Cuma, Eylül 26, 2008

FENERİN IŞIĞINDAN GÖZÜM KAMAŞMIŞTI !...

Halife-i râşidin'den yani Dört Halife devrinden sonraki Emevî dönem ve saltanatının başlatıcısı olan Muaviye ile Hz. Ali(r.a.) arasındaki çekişme malûm. O dönemi ve dersimizi alabilirsek günümüzü anlamayı çok kolaylaştıracak bir kıssa:
Günlerden bir gün Hz. Ali'nin memleketi Kûfe'den bir Arap, alış-veriş için devesiyle Şam'a gelmiş. Pazarda dolaşırken Muaviye taraftarlarından biri yanaşmış yanına:
- Heeey! Ver benim dişi devemi! diyerek devenin hamuduna yapışmış. Kûfeli; şaşırmış, itiraz etmiş. Tartışma büyümüş! Kûfeli Arap:
- Bu deve benimdir Kardeş! Üstelik dişi de değil, erkektir! diye ne kadar yırtınmışsa da anlaşamamışlar. İş Muaviye'ye aksettirilmiş! Halk toplanmış ve Muaviye'nin kararı beklenmeğe başlanmış.
Muaviye; Kûfe'den gelenle, Şam'da deveye sahip çıkanı iyice dinledikten sonra, kararını açıklamış:
- Bu dişi deve Şamlınındır!...
Kûfeli şaşkın, toplanan kalabalık sessiz... Muaviye; kararını açıkladıktan sonra, toplanan meraklı kalabalığa dönmüş ve:
- Ey cemaat! Bu dişi deve kimindir? diye yüksek sesle sormuş. Kalabalık, hep bir ağızdan:
- Şamlınındır! diye cevaplamış. Kûfeli, şaşkın şaşkın giden devesinin ardından bakarken Muaviye, adamı yanına çağırmış:
- Ey Kûfeli! Dinle! Sen de ben de biliyoruz ki bu deve senindir ve dişi değil, erkektir. Ama sen Kûfe'ye dönünce, gördüklerini Ali'ye anlat ve de ki; "Ey Ali! Muaviye'nin, dişi deveyi erkekten ayırt etmeyen, o ne derse evet diyen on binlerce adamı var!..."
Yandaş Basın diye saldırılan, Yandaş Kalemler'den diye tarif edilen, Serdar Arseven'in; "Kendimiz ısırır ama köpeklere yalatmayız!" şeklindeki tevilsiz taraftarlığından beri, bu kıssayı hatırlayıp durdum!...
Haaaa! Bu arada bir hakkı da teslîm etmem lâzım. Muharrir yani köşe yazarı, taraftır! Tarafsız muharrir olmaz. Tarafsız olması şart olan, sadece muhabirdir. Muhabir haberini bulur ve yapar, muharrir bu haberin ya yanında ya karşısında olur yani taraftır, taraflıdır. Gazete patronu da bu tariftedir.
Günlerdir, bütün gündemin üzerine oturan veya oturtulan bir danışıklı kavga seyrediyoruz! Başbakan'la medya patronu Aydın Doğan arasındaki kavga! Ne zaman başladı? Niye başladı? Kim haklı? Ne kadar haklı? Asla belli olmayan ve aslında ikisinin de ciddi manada haksız olduğu bir kavga! Biri, "Deniz Feneri" diyor, diğeri "Hilton"...
İkisinin de savunduğu veya yerden yere vurduğu meselelerin asıl sahibi millet ve millet bu kavgada yok, sadece seyirci!...
Bu arada Deniz Feneri ile ilgili, bir türlü anlatmaya fırsat bulamadığım hatıramı da nakledeyim artık. İki sene önce, yine mübârek Ramazan. Televizyondan muhtaçlara yapılan Deniz Feneri yardımlarını seyrederken duygulanarak, ben de katılayım ve gücüm kadar bu hayırlara katkı vereyim diye düşünerek arayıp kaydoldum. Bir kaç gün sonra, Pursaklar'daki Deniz Feneri Şubesi'ne davet edildim. Başarılı bir ressam olan bir hanfendi arkadaşımla birlikte Pursaklar'a gittik. Gördüğüm ihtişam ve isrâf karşısında dilim tutuldu!
Hiç bir resmî kurumda ve hiç bir özel kurumda görmediğim bir lüksle karşı karşıyaydım! Sadece Pursaklar'daki hizmet binalarında yapılan israfla, sayısız ihtiyaç sahibine çare olunabilirdi. Bize bir yetkili tarafından, nasıl hizmet vereceğimiz hakkında, seminer şeklinde bilgi verilecekti. Biraz bekledikten sonra, gördüğüm bu lüks karşısında Deniz Feneri hakkındaki düşüncelerimin dumura uğradığını ve yapacağı işlere katılarak vebal almak istemediğimi yüksek sesle söyleyerek toplantıyı terk ettim. Benim bu tepkili davranışımdan sonra, ısrarla arandım! Birlikte gittiğim ve sosyal demokrat düşünceli ressam arkadaşım, benim itirazımı bile beklemeden toplantıyı terk etmiş, canını dışarı atmıştı bile!...
Tarifsiz lüks içindeki bürolarda ve hizmet binalarında, dolgun maaşlarla istihdam edildikleri belli olan yandaşlar vardı ama hayır yapmak düşüncesindeki samimi insanların; hem iş güçlerinden, hem de araçlarından bedava olarak istifade etmeyi planlıyorlardı!...
Ne zaman, nereden bir koku sızacak diye merakla beklerken, Almanya'dan çıktı koku ve dünyayı kapladı! Bu, ilk te değildi oysa! Mercümek'lede tanışmıştık, "Şerbakan"ın kayıp trilyonuyla da devam etmişti bu Allah adıyla kandırmalar!...
Hâlâ Arseven gibi taraftarlarınca; "Kendim ısırır köpeklere yalatmam." şeklindeki savunma ve Fehmi Koru'nun ağzından; "Millet aslanlar gibi Deniz Feneri'ne yardıma devam edecektir." yönlendirmesi devam ediyor!...
Bu arada biri siyâsi, diğeri sermâye iki erk, milletin geleceği üzerinde masa tenisi oynuyorlar!... Ve bütün bu pislikleri; Ergenekon adını verdikleri, korku iklimi ile kapatma gayretleri de cabası!...
Allah(c.c.) encamımızı hayretsin...
Bin aydan hayırlı olan Kadir Gecemiz ve yaklaşan Bayramımız da mübarek olsun...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: