Pazar, Ağustos 03, 2008

İNSANSAN, İNSAN SAN!...

Alttan, üstten; sağdan, soldan, velhasıl her yerden, her yandan saldırılara muhatap olduğumuzda, paniklemesem de böylesine "kendime firarlarım" olur!
Katır gibi huysuzlanarak önümde duranı kapıp, arkamda duranı tepmeye başladığımda; ferman veren padişah konumlu nefsime; dağlar benimdir diye mukabele ederek içime, bana, kendime kaçarım!...
Önümde de, arkamda da, sağımda da, solumda da ben olunca; kavga edecek benden başka kimse bulamayınca, benim benle kavgam başlar! O firarlarımdan, o kavgalarımdan biri...
"Savaş!" demişti geçliğimde genç mantığım, genç aklıma ve cesâretime... "Savaş! hem de sonuna, en sonuna kadar!" diye de sıkı sıkı tembihlemişti! "Ya savaşacak kimse kalmayıncaya, ya da savaşacak kimseleri öldüremeyinceye, ölene kadar!..." diye de süre vermişti tavsiye ettiği savaşa!...
Öldürmekle öldürülmesi gerekenler bitmedi! "Onlara ölüler demeyiniz. Diridirler." târifli şehitler de bitmedi ölerek! Ölerek çoğaldılar nasıl olduysa...
Habil-Kabil kardeşlerle başlayan ölüp öldürmeler, hasım bilinen öldürülenleri kargalara yem etmeler bitmedi insan, insan olalı!... Demek ki doğanlar, doğulanlar; ölenlerden de, öldürülenlerden de çok!...
Öldürülerek ölenler, hastalanarak ölenler, kazalarda ölenler, afetlerde ölenler, kıranlarda ölenler, yaşlanarak ölenler, doğarken ölenler, doğmadan ana rahminde ölenler, ölenler, ö-len-leeeer!...
Ölenlerin; ölmek için, öldürülmek için akla geldik-gelmedik, o kadar çok yolu ve yöntemi varki...
Oysa doğmanın, doğulmanın yolu ve taktiği tek: Doğmak-doğurmak...
Doğan; doğarken veya doğmamışken ölmemişse yaşamak için doğuyor, doğduğunu-doğurulduğunu bilmeden... yaşamak için, yaşayabilmek için yaşatmamanın, yok etmenin şart koşulduğu; bu şartı kimin koyduğunun bilinmediği, mechûl bir yöneticinin gözetimindeki hayat denen sürece; bütün doğanlar, diğer doğanları yok etmek içgüdüsüyle giriyorlar sanki!...
İnsan; doğan, doğuran, doğurtan...
İnsanlık; insanların insanlıklarını ispat için yok etmeğe çalıştığı insanlık için olmazsa olmaz değerdeki kurallar silsilesi...
Savaş; insanın korumak, korunmak ve yok etmek için, insanla yapılan bitmez, bitirilemez bir kör döngü!...
Barış; yorulan savaşçı insanların, insanlık maskesi arkasına saklanarak verdikleri dinlenme molası!...
Her barışın, her dinlenme molasının arkasında bir öncekinden daha sert bir savaş; her savaşın sonrasında, bir sonraki kuşağa aktarılacak öfke, nefret, kin!...
Bu döngüye kavuşmamanın, bu döngüye katkı vermemenin imkânı yok!...
Var mı yoksa?!...
Sevgi denen, saygı denen, aşk denen mükemmel insânî duygularla; kin denen, nefret denen, öfke denen insânî duygulara güç yetirilebilir mi?
Denen/me/miş mi?
Denenip; aşkın, sevginin, muhabbetin öfkeye deflarca yenik düştüğü görülerek; "Öfke ile kalkan, zarar ile oturur." diye formüle edilmemiş mi?
Sağ yanağına vurulduğunda, sol yanağını çevirerek, saldırgan insanı utandırıp savaşa son vermeği hedefleyen öğreti; mazlûmu zâlime köleleştirmemiş mi?
Yüzlerce yıl sonradan da, dini öğretisiyle mazlumlaşan insan; yüzyıllarca süren mazlumluğunun intikamına soyunmamış mı?
Yüzlerce yıl hristiyanlarca ezilen yahudinin İsrail adıyla Filistin'de; yüzlerce yıl ekonomik olarak yahudiye ezilen hristiyanın ABD adıyla Irak'ta, Afganistan'da yaptıklarına ne demeli?
Yahudi ve hristiyanlık öğretisi savunmasıyla insanlığa zulmedenlere; aslında insanlık iç güdüsüyle karşı mukabelede bulunan insana ne demeli?
Kahraman, insan; korkak, insan!
İyi, güzel insan; kötü, çirkin insan!
Merhametli, adil insan; merhametsiz, zalim insan!
Anlaşılmaz, anlatılamaz bir şey bu insan! Yine de, ama yine de, her şeye rağmen; "İnsansan, insan san!"
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: