Perşembe, Şubat 07, 2008

CUMHURİYETİN İKİ BAŞKANLIĞI...

Bilgilerimizi zorlarsak, tarih bilgilerimize baş vurursak görürüz ki, toplumları iki güçle bir arada tutmak ve kontrol etmek mümkündür. Ya ilâhi-semâvî buyruklar, öğretiler öğretilerek toplum, dîn ile bir arada tutulur, ya da silâhlı kuvvetlerin ezici-korkutucu gücü kullanılarak toplum bir arada tutulabilir ki bunun adı da tîranlık olur, zorbalık olur!...
Birinci güçle yani dînle bir arada tutulan toplumun; kaynaşması, karışması, bütünleşmesi mümkündür ve hep öyle olmuştur. Sadece silahlı kuvvetlerin baskısı ve korkutuculuğu ile bir arada tutulan toplumlar, ilk zaafiyette veya bulacakları ilk fırsatta ya kaçar, ya baş kaldırırlar. Tarihte sayısız örnekleri mevcuttur.
Dîni ile silahlı kuvvetlerini buluşturabilmiş, karıştırabilmiş, barıştırabilmiş milletler, çok kalıcı sistemler, çok uzun süreli kalıcı medeniyetler kurabilmişlerdir. Tarihteki uzun ömürlü devletlere ve imparatorluklara bakıldığında din ile ordunun çok iç içe olduğunu görürüz.
Dîn ile ordu arasındaki çekişmeden ise her zaman gerginlikler, huzursuzluklar, anarşi çıkmıştır.
Dîni ile ordusunu karıştırabilmiş, barışık tutabilmiş en son imparatorluk, 600 yıl yaşayan Osmanlı İmparatorluğudur.
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünün de en büyük amillerinden biri, dini ile ordusu arasına sokulan nifâk olmuştur.
Yıllardır; dinimizle devletimizi, dinimizle ordumuzu dolayısıyla da milletimizle devletimizi bütünleştirecek siyâset ve siyâsetçilere ihtiyâcımız var diye haykırıp durduk!...
Duyulmadık ta duyulmadık!...
Dünyanın en îmanlı ordusu, son zamanlardaki yanlış ve ısrarcı fanatik tavırlar yüzünden nerdeyse Allahsız tarifli oldu!...
Bu millet, asker millettir Beğler!.... Bu milletin tarihte de görüleceği gibi bütün devletlerini orduları kurmuştur. Dolayısıyla da bütün Türk devletlerinin koruyuculuğunu da ordusu yapmıştır. Son Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni de ordumuzdan yetişmiş kurmay subaylarımız kurmuş ve devleti koruma yetkisini de anayasaya koydurarak üzerine almıştır.
Bu basit ama net gerçeği bildikten sonra, siyâset üretmek kolay olmalı değil midir? Ama maalesef öyle olmamıştır bizde!... Bu Yüce Milleti silahla, savaşla alt edemeyeceğini anlayan batı yani Haçlı; Türk Milleti'nin dîni ile ordusu arasına buzdan bir duvar inşa ettirmiştir. Maalesef bu buzdan duvarı da milletin içinden seçtikleri, millete benzer hainler vasıtasıyla yaptırmıştır!... Osmanlı'nın son dönemlerinde başardıkları bu operasyonlarla defalarca yeniçerilere kazan kaldırttırmış ve sonunda osmanlı gibi dev bir imparatorluğu tarihe gömmüşlerdir.
Yetişme ve kültür şekli olarak bir osmanlı zabiti olan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, bu ayrışmayı ve zararını fark edince ve zamanın geçerli sisteminin cumhuriyet olduğunu da görünce; din ile devlet işlerini birbirine katmayan, hangi dinden olursa olsun vatandaşının inancıyla uğraşmayan ve barışık olan bir sistem hayal etmişler ve ortaya Türkiye Cumhuriyeti'ni çıkarmışlar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran çekirdek kadro ordudandır. Tahsilleri ve müktesebatları yeterlidir. Araştırmacı, plânlamacı ve uygulayıcıdırlar. Onlar milleti, millette onları tanımakta ve onlara güvenmektedir. Onlar tamamen milletten, millet te çok onlardandır.
Bu benzeşmenin ve güvenin eseri olarak yokluklarla yedi düvele kafa tutulabilmiş ve yedi düvele baş eğilmemiştir...
Milletle içiçe ve milletten olan bu kadro; kurdukları yeni devletin kurumları arasında, sadece ikisine 'başkanlık' yetkisi vermiştir: Diyânet İşleri Başkanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı...
Bu iki başkanlığın, sür'atle bir araya gelerek, bir arada durarak, beraber yayınlayacakları bir deklerasyonla, siyâsilerce icâd edilen yapay gerginliğe son vermeleri zamanıdır.
Bu, bir millî taleptir. Bu talep; her hangi bir partinin, her hangi bir ideolojik grubun, her hangi bir takıyyeci işbirlikçi grubun talebi değildir.
Bu talep; Müslüman Türk Milleti'nin, "ne mutlu Türk'üm diyene." diyebilen vatandaşların, talebidir.
Türk Milleti, iki başkanlığını omuz-omuza, el-ele, gönül-gönüle görmek istemektedir. Bu iki başkanlığın hiç birini, diğerine tercih edememektedir.
Bu iki başkanlık, bu millet talebini duymak ve üzerine vazîfe olmayan kişilerin konuşmalarına son verecek açıklamalarını yapmak mecburiyetinde olmalıdırlar.
Artık; -türbanın değil- baş örtüsünün, örtünmenin, tesettürün Allah emri olduğunu, Diyânet İşleri Başkanlığı en ehîl ve yetkili kurum olarak açıklamalı; Genel Kurmay Başkanlığımız da, "asker millet" tarifli tek millet olan Türk Milleti'nin inançlarına yabancı olmadığını, milletin kendisinden olduğunu açıklayarak ve tavırlarıyla belli etmek durumundadır.
Yoksa ama on sene, bilemedin yirmi sene sonra da olsa, mutlaka; söz ve "hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir." hükmü gerçekleşecektir. Geçen zaman ise boşa geçirilmiş ve ziyân edilmiş zaman olarak tarih olacaktır.
Batı'nın ortaçağ engizisyon mahkemeleri adındaki insanlığın yüz karası uygulamalarını, din olarak benimsemesini ilericilik; ilimle en barışık dîn olan İslâmı yaşayan Türk Milletini, gericilikle itham etmek; sadece iftirâcılıktır, teslimiyetçiliktir, dîne ve millete yabancılıktır. "Bağımsızlık karakterimdir." târifinden tâvizdir!...
İki başkanlığın, en kısa zamanda, birlikte hareketinin görülmesi ile de; emekli olduktan sonra devleti ve milleti kurtarmaya çalışan, "vatan kurtarıcılar"dan kurtulmuş olacağız!...
O zaman fiilen devletin varlığı hissedileceği için derin devlete ihtiyaç ta kalmayacaktır vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: