Salı, Şubat 05, 2008

BAŞÖRTÜSÜ VE TÜRBAN FARKI...

“Hani Müslümanlık bir uhûvvet (kardeşlik) husûle getirecekti. Nerede?.. Her tarafta; Müslümanlık cehâlet, Müslümanlar ise sefâlet içinde mahvolup gidiyor!... Müslümanların hepsi câhil; Arab'ı câhil, Türk'ü câhil, Kürd'ü câhil, Arnavut’u câhil, hepsi câhil. Hepimiz igvaata (kışkırtmaya) kapılıyoruz... Biz cehâletimiz yüzünden dîni bu hale getirdik. Din de bizi bu hâle getirdi. İslâm dîni bir miskinlik dîni oldu. (Mehmet Akif-Cengiz Özakıncı, Dünden Bugüne Türklerle Dil ve Din).”
Mısır'da üniversitedeki görevine yeniden döndükten sonra da bir mektubunda-gene- Mehmet Âkif; "....Mısır’da on bir yıl kaldım. Fakat on bir saat daha kalsaydım artık çıldırırdım. Sana hâlisâne bir fikrimi söyleyeyim mi: İnsanlık da Türkiye’de, Milliyetçilik de Türkiye’de, Müslümanlık da Türkiye’de, Hürriyetçilik de Türkiye’de... Eğer varsa, Allah(c.c.) benim ömrümden alıp, O'na ( Mustafa Kemal'e) versin!..." diyor.

Türk Milleti'nin İslâm'la teşerrüfünden sonraki tekâmülünü, gözlerimi kapatarak hayâl etmeğe çalışıyorum. İslâm'la teşerrüf edip, İslâm'ın sancaktarlığını gönüllü olarak kabullendikten sonra İ'lâ-yi kelime-t-ullâh ( İslâm'ın tevhîd akîdesini, şanına lâyık şekilde yüceltip yayma gayreti) adına, tarihe düşürdüğü izlerini hatırlıyorum. Tek başına, İslâm adına, bütün Haçlı'ya rakip oluşunu, bütün Haçlı'yı defalarca bozguna uğratışını hatırlıyorum. Peygamberimiz(s.a.v) Efendimizi'in Fatih'in şahsında Türk Milleti'ne duâsını ve Mâide Sûresi'nde tarif edilen milleti hatırlıyorum.
Bu büyük ve âlî-cenâb milletin fiiliyâtını hatırlarken -kitaplarda kayda alındığı kadarıyla- kılık-kıyâfetini de hatırlamaya çalışıyorum.
Börkü, kalpağı, terliği çıkarıp sarığı, küllahı giydiğini; cebeyi, zırhı, arkalığı, çerkezkayı çıkarıp kaftanı giydiğini hatırlıyorum. Asrîleşmek, batılılaşmak hevesi ile; sarıktan fese, şalvardan pantolon ve cakete geçişini hatırlıyorum. Bu arada kadınlarımızın İslâm'ın Kur'an'da tarif ettiği kıyâfetlere geçişini, kadının İslâm'dan önceki Türk sosyal hayatındaki yerini pekiştiren kurallarıyla barışıklığını hatırlıyorum.
"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; nâmus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine kadar örtsünler. (Nûr Sûresi-31)" ayeti ile emredilen Allah emrine uyuşlarını hatırlıyorum. Bu ayetin de, cahiliye dönemi Arap Yarımadasında cariyelerle-esir kadınlarla iffetli ve hür arap kadınlarının ayırt edilmesi için indiğini tefsîr eden ulemânın söylediklerini hatırlıyorum.
Fesle, pantolonla, caketle başlayan batıyı kıyafette taklit hastalığımızla kadınlarımızda da görülmeğe başlayan kıyafet değişikliklerini ve bu değişikliklerin zaman zaman dayatılmalarını hatırlıyorum.
Hafızamın, hayâlimin sür'at gücüyle düz orantılı olarak türbanı ve türbanın hikâyesini hatırlıyorum. İsterseniz aklımda kaldığı kadarını sizlerle de paylaşayım. Eksiğimi Allah rızası için tamamlarsınız olur mu?
1960'lı yıllarda, yine Batı'nın teşvik ve desteği ile Arap Yarımadası'nda başlatılan Arap Milliyetçiliği (Baas) sürecinde, yazılan kitapların tercümelerinin, 1970'li yıllarda ülkemize girmesi ile tanış olduk türbanla. Bu tercümeler sâyesinde bazı semboller, dinle bütünleştirilerek sunuldu millete. 1970'lerde; Filistin'de, Şii lider Mûsa Sadr, Filistinliler şiilerin kadınlarını tâciz ediyor diye bir örtü modeli icâd etti. Adını türban koyduğu bu modeli tarif ederken de; "İlhamımı, batı dünyasının kilise resimlerinden ve Lübnan'daki katolik rahibelerin kullandıkları baş örtülerinden aldım." diye söylüyordu. Hüccet'ül İslâm Mûsa Sadr; bu üniforma sâyesinde, şii kadınların tâciz edilmelerini engelledi. Kendilerine göre mes'elelerini halletti. Aynen cahiliye dönemi Arap Yarımadası'ndaki cariyelerle, hür kadınların ayırt edilmesini sağlayan, "Nûr Suresi"nin uygulanmasına benziyor değil mi?!...
Cahiliye döneminde de, İslâm'la teşerrüften sonra da Türk dünyasında; ne cariyelerin, ne de kadınların tâcizi asla söz konusu değildi. Kadın, Türk sosyal hayatında her zaman baş köşede ve kanaatine-görüşüne mutlaka baş vurulan bir otorite sayılırdı.
Mûsa Sadr'ın icat ettiği bu kadın üniforması, önce İran'a ihraç edildi. 1977'de Şah'ın devrilmesini ve ülkeden kaçışını sağlayan olaylarda ve meydanlarda türbanlı kadınlar görülmeğe başladı. 1979'da Şah'ın devrilmesi ve Humeyni'nin İran'a gelişinde, hava alanında Humeyni'yi karşılayan binlerce türbanlı kadın vardı. Humeyni devriminden sonra İran'da türban resmileştirildi. Ayetullah Mutahharî ile türban, dînî bir hüviyet kazandı. 1981'de yayınlanan "Kadınlar İçin İslâmî Giyim Yönetmeliği" ile İran'da tamamen resmîleşti. Bu yönetmelikte, çarşafın ve türbanın İslâm'a uygun örtünme biçimi olduğu belirtilmiş ama İranlı kadınlar, baş örtüsü seçiminde serbest bırakılmıştı.
Şah dönemi İran'ı; o günlerin Türkiye'deki din tâcirleri tarafından şiî, kızılbaş, alevî, dinsiz diye tarif edilirken Humeynî ile birlikte İran'ın ne şiiliği, ne kızılbaşlığı ne de dindışılığı kalmadı! Olmazsa olmaz ve alternatifsiz bir İslâm Cumhuriyeti tarif ve hüviyeti kazandı!... Bazı kesimlerce Şah İsmail sünni, Yavuz şii olarak telaffûz edilmeğe başlandı!... Böylece bizde de türban denen üniformayı kullanan üniformalı, cemaat veya parti mensubu üniversiteli kızlarımız görülmeğe başladı!...
Nûr Sûresi'nde tarif edilen Allah emri kadın kıyafeti ile, türban arasındaki benzerliği veya farkı tesbit çok zor olmasa gerek.
Filistin'de başlayıp İran'da gelişen ve İslam dünyasına ihrâc edilen bir üniformaya, itiraz sebebim zannedersem artık belli olmuştur. Bu üniformanın resmîleştirilmesi sürecinde Anadolu'da Müslüman kadınların yani analarımızın, bacılarımızın, eşlerimizin kıyafetleri de akıllarımızda olmalı...
MHP'nin, Devlet Bahçeli'ye alkış vuran "Dolma kalemler"in tamamını şok eden bir tarihi atağını ve bu atak ile yakalanan şansı iyi kullanmak zorundayız. AKP'nin artık suistimal etme şansı elinden alınan türban'a, ananevi "baş örtüsü" adını vererek bu mes'eleyi bir daha ağıza alınmayacak şekilde halletmek mecburiyetindeyiz.
Devletle milleti, din ile ordumuzu barıştıracak kapsamlı bir siyasete sür'atle ihtiyacımız var. Asla mes'elemiz olmamış türbanı hafıza çöplüğüne atarken; artık ciddî manada mes'elemiz olduğu kesinleşmiş olan başörtüsü ve Allah emri örtünme mes'elesini halledecek siyâsetin ortaya koyulması gerek. Bunu başaran, kim olursa olsun Vallahi tarihe yüz akı olarak geçmeyi başaracaktır vesselâm...
Türbanla baş örtüsü arasındaki farkı bildiğimi zannettiğim için türbana karşı çıkışımı, kendilerince yorumlayan bilgi fukarası kardeşlerime de Allah rızası için bir uyarım olsun bu satırlarım.
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: