlukta da, adaletsizlikte de istikrarlıyız!
Dünyanın sayılı ekonomileri arasında bir ekonomimiz olmasına rağmen hâlâ kalkınmakta olan, hatta geri kalmış bir ülkeyiz! Demek ki yerimizde saymakta, hatta gerilemekte de istikrarlıyız!
Onlarca yıldır Genel Başkan adındaki despotların; "Seçin!" dediklerini seçecek kadar ve seçtikten sonra da küfredecek kadar demokratız sayelerinde! Önce seçip sonra seçtiğimizi zannettiğimiz, Genel Başkanlarca seçilmişlere küfreden bizden başka bir ülke ve sistem yok! Demek ki seçme ve seçilmedeki başarısızlığımızda da istikrarlıyız!
İşsiz sayımız, aşsız sayımız, açlık sınırında yaşayan sayımız, bir kilo bulgura-bir torba kömüre oy verecek kadar ihtiyaçlı vatandaşlarımızın sayısı; ekonomimiz büyüdükçe, nüfusumuz artıkça artar! Yoksul üretmekte de istikrarlıyız demek ki!
Dağda terörist, kırsal da terörist, sınır ötesinde terörist, sınır içinde terörist, kentlerde-köylerde-şehirlerde terörist; gazetelerde, Genel Kurmay'da, Emniyet Genel Müdürlüğünde terörist; her yerde, her kurumda, her dönemde terörist!...
Yaklaşık otuz yıldır teröristle savaşta ve hemen her gün şehit vermekte de istikrarlıyız!
Aklımız kesti keseli; "Şehitler ölmez, Vatan bölünmez!", "Vatan sana canım feda!", "Vatan millet sağ olsun!" diye sloganlarla şehit cenazesi kaldırırız! Cenaze kaldırmakta da istikrarlıyız!
İktidara göre muhalefet ve kendilerine karşı olan her kesim ve kurum hain; muhalefete ve muhaliflere göre iktidar işbirlikçi, dahası ikrâr edilen bir "BOP Eş Başkanı" Başbakanımız var! Seçmeye mecbur edildiklerimizin içinden hain üretmekte de istikrarlıyız!
Laik-Müslüman, Atatürkçü-Ümmetçi, Cumhuriyeçi-2.Cumhuriyetçi, Milliyetçi-Halkçı, Ülkücü-Devrimci, Sağcı-Solcu, kapitalist-liberal, vatanperver-globalist, sünni-alevi, Türkçü-Kürtçü velhasıl dost-düşman, sadık-hain tefrikinde de yıllardır hiç azalmayan düşmeyen bir seyrimiz var! Demek ki, kutuplaşmada ve kamplaşmada da istikrarlıyız!
Adamlar ABD'ye kızarlar, biz şehit veririz! Adamlar AB'ye kızarlar, biz şehit veririz! Adamlar; Humeyni'ye, Suudi Arabistan'a bilmem kime kızarlar, biz şehit veririz! Canımızı-malımızı koruyamamakta da istikrarlıyız şükürler olsun!
"İnadına!" sloganıyla tepki verdiğimizi zannederek kızdıklarımızı barajda bırakıp, daha fazla kızacağımızı bile bile tek başına iktidar da seçeriz! Ama seçtiğimiz millete; "Ananı da al git!", "Gözünüzü toprak doyursun!", "Otur oturduğun yere!", "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir!", terörist başı alçağa "Sayın!", şehitlerimize "Kelle!" diye hakaretler eder, bir daha; "İnadına!" diyerek seçeriz! Demek ki inadımızda da istikrarlıyız!
Aklımız kesti keseli; okumuşu-cahili, aydını-karanlıkçısı "Ne zaman adam oluruz?" diye sorar ve cevabını da veririz! Demek ki adam olmamakta da istikrarlıyız!
Yolsuzlukta-yoksullukta, hortumculukta-kurnazlıkta, riyakarlıkta-takıyyecilikte, doğrudansa duymak istediğimiz yalanı söyleyen yalancıya inanmakta da istikrarlıyız!
Ve bu kadar istikrarın içinde nasıl oluyorsa oluyor ve Başbakanımız'a göre huzurluyuz!
Huzurumuzu koruyamamakta da istikrarlıyız demek ki!
Yeter! Doydum huzura da , istikrara da! Allahınızı severseniz; "İstikrarınızı da, huzurunuzu da, ananızı da alın ve gidin artık!"
"Milletim, Devletim; tekrar başımız sağ olsun!" diyeyim ki taziye bildirmekteki istikrarımızı da bir daha hatırlayalım!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN