Çarşamba, Eylül 03, 2008

"HİÇ BİLENLE BİLMEYEN BİR OLUR MU?"

Bilmek: 1. Bir şeyi anlamış veya öğrenmiş bulunmak, 2. Bir bilim veya sanat dalında yeterli olmak.... Ve bunlara yakın dokuz şık daha... Türk Dil Kurumu'nun Sözlüğünde, böyle tarif edilmiş bilmek...
Sadece bilmek kavramını bilmek için, özel bir çaba gerek!
Sadece bilmekle yetinebilsek!... Bir de bilmenin, öğrenmenin yollarını bilmek gerek! Bildiklerimiz; doğruysa da, yanlışsa da bildiğimizi öğretmek gibi bir de mecbûriyet var hayatta...
"Bilme"nin tanımı da var aynı sözlükte; "Bilgi edinmenin gaye ve sonucu" diye tanımlanmış...
Ama nasıl?
Okuyarak mı? Gezerek mi?
Çok okuyarak mı? Çok gezerek mi? Çok okuyarak, çok gezerek çok yaşayarak mı?
Çok okuyup, çok gezerek çok yaşayandan dinleyerek, genç olarak bilmek mi?
Akıl yaşta mı, başta mı?
Bir şeyi yapanın, niye yaptığını bilmeden yargılamak mı? Bir şeyi yapıp niye yaptığını bilmeden bildiğini zannetmek mi? Bildiğini zannederek yapan olarak susmak mı?
Adalet mi? Merhamet mi?
Asan mı? Asılan mı?
....mı? ....mi? ...mu? ....mü? Sorular, sorular!... Bütün sorular, bilmek için!
Bu kadar sorunun-sualin olduğu, bu kadar cevaplanmış olmasına rağmen bilinmeyenlerin olduğu yer, nere?
Nere denir bu yere?
Memleket mi, ülke mi, vatan mı?
Bu adresin-adreslerin tamamının üzerinde mûkim olana ne denir? Devlet mi?
Bu kadar bilineni veya bilinmeyeni, bir öğreten gerek değil mi? Öğretenlere- öğretmenlere neden çok ihtiyâcımız olduğu, ne kadar açık-aşikâr değil mi?
Bu kadar önemsenen, bu kadar hayâti değeri olan bilme'yi öğretmek için bilen öğretmenlere ne kadar muhtacız değil mi?
Bir toplumun millet olabilmesi için olmazsa olmaz malzemenin-şartın ahlâk olduğunu da biliriz de ahlâkın ne olduğunu bilir miyiz?
Ordu, teşkilat, bilgi, ekonomi ahlâktan sonra gelir. Ahlâkın olmadığı, kendine has ahlakî kurallarının olmadığı yerde; ne teşkilatlanma olur, ne devlet?
Devletlerin ve milletlerin ahlakî çöküntüden battığını, tarih defalarca yazmış!
Bu yüzden; gelişmiş tarifli, büyük tarifli devletlerin ve milletlerin en seçkin kesimi, en elit kesimi öğretmenleridir. Çünkü öğretmenler, bilenlerdir, bildiklerini yeni nesillere öğretenlerdir. Ne kadar doğru biliyorlarsa, ne kadar çok doğruyu biliyorlarsa o kadar öğretirler ve öğrenenler de öğrendikleriyle toplumun gelişmesine katkı sağlarlar...
"Gençler, en çok öğretmenlerini örnek diye alırlar. Öğretmen gevşek veya ahlâksız oldu mu, gençte ilk tepkiler başlar ve bu tepkiler her şeyi inkâra kadar gider." diyor Nihal Atsız...
Devam ediyor; "Öğretmen, ahlâk bakımından mükemmel bir insan olmalıdır. Yani seçkin bir zümreden olmalıdır. Halbuki bizde herkes öğretmen olmuştur. Ne ilkokul öğretmenleri için, ne de ortaokul ve lise öğretmenleri için bir karakter seçimi yapılmamıştır. Yalnız gerektiği zaman bir yoklama yapılmış, onda da çok kere haksızlık olmuştur. Kim daha çok veya kuvvetli tavsiye mektubu getirmişse sınavı o kazanmıştır. Öğretmen olacak gençleri soy, karakter, aile bakımından gözden geçirmek gerekmez mi? hattâ öğretmen olacak bir gencin soyu, bilgisinden daha önce gelmez mi?"
Öğretenin-öğretmenin ehil olmadığı veya öğretmen olmaması gerekenlerin hızlandırılmış adıyla sulandırılmış, 40 (kırk) günlük göstermelik bir uygulamayla öğretmen olarak maaşa bağlandığı toplumdan, neler çıktığını hep beraber yaşayarak gördük! Daha neler göreceğimizse meçhûl!...
Mülkiyeden, mühendisliklerden, tıbbiyeden önce öğretmen yetiştiren okullara itibar eden ve gençliği öğretmenliğe teşvîk eden Alparslan Türkeş'i bir daha rahmetle yâd edip, özleyen yüreğimi bir daha sızlatacağım...
"Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?" (Zümer-9)
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: