Salı, Eylül 23, 2008

YANLIŞ MI ANLADIM?...

"Adama kırk gün deli dersen deli, veli dersen veli olur."muş. Doğruymuş!...
Onbir yıldır; renk, çiçek, çiçek bahçesi, fidan, fidanlık, ağaç, orman v.s. diye diyeee, sonunda nebatlaştırıldık!
Halk, halklar, halkların eşitliği, hakların özgürlüğü, halkların hakkı diye diye halklaştırıldık! Oysa biz, otobur değil, etoburduk! Bozkurttuk! Bize neydi fidandan, ağaçtan, ormandan, çiçekten, nebattan?!... Biz millettik ve halkları toplayıp milletleştirmek gibi misyonu olan tek millettik. Türk Milleti'ydik!...
"Ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür." diye öğrenmedik mi biz? Kaç kere sapı kendinden olan ağacı kesen baltaları seyrettik? Kaç kere dayandıkları insan ölünce; başsızlaşan, amaçsızlaşan, darmadağınlaşan insanlar gördük biz?!...
Prof.Dr. Özcan Yeniçeri Hocam' ı okuyorum. Kaç kere okudum bilmiyorum! Kaç kere daha okuyacağımı da bilemiyorum! Öfkelenmeli miyim, efkârlanmalı mıyım onu da bilemiyorum! Çok benden, çok bizden birinin; bizim duygularımızla, bizim sözlerimizle, bizim değerlerimizle, bizi yargılamasına; itiraz mı etmeliyim, sessizce katılmalı mıyım? Bunu da bilmiyorum!...
"Kasırganın Söktüğü Kök: Ülkücülük" başlıklı yazısından, alıntılar yapacağım Özcan Hocam'ın; "Bu insanların nasıl olup da yaşlandığını bile kabul etmeyecek kadar idealist kalabildiğini hayretle görürsünüz! Yorgun bedenlerin nasıl olup da bunca diri ruhu taşıdığına da şaşar kalırsınız! ...... Ortak kaygılarının temelinde yine kendi yaşamları ve kendi çocukları yoktur! Hâlâ hiçbir şey talep etmeden her şeylerini vermeye hazır görünürler. Dışlanan, suçlanan ve yaşlanan bu insanların varlığından, hiç farkına varmadan gurur duyarsınız!...... Ama onlar bütün bu şartlar altında dahi hâlâ tek başına devlet, tek başına millet gibi konuşurlar. Serde yiğitlik var ya “Aldırma” havasındadırlar. “Bizim evin hırsızlarından” söz edenlerle “bizi evimizden kovdular” diyerek içlenenlere aynı karede rastlarsınız. ...... Kırk yılda yetiştirdiklerini kırk dakikada harcayan insanlar haline nasıl geldiklerini hiç düşünen yok. Büyük iddiaların temsil hakkını, küçük takipçilere kimin verdiğini bir bilen de yok. ...... Ama artık onlar hem gökten yağarken hem de dağlardan çağlarken başkalarının bahçelerini sulamakta kullanılıyorlar." diye hissiyatının hamâsetini, müthîş üslûbuyla döktürmüş Hoca...
Aldığım bu cümlelerde, epeyce kendimi koyacak yerler buldum onurlanarak! Yazının sonuna yaklaştıkça; ne diyecek, nasıl bağlayacak diye merakla, iştiyâkla, heyecanla okudum satırları içercesine, kelimeler üzerinde koşarcasına...
"Başbuğ sanki bugünü görmüş gibi “Dalından kopan yaprağın kaderini rüzgâr tayin eder” demişti. " cümlesiyle, yerden kesilmiş ayaklarımı sür'atle yere koydum ve hevesli kelimeler üzerindeki koşu/şu/mu frenledim!...
"Halbuki bugünlerde kökünden kopanların kaderini rüzgârlar değil düşmanlar tayin ediyor. “Bizim evin hırsızları” bizden giderken evi soyup yağmaladıkları yetmiyormuş gibi bir de düşmanlık etmeleri yok mu, işin bu tarafı üzerinde ciddi bir biçimde düşünmek gerekir!" şeklindeki son paragraf cümlesinde, birden bire yabancılaştım Hoca ile!...
"Bizim evin hırsızları" tarifiyle, incinmekten öte öfkelendim! Hele; "... giderken evi soyup yağmaladıkları yetmiyormuş gibi bir de düşmanlık etmeleri yok mu," cümlesinde ne yapacağımı şaşırdım!...
Hey Kurban Olduğum'un nebatatçıları!...
Hay kimi severken ne kadar şehvetle, ne kadar iştahla ağızlarının sulandığını fark edemeyen, bizim evin işgalcileri!...
Kan davalılarımız, can davalılarımız, devletimizin üniterliğine, vatanımızın bölünmezliğine kast etmek için dağlarda olanlarla, Meclis'in rengini tamamlayabilecek kadar demokratlaşan milliyetsiz milliyetçilerle, evimizin işgalcileriyle birlikte durarak; evinden uzaklaştırılanlara, ocaklarından- teşkilatlarından sadece ülkücülükleri yüzünden dışlananlara, hem de çok iyi bile bile, böyle bakabilmenin altındaki sebep, ne ola ki?...
Hele hele Özcan Hocam'ın, final cümlesinde; "Tabii bunu bir yerlere nasıl olmuşsa tutunmuş silik ve sülük karakterli kişiler yapmaktadır." tarif ettikleri ile, yazısının başlarında tarif ettikleri arasındaki alâkayı, ben kuramadım! Kurabilen varsa Allah rızası için bana yardım ederse veya Hocam tenezzülen, bu tarifi ben fakîre izâh lûtfunda bulunursa, müthiş makbûle geçer...
Baba evinden ayrılan hangi oğul, baba evine düşmanlık etmiştir?
Nebatat yani bitkiler, yani çiçekler; mevsimler gereği yaprak dökerek, çürüyerek birbirine gübre görevi yaparlar ama bizler, kurtça birbirimizin etini yiyip kemiklerimizi saklamaz mıyız?
Çok mu duygusalım?
Bu yüzden yanlış mı anladım? Yoksa; renk tamamlamaya hevesli biri daha mı çıktı? Ne dersiniz?..
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
24.Eylül.2008

Hiç yorum yok: