Cumartesi, Eylül 13, 2008

HÂKİM KAÇ, FENERLİ HIRSIZ TUUUT!...

Bazan bıkar insan; çocuksa viyaklamaktan, korkaksa bağırmaktan, erkekse nara atmaktan bıkar, susmak ister!...
Bazan şairce, burnundan kafa tasını kusmak ister insan!... Bazan da kaçmak ister! Kendinden kaçmak!... Saklanmak ister insan, kendinde kendinden kendince saklanmak ister!...
Şiştim, sustum!...
Midem bulandı kustum!...
Becerebildiğimce kafatasımı da burnumdan! Baktım ki olmuyor, olmadı, olamayacak; bu kere de, bir daha kendime kaçtım!...
Kendimden kendimde firardayım! Kaçan da benim, kovalayan da! Suçsuz da benim, suçlu da! Sanık ta benim, tanık ta! Suçlayan da benim, suçlanan da! Bütün bunlardan daha zoru, daha çetini yargılanan da benim, yargılayan da!...
Bazan acıyorum affedesim geliyor kendimi!...
Ama hemen tanık ben; sanık benim yaptığım hatalarımı hatırlatıyor bana ve adâletle merhâmetin bir arada olmasının imkânsızlığını hatırlıyor ve aftan vaz geçiyorum!... Aftan umudumu kesince firara karar veriyorum!
Şu an, kendimden firardayım!... Kaçan da,kovalayanda; kaçarken de, kovalarken de "Allah!" diyen de benim!... Kendi ellerimle kurduğum ve dünyanın en şeffaf labirentinin içinden çıkamayınca, şeffaf labirentime firardayım!... Kendimden kaçaktayım!...
Yanlışlarıma birileri, doğru diye sarılmış! Doğrularıma, doğru dediklerime, doğru bildiklerime, yanlış olduğunu bildiğim yanlışlar, yanlış diye saldırıyorlar!...
Canımızı yakanlar da canlarımız yazık ki! Böyle insafsızlık mı var? Böyle korkakça sahnelenen kahramanlık mı var? Böylesine saklanarak, maskelenerek; böylesine suçlularca arkalanarak haklılara saldırmak gibi adâlet mi var?
Bize ne yaptıysak biz yaptık! Başarılarımızın da başarısızlıklarımızın da sebep ve sonucu biziz!
Benim, sizden size şikayetim var Milletim!...
Allah aşkına yargılayın, yargılayın artık bizi! Sonucuna Vallahi itiraz etmeyeceğiz!...
Hatiplerimiz susmuş!
Kahramanlarımız korkmuş!
Polislerimiz suçlu, suçlular güçlü!...
Cesur, âdil hâkimim sanık; korkak savcımın arkasında bakan var!...
İmamım siyâsetçi, askerim içteki şâkilerle dıştaki düşmanlar karşısında tek! Siyasetçilerimi ise bulmakta sıkıntım var! Saklandılar susarak gene! Saklambaç var sahura kadar, sobeleyene aşk olsun!... Aklımı kafatasıma, burnumdan kusmak üzereyim! Böylesi Eylüllerde, "12 Eylül" olmaz da ne olur? Mevsim güz ve çiçek bahçelerinde çiçek yok! Seralardaki zoraki ve hormonlu çiçekler ise çiçeğe benzemiyor!...
Adamın biri, bir eline deniz fenerini, bir eline deve dikenini almış; "Anam bana kör dedi, gelen gidene vur dedi!" diye tekerlemeyle vuruyor da vuruyor! Milletçe "inadına" sobelenmiş, ebe şimdi!...
Çalan çalana, susan susana, kusan kusana, Allah'ın İpi'nden kaçan kaçana! Ve biz de hâlâ; düşünen, aklını kiraya vermemiş, âdil insanlar aramaktayız!...
"Deniz feneri" ile adâleti aramaya soyunmuşken gün ortasında; şimdi fenerle aranan adâlet, fenercinin peşine düştü "kefere diyarı"nda, Alamanyalarda!...
Gece ama olsun! Bizim fenerciler kaçarlar sahura kadar! Fenerimizin gazının epeycesi de yerli-millî! Meclis'ten de gazlı, Dışişleri Bakanlığı'ndan da!... Eski Dışişleri Bakanı, yeni Cumhurbaşkanı ise, fenerle ilgilenmiyormuş artık!
Köşk, ziyâdesiyle aydınlıkmış demokratik Atatürk sâyesinde!...
İşimiz çok mu zor Dostlar? Yoksa "adâlet"i, "kalkınma"dan ayırarak bulursak çok mu kolay?... Bulmaca gibi oldu! Hâkim kaaaç, fenerli hırsız tuuuut!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
SelÂm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: